- 991 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İlk Aşk
Deniz Atı’ndan görünür gökkuşağı.Gökkuşağının renkleri
martılara düşer.Renkler martının kanatlarından
dökülür,vapur üzerinde gölgeler oluşturur.Martı yansımaları
denize akıp maviliği içer kana kana.Düşlerden merdiven
kurulur,yükselir havaya.Gecenin mercanımsı dokusuna yükünü
bırakır.Gece,madenlerinde işler.En nadide olan vagonlarının
birinde,en güzeli bir diğerinde,en çekici olan da
üçüncüsünde... Hepsinden ’acayip bir mücevhe’r bahşeder
İstanbula.Yıldız ve aya verir.’Acayip bir mücevher’
hüzmelerle taşınır.Onu bir Kız Kulesi boynuna takar bir de
ilk aşkı...
Orhan,bir gece vakti yaşadığı şehirden İstanbul’a doğru
giden otobüse bindi.Otobüste yolculuk boyunca hiç
uyumamış,baykuş gibiydi.Bakışları otobüsün camından görülen
karanlıkla sarmaş dolaştı.Karanlıkta gerçekte görülen
derin koyuluktan başka bir şey değildi ama düşüncelerin ve
hayallerin karşısında karanlık pek bir anlam ifade
etmiyordu.Bazen karanlıkta devriye gezen ışıklar
görebiliyordu ki bu ışıkların devriyelerine yol üstü
tesislerde ve petrollerde şahit oluyordu.Otobüs,sabahın ilk
ışıklarıyla beraber yağmur damlalarının arkadaşlığında
İstanbul’a giriş yaptı.Araç, Pendik’ten geçiyordu;bazı
insanlar ısrarla İstanbul’un narin tenine süzülen yağmur
damlalarının yumuşak dokunuşundan kaçıyor bununla da
yetinmeyip bir de üstüne üstlük duraklardan medet
umuyorlardı.Orhan’ın şiirle beraber İstanbul’u ve ’anlamını
tahmin ettiği ama ne olduğunu bilmediği bir keşif’ i
bulacağı hiç aklına gelmez ve de kalbine düşmezdi.
Ocağın dördünde kuşluk vaktinde Kadıköy iskelesi’nde havada
gri rengin hükümranlığı vardı ve güneş huzura kabul
edilmiyordu.Orhan onunla ilk kez buluşacaktı.Daha önce
Ezgi’yle konuşmuş ama onunla karşı karşıya gelmesi imkanlar
lokavtta olduğu için mümkün olmamıştı.Sonunda imkanlar
eylemine son verdi de o da karşılaşma fırsatı
yakaladı.Haldun Dormen Tiyatrosu’nun yanında çiçek satanlar
vardı.Orhan’ın bakışları bir süre o tarafa yöneldi ama
ayakları bakışları kadar ince olamadığı için sadece
yönelmekle kaldı.Ezgi’yi gördü;kızın saçları kırmızı olup
kar beyazı bir mont,mavi bir jeans ve sivri,kadifemsi siyah
bir ayakkabı giyiyordu.Onu görünce;okumasını bilmeyen ve
dilsiz kalbinin yavaş yavaş dillenmeye ve harfleri öğrenmek
için çabalamasını hissetti.
Hisler ufak ufak ses kırıntılarına dönüşüyordu.Ve o
ses;belkide kalbine hiç vakit ayırmadığından doğan bir
boşluğu doldurma çabasının yer edinme hareketlerine bürünen
bir ’anlamını tahmin ettiği ama ne olduğunu bilmediği bir
keşif’in yadsınamaz kurulma safhasının ilk başlangıcıydı.Bu
sesle beraber Orhan içinin içsel sesler bakımından zengin
yataklara sahip olduğunu fark etti.İçinde araştırmaya
başladı ve bir ses daha buldu ancak bu ses ilk sesin ortaya
çıkışından hiç de memnun değildi.Ve Ezgi konuştuğunda
kulağına salınan ses zerafetle yüklü ve büyüleyici tınılara
sahipti.Sınırları çizilmemiş dalgalardan benzersiz bir
meltem salınmış,otostop yapıp takılmış denizin
fısıltılarına ,gizem esintisinde saklanmış,Ezgi’nin
nefesinin duraklarında bitmiş yolculuğu.Ezgi’nin alımlı
sesiyle meltemin fısıltısı birleşmişti...
İkisi beraber vapura binmek için İskeleye doğru
hareketlendiler.Jetonları Ezgi almıştı.Orhan ilk kez vapura
biniyor ve böylelikle bir düşüne daha kavuşuyordu.Ezgi’nin
vapura binmesi kendisi için basit bir durumdu ama Orhan
için çok değeriydi.Ayrıca vapura binmek Orhan için keyif
verici olmuştu.Bir tane martının denizin teninde uçuşunu
izlemek,Ezgi’nin saçlarına dokunup kat kat melodisini
şiirselleştiren ve kendi saçıyla düet yapan rüzgarı
dinlemek... Ezgi’nin yüzüne bakmak Orhan’ın yüzünde huşu
kelimesini,kalbinde aşk hecesini şekillendiriyordu.Buna
karşın içindeki memnun olmayan ses;kızın bunların
hiçbirinin farkında varmadığını söylüyordu.Orhan bu sesi
içindeki en ücra yere postalamayı aklına not etti.Vapur
Karaköy’e yanaştı.Bir kişi halatlarla vapuru iskeleye
bağlıyordu.
İstiklal Caddesi’ndeydiler.Cadde çok kalabalıktı.Moda’yla
benzerlik gösteriyordu ama Moda ona göre daha dardı.Cadde
boyunca ikisi yürümeye başladılar.Pera Palas onları en iyi
şekilde ağırlayıp hizmette kusur etmedi.Galatasaray Lisesi
ikisine gözlerini kırptı.Sen Antuan Kilisesi elindeki yılan
desenli fincanlarla keyif çayına davet etti... O gün için
yolculukları Altunizade de taksiden inerek son buldu.Orhan
gördüklerini hayret verici nitelikte değerlendiriyordu;hem
istanbul’dan hem de Ezgi’den fazlasıyla
etkilenmişti.İstanbul şiir ve Ezgi de en güzel imgesiydi.
Orhan o günün sonunda ağladığını hatırlıyordu.İçindeki
İlham Perisinin sesi bu gözyaşlarını;’İstanbul kayıp bir
gemi,yelkenlerine fısıldayan Ezgi’nin sesi,senin
gözlerinden kayıp,aşka seyr-ü sefer eden dostluğun üstünde’
şeklinde dile getirmişti.O gece içindeki bu durumdan hoşnut
olamayan o ses daha sert bir tabirle;’O senin
arkadaşın,dostun.’ demişti.
Orhan biliyordu ki o gün hayatının en güzel ve en kıymetli
günüydü.İstanbul’da iki hafta kalmış,hem bu şehrin bazı
yerlerini hem de kalbinin en güzel yerini
keşfetmişti.Ezgi’ye aşık olmuştu.İstanbul’dan ayrıldıktan
sonra neden o gece ağladığının tamamiyle farkına varmaya
başlayacaktı.İstanbul’dan dönerken gözleri Bolu Dağı’nın
sisli mahremiyetine dalıp giderken,düşüncelerine Ezgi ve
onun gölgesi ikilemi eşlik ediyordu.
İstanbul’dan dönüpte yaşadığı şehre gelince yüzünde kırık
ve
buruk bir ifadenin açık arttırımı sergileniyordu.Onun
yüzüne bakanlar bu ifadenin alıcıları olduğuna ve ne kadar
çabuk bu ifadeyi alıp gittiklerine inanamıyorlardı.Yaşadığı
şehirde günler ilerledikçe;Onu daha çok düşünüyor ve Onun
eksikliğini daha fazla hissetmeye başlıyordu.Bu düşünme ve
özleme oranı gün be gün artıyordu.Bununla paralel ikilemi
de düşünme oranı yükseliyordu.’Keşke İstanbul’da
doğsaydı,keşke İstanbul’da yaşasaydı...’
Bu şehir ona çok ıssız görünüyordu.Gecenin orta yerinde bir
başınaydı.Bu şehrin ve zamanın şarkısı dilindeydi.Şarkının
vokali ekolu,solosunun akustiği bozuk ve tınılarında ne
baritonluk ne de tizlik vardı.Tıpkı bir kapı gıcırtısının
en yüksek oktavdan en düşük perdeye düşmesi gibi şarkı
havayı tırmalıyordu.Orhan yine aynı yalnızlık yolunda
yürüyordu.Havada hiç bir narinlik ya da kırılganlık
gezinmiyordu.Gözlerine hafiften alacakaranlık
tünemişti.Bakışlarını uzatmış donuk şehri seyrediyordu.Bu
şehirde günler onun için tatsız tuzsuz geçiyordu.Bu yüzden
içindeki sevinç hep sıska kalıyor ama karamsarlığı
şişmanlıyordu.Onun için sadece şehir değil her hangi bir
şey Ezgi’nin yokluğunda bir anlam ifade etmiyordu.Her
zamanki gibi soğuk,şehri asmış ve ayazı da tekmeyi
vuruyordu.İkilem,duygularının dilinden dökülmesine müsaade
etmiyordu.Bu ikilem;’dostluk-aşktı.Dostluğu seçerse yavaş
yavaş kendine eziyet edecek,şayet aşkı seçerse Ezgisi’ni
kaybetme korkusuyla yüzyüze gelebilecekti.Bu aşka
gömüldükçe ikilemi arttı ama seçim yapamadı.Onun yokluğunda
hüzünlendi,üzüldü durdu.Bu arada girmesi gereken çok önemli
bir sınavı vardı.Hayat ona şöyle diyordu;yüzünü gören
cennetlik.O sınav hayatının bir diğer önemli hayalinin
yolunu açacaktı ancak Orhan ne o yolu görebiliyor ne de o
yola girebiliyordu.O yolu düşünemiyordu ki aşk garibi.Varsa
yoksa kalp yolu.Aşk işte akıl ve mantıkta oturmuyor ve
kiracı da olmuyordu.Kalpte anca devre mülk satın
alabiliyoırdu.Orhan’ın kalbi avaz avaz bağırıyordu ama dili
buna karşın suskundu.Bir türlü aşkını kelimelere
dökemiyor,o kelimelerin yanına bile yaklaşamiyordu.Bir çok
defa aşkını ona ifade etme yolu ararken kendi içinde bir
sürü çıkmaz sokağa girmişti.
O senenin yazında bir kez daha imkanlar el verdi de tekrar
İstanbul’a gitme fırsatı elde etti.Büyük bir heyecanla
telefona sarıldı;geleceğini Ezgisi’ne haber verecekti.Hem
bu gidişinde İstanbul’da yazı görecek hem de o şehrin onun
için anlamını.Orhan,Ezgi’yi aradı ve O, telefonu açınca
narin sesi ruhuna süzüldü.Orhan’ın dilinde heyecan
katsayısı oldukça yüksekti zaten bu yükseklik konuşmasına
yansımıştı ki çok fazla hatta kalamadı.
Bu konuşmadan sonra Onunla bir daha konuşması nasip
olmadı.Bir sorun çıktı ve Orhan o yaz İstanbul’a gidemedi.O
yaz gidebilseydi,onu görebilseydi belki de o zaman
ikileminin sonucunu alacaktı.Söylemeyi düşünmeyi içinden
geçiriyordu.Çünkü Ezgi’nin sesini duyunca heyecan katsayısı
o kadar yükseliyordu ki bunun yansıması kalbinin trampet
çalması oluyordu.Onu görünce ne yapardı bilmiyordu.’Keşke
herşeye rağmen gidip görseydin’dedi içindeki ilk ses.Memnun
olmayan ses;’O zaman şaşkın şaşkın bakardın’diye cevap
verdi.İlham Perisi;’Gözyaşın aşkı kalbinden yüklenip-tıpkı
bir akarsuyun alüvyonlarını taşıyıp ovaya bırakması gibi-
yüzüne bırakırdı.Kapı gıcırtısı ise
sataştı;’Ağlayacakmış;ne kadar dokunaklı.Ağlarsan tam bir
ahmak olduğunu ona gösterirdin’
Aşk cesaret ister;öyle de o zaman Orhan,Ezgi’yi görünce
hazine arayan bir define avcısı gibi cesareti
arardı.Ezgi’de bunları Orhan’ın hareketlerine yansıttığına
şahit olunca şaşırır ya da en kötüsü umarsamazdı.O yaz
gidemediğini ona yazınca Ezgi de;’Nasip değilmiş,başka
zaman gelirsin’ demişti.Orhan daha sonra Ezgi’ye o kadar
telefon açtı ama O hiç açmadı.Orhan’ın açtığı telefonlara
da cevap vermedi.Orhan açıkcası;Ezgi telefonu açmış olsa
nasıl konuşacağını bilmiyordu.Telefonu eline almadan
önce;eğer açarsa şunu diyeceğim,bunu diyeceğim... diye
zırvalardı.Ama telefonla onu aramak hiç de kolay olmuyordu
onun için.Orhan’ın telefonun tuşlarına basarken bile
kalbinin atış hızı yükseliyordu.Bir de ilk aşkı telefonu
açarsa...
Yaz sonundan sonra Orhan Ezgi’yle ne konuşabildi ne de
yazışabildi.O senenin aralık başı İstanbul’a tekrar
gitti,yanında ikilemi de hazırda bulunuyordu... İkilemini
giderme hususunda hiçbir şey yapamıyordu.İstanbul’a
gitmesinin amacı güzel aşkını görmekti.Çünkü Yedi Tepeli
Şehrin Onun için anlamı Ezgi’ydi.Onu şehirde kaldığı süre
zarfında görme fırsatı olmadı.’Senin onu önemsediğin kadar
O seni önememiyor’diye duruma açıklama getirmeye çalıştı
içindeki kapı gıcırtısı ses.Orhan için İstanbul sene
başında büyüleyiciydi ancak sene sonunda berbat ve
anlamsızdı.İkinci gelişinde hiç vapura binmemişti çünkü
Ezgi olmadan vapura binmek onun için hiçbir anlam ifade
etmiyordu.Arkadaşıyla Taksim’de buluşacağı zaman
Ümraniye’den
otobüsle ya da minibüsle Kadıköy’e,Kadıköy’den otobüsle
Taksim’e... Kadıköy İskelesi’nde megafondan çıkan ses
aklındaydı;’Sayın yolcularımız Turyol iskelemizden...’ diye
davam eden.İstanbul’da yürürken gözleri hep Onu
aradı.Otobüste giderken gözleri daima camdan dışarda hep
Onu bulmayı umdu.Otobüsün camından bakardı;belki o tarafa
yolu düşer de görürüm
diye.Kadıköy’de,Moda’da,İstiklal’de,Taksim’de,Beşiktaş’ta,T
eşvik
iye’de,Emiönün’de,Beyazıt’ta... Ve Harem’den kalkan
minibüslerde... Gezdiği dolaştığı her yerde onu aradı ama
göremedi.
Kuşluk vakitlerinde Kadıköy İskelesi’nin oraya
giderdi.İskelenin ordaki banklardan birine ya da kaldırım
kenarına oturur,bir yandan denizi izler bir diğer yandan da
iskeleye yanaşan ve iskeleden ayrılan vapurlara
bakardı.Martıları izler ve onlara ekmek parçaları
atardı.Vapurlara bakışları kaçak yolcu olarak binerdi;belki
ayakta duran yeşil çantalı,kırmızı saçlı bir kız görürüm
diye.Elinde sigara,karşısında deniz ve martılar... İlk
gelişinde sigara içmiyordu,ikinci gelişinde sigara içer
oldu.Aşk insana sigara da içirtiyordu.O olmayınca
gördüklerinin bir anlamı yoktu.Hüzün yüzünde şenlik ateşini
yakmış sigaranın saydam dumanında olanca hızıyla dans
ediyordu.Akşam karanlığına kadar iskelenin orada
dururdu;hem denize bakar,martıları izler,vapurları
gözler,derin derin sigara içer hem de tümüyle ilk aşkını
düşünürdü.Gözleri hep vapurdan inen ve binenlerdeydi.Hani
derdi;’belki yolu Kadıköy’e düşer de şans eseri vapura
biner
ya da iner de onu görürüm’diye.Beklerdi beklerdi akşama
kadar ve yüreği burkularak Ümraniye’nin yolunu tutardı.
Zamanın şarkısı hüzünlüydü...
Şans tatile çıkmış Ona ayıracak vakti yoktu.Kız Kulesi’ni
daha yakından gördü ama Onun için hiçbir anlam ifade
etmedi.Ne Sultanahmet,ne Topkapı,ne Dolmabahçe Sarayı,ne
Taksim... ne de Beşiktaş Stadı.Ne deniz,ne martılar...
Hiçbirinin anlamı yoktu.
O, İstanbul’daydı,Orhan ise uzaklarda.Onu düşündüğünde
hemen
gözleri doluyordu.Biraz daha üstelerse gözlerinden yaşlar
sızıyordu.Bazen yaşlarının gözlerinde dolmakla kalmasını ve
çoğu zaman sızmasını engelleyemiyordu.Onu yaşadığı şehirde
çok gördü.Bu;çölde görülen seraptan başka bir şey
değildi.Ona dokunmaya kalkınca kayboluyordu.Orhan çoğu
zaman dalıp dalıp gidiyor,öylece bir noktaya
kitleniyordu.Kitlendiği yerde hep o bandanalı aşkı
vardı.Gözlerinin kapısı açılınca dışarı hüzün
kaçıyordu.Kırmızı saçlı bir kız görünce bir başka bakıyordu
ama nafile... Gerçek çıplak bakınca gözleri acıtan güneş
gibi vuruyordu.Belki de güneşe bakarken gözlük takmak
yerine çıplak gözle bakması gerekiyordu.Şunu anlamalıydı ki
O,bu şehre gelmezdi,bu şehirde olması imkansızdı.Kalbinde
hep ona olan aşkı var olup duygularından inceden titreyerek
sızıyordu.Gözlerine ulaşıp,gözlerindeki dar vadilerle
birleşip akıp gidiyordu elindeki resimlere.Keşke resimler
canlansaydı,keşke canlanıp ona gülümseseydi,gelip yanına
otursaydı.Keşke...
O akşamı,unutamıyordu... İstanbul’da bir sonbahar günü Onu
görünce ’narin rüzgar’ını bulmuştu.Onu yakalamış ve kristal
kutucuğuna koymuştu.İstanbul’dan ayrılırken kırılgan rüzgar
kutucuktaydı.Ezgi’den uzaktayken rüzgar kristal kutucuğunda
esti durdu.Yine bir sonbahar günü Orhan kutucuğunu
açtı.Uzun zamandır özgür olmayı bekleyen rüzgar Ezgi’ye
doğru uçtu.Ezgi, ’narin rüzgar’ın sadece kendisi için
estiğine inanmıştı ama bu rüzgar Onun kalbinde
eserse,kalbini ısıtmayacağını aksine üşüteceğini ifade
etmişti.Kırık kanatlı rüzgar Orhan’ın kalbine geri
dönmüştü.
Orhan ilk kez aşık olmuştu.İlk kez aşık olduğu için nasıl
davranılacağını ya da ne düşündüğünü nasıl ifade edeceğini
bilmiyordu.Kesinlikle kendine güveni yoktu.Bununla paralel
çok heyecanlı ve bir o kadar kırılgandı.İlk kez aşkı
keşfetmiş ama aslında keşfedememişti.Aşkın dili
farklıydı.Orhan o dili öğrenenemiş,çat pat bile
konuşamamıştı.Cümleleri yanlış yorumlamış ve yanlış tercüme
etmişti.Bunun getirisi olarak yanlış hayallere
kapılmıştı.Açıkcası ahmaklıkta üstüne yoktu.O akşam Ezgi’ye
aşkını ilan etmeyi becerebilmişti ancak Ezgi, Onun Ona aşık
olduğuna inanmıştı ama Ona karşı o tür duygular
beslemediğini ifade etmişti.İşte Orhan’ın korktuğu başına
gelmişti.
...
Orhan televizyonun önünde heyecanla bekliyordu.Annesine
işaret etti,çabuk televizyonun önünden geç diye çünkü
İstanbul’dan sokak röportajları başlayacaktı.Belki Ezgi
röportaj yapılan yerden geçer de saniyeler bile olsa Onu
görürdü.Hatta şans tatilden dönerde belki ilk aşkı röportaj
yapardı.Ah nerede... Şans tatilden dönerken kaza yapıp
ıssız bir adaya düşmüş kurtarılmayı bekliyordu,nerden
Orhan’ı bulacaktı.
Orhan’a sorsalar hayatta en çok istediğin nedir diye;’Kız
Kulesi’nin karşısındaki bir bankta onunla yan yana
oturup,kafamı narin omuzlarına emanet edip Kız Kulesi’ni
izlemek isterdim’ derdi.
Ezgi,Onu ne kadar sevmese de gerçek olan şuydu ki Orhan Onu
çok seviyordu.Kendisini Ezgi olmadan solunum makinasına
bağlanmış biri gibi hissediyordu.
Orhan’ın kalbinin dili ’İstanbul Türkçesi’ydi;zarif ve
narin.İlk ses;’İşte ölümsüz aşk,’ diye zırvalarken,İlham
Perisi;’Ne kadar dokunaklı ve anlamlı,’ dedi.Son olarak
kapı gıcırtısı ses;’Orhan biliyor musun,sen tam bir
ahmaksın ve de ahmak olarak kalacaksın.’ dedi.
27 Temmuz-6 Ağustos 2008
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.