- 947 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BİR ÇOCUK NASIL ÖLÜR?
BİR ÇOCUK NASIL ÖLÜR?
Karın insan boyunu geçtiği bir güne daha uyanıyordu güveli mezrası. Birkaç gündür durmadan yağan kar mezradaki hayatı mahvetmişti. Köylüler bir haftadır evlerinden çıkamıyordu. Olacakları hissetmiş olacaklar ki evlerine depoladıkları yiyecek, erzak ve odunlarla yaşamaya çalışıyorlardı. Sobanın sönmemesi gerekiyordu. Çünkü soba soğursa, kerpiç evin duvarlarından odaya doluşacaktı buz gibi hava. Bu yüzden tahmini iki haftalık odun stokları şimdiden bitmeye yüz tutmuştu. Bu kış beklendiğinden de soğuk gelmişti. Kar eriyip gitmek bir yana, gökyüzünden akarcasına yağıp yerdeki örtüyü kalınlaştırıyordu. Hayvanlar yemsiz, bitkiler güneşsiz, erkekler işsiz, çocuklar ilgisiz kalmıştı. Kış sadece yoksulluğa değil, yoksunluğa da sebep olmuştu. Dokuz haneli bu mezraya bir haftadır boğucu bir sessizlik hükmediyordu.
Hasanın evi dokuz haneli ve mezranın sonundaydı. Mezranın sırtını dağa yasladığı yerdeki derme çatma kerpiç ev onlarınkiydi. Yedi çocuğu vardı. En büyük oğlu evlenip gideli yıllar olmuştu. İki kızını da şehirden bir aileye vermişti. Üç çocuğu şehirdeki yatılı bir okulda okuyordu. En küçük çocuğu iki yaşında erkekti.
Oğlu hastaydı. İki gündür yakasına yapışmıştı zatürre. Zor nefes alıyordu. Terli uykusunda kesik kesik çektiği nefesi öksürük nöbetiyle beraber veriyordu. Ateşi vardı, üstelik iki gündür doğru dürüst yemek yememişti. Köy yolunun açılmasını bekliyordu hasan. Karayollarının bir türlü göndermediği kar temizleme aracı yolu açar açmaz oğlunu hastaneye yetiştirecekti. Ama araç gelmiyordu. Sabahtan beri defalarca jandarmayı aramış, her defasında yardım sözü almıştı. Ama kar hala kalkmamıştı yoldan.
Oğluna baktı. Küçük çocuk battaniyenin içinden zar zor aralamıştı gözlerini. Odada dönüp duran babasını takip etmeye çalışırken dudakları titriyordu. Annesi yanında oğlunun ateşini düşürmeye çalışıyordu. Oğlunun başındaki bezi ıslatırken yanık sesiyle söylediği Kürtçe ninni sık sık oğlanın öksürükleriyle bölünüyordu.
Bezi sertçe duvara fırlattı hasanın karısı. Gözleri dolmuştu:
“bir şey yap hasan. Çocuk ölüyor. Kurban olayım bir çare!”
Hasan çaresizdi. Pencerenin yanına gitti. Dağları izledi. Mırıldandı:
“az daha, az daha sabır. Şimdi gelirler.”
“ gelmez bunlar hasan. Bu karda kışta kimse çıkıp şu oğlana yardıma gelmez. Köyü ara bir araba bulsunlar.”
“ aradım, vallaha aramadık er bırakmadım. Orda da yollar kapalı. Mezraya ulaşamayız diyorlar. Köye yetiştir, araba buradan gider diyorlar.”
“ olur mu öyle şey hasan. Bu karda kışta yürürsen altı saatlik yol. İkinizde ölürsünüz bu ayazda.”
Daha fazla duramadı hasan. Gocuğunu, botunu giydi. Beresini, atkısını taktı. Dışarı çıktı. Kar durmamıştı. Dağın sırtına doğru yürümeye başladı. Sırta yetişirse geldiklerini uzaktan görebilecekti. Ayakları her adımında kara saplanıyordu. Yoğun bir uğraştan sonra sırta ulaştı. Uzanıp giden toprak parçasını izledi. Hiçbir karaltı yoktu beyazın içinde. Gelmemiştiler. Bir taşın üzerine oturdu. Ayağıyla sertçe ezdi karı. Sigarasını yakıp ağır ağır içmeye başladı. Daha fazla tutmadı kendini. Ağlamaya başladı. Omuzları sarsılıyordu, gözyaşları oluk oluk akıyordu hasanın. İlk defa bu kadar çaresizdi…
Eve döndüğünde kardeşi de gelmişti. Durmadı banyoya geçip abdest aldı. Yatsı namazını kıldı. Bir namazlık süre de dua etti Allaha. Oğlunun sağlığını istedi, onu almaması için gözyaşları içinde yalvardı.
Saat gece yarısını gösteriyordu. Yardım hala gelmemişti ve küçük çocuğun durumu çok daha kötü bir hal almıştı. Öksürmekten nefes alamıyor, yüzü nefessizlikten morarıyordu. Dayanamadı. Dama çıkıp şebekeyi yakaladı. Jandarmayı aradı yine. Yardım istedi, o herkese gönderdikleri helikopteri istedi. Her zamanki gibi söz verip kapattılar telefonu. Helikopter sesini duyabilmek için damdan inmedi. Aslında gelmeyeceğini biliyordu helikopterin. Devletin olanaklarının onun için değil parası olanlar için hazırda bekletildiğini biliyordu. Kim bir çoban parçası için koskoca helikopteri havalandırırdı ki. Ama yinede o gelmeyecek helikopteri beklemeyi, oğlunun ölümünü seyretmeye yeğliyordu.
İki saat boyunca bekledi. Duyduğu tek şey az önce evden yükselen feryatlardı. Sigarasını söndürdü. Ağır ağır eve girdi. Karısı onu görünce dayanamadı kocasına saldırdı. Karısını aldılar köylüler. O oğlunun yanına oturdu. Öpücüklere boğdu. Sonra kalktı. Salona gitti. Bir çuval aldı. Odaya geldi. Oğlunu yavaşça kaldırıp çuvala koydu. Çuvalı sırtına atıp dışarı çıktı. Kar durmuştu. Kardeşi de ardından gelip yetişti:
“ne yapacaksın şimdi?”
Hasan, yorgundu:
“ onun gömeceğim.”
…
Yunus Öklav
YORUMLAR
Tam ortamıza düşen, fakat asla gömülmemesi gereken bir acıydı hikayenin kaynağı. Çok acıydı hem de. Bir çocuk, henüz çocuk gibi bir çocuk hem de. Fakat artık yok bir çocuk. Ne çok çocuk var? Eksilse ne çıkar biri beşi bini on bini? Öyle ya sürekli çok çocuk diyoruz bağıra bağıra. İşte çok çocuk. Fakat neden yok bu çocuk? Tebrikle...