Banaz köyü hatıralarımdan
…..Altımızdaki 1952 model tuzla malı bir arazi arabası olan jeep marka araba adeta altımızda tepinir gibi, dik yamaçları aşan patikamsı ve tozlu yolda yukarıya doğru tırmanarak ilerliyordu. Bazı yerlerde çıkmaya çalıştığımız yamacı tırmanamıyor araba her ne kadar arabamız arazi fitresinde gidiyorsa’ da yine de bazen kesilir gibi oluyordu.
….Şoför hemen arabanın arazi fitesini tekrar yükselterek takarak gaza yüklenmeye başladı. Araba bu defa büyük bir gürültü çıkararak, çıkmaya çalıştığımız dik yokuşları keçi gibi tırmandıktan sonra, nihayet çıkmak istediğimiz düzlüğe çıkabildik.
…..Önümüzde göz alabildiğince uzanan bir düzlük vardı. Düz arazinin kimi yerleri pancar tarlasıydı kimi yerleri elma bahçesi kimi yerlerinde’ de hala hasatla gelmemiş olgunlaşmamış sararmamış ve hasat edilmemiş tahıl ekiliydi. Alabildiğince uzanan ovanın tam ufkunda başı dumanlı koca Yıldız dağı ovaya sanki ovayı kuşlardan korumaya çalışan bir korkuluk gibi olanca ihtişamıyla ovanın başucunda dikilmiş dumanlı zirvesiyle eteğindeki ovaya bakıyordu.
….Birden Pir Sultan’ nın bir sözü aklıma geldi. Ben de bu dağlardan aşar, şaha giderim, Niçin gitmez Yıldız dağı dumanın.” diyordu şiirinde Kim bilir belki dediği o yıldız dağı burasıydı. Saten etrafta görünün öyle onun dediği gibi yüksek başka dağlar da yoktu.
….Ben araba düzlüğe çıkınca biraz olsun rahatlamıştım. Sarsıntılar gitmişti artık arabanın içinde gideceğimiz yere daha rahat bir yolculuk yaparak gidiyorduk.
….Bahçelerin tarlaların arasından geçip bir müddet düz bir yolda gittikten sonra, bir tepenin üzerinde kesilmeden korunduğu belli olan küme halindeki çam ağaçları bulunan küçük bir tepeyi gördüm.
….Burayı merak etmiştim, çünkü etrafta ne bir orman vardı, ne de dağlık bir alan vardı. Sadece bu küçük tepe ve bu tepen üzerindeki gördüğüm çam ağaçları vardı yanımdaki arkadaşa sordum. Aldığım cevapla onların ta Pir Sultan zamanından beri orada olan ağaçlar olduğu, kimsenin oraya ne dokunabildiği ne de oradan kesebildiğini oranın koruma altında olan bir yer olduğunu öğrendim. Bir de orada o çam ağaçlarının altında Pir sultan’ nın annesin, babasının ve onun ölmüş kardeşlerin mezarının olduğunu öğrendim.
….Yanımdaki konuşup buralar hakkında bilgi aldığım oraları tanıyan bilen arkadaşıma kendisi nerede yatar onun mezarı nerede diye sordum.
….Bana uzun bir oho çekerek ohooo dedi, o bir ermiş kişidir. Kimse onun mezarının nerede olduğunu bilemez onun mezarının yeri için kimi der o ipten kurtulup İran şahının yanına gitti belki mezarı oradadır. Kimi der bunlar safsata, o asıldı ve onun mezarını gizlice kimsenin bilemeyeceği bir yere kazdılar ve oraya Pir Sultan Abdal’ ı gömdüler diye söyleniyor diyerek cevap verdiler.
….Sonra bana bildiklerini anlatırken ve bana mezarı haltan falan gizlendi kimse ne olduğunu kesin bilmez diye konuşurken, birden arabamızın önüne at gibi iri kıyım üç beş boynu demir uçları sivri demir tasmalı kurt köpekleri çıkıverdi. Arabamızın etrafında havlayarak dönmeye başladılar. Ben arabanın önünde oturduğum için neredeyse ayağımı birazcık kenara çıkarıversem köpekler hemen ayaklarımı kapıvereceklerdi.
…..Neyse’ ki artık köye girmiş sayılırdık da geldiğimizi gören insanlar ve köyün köydeki muhtarı bizim arabanın geldiğini görünce köyün girişinde bizleri ilk karşılayan ve arabamızın etrafında dönüp duran köpeklerin bağırışmalarına koştular geldiler. Köy muhtarının ve arabaya doğru koşan köy halkının onları kovalamasıyla bu köpeklerden kurtulmuştuk.
….Vardığımız bu köy Banaz yani Pir Sultan’nın köyüydü. Küçük bir köydü. çamurlu sokakları çatısı toprak evleriyle tipik bildiğimiz bir Anadolu köyüydü.
….Etrafındaki elma bahçeleri içindeki toprak damlı evleriyle güzel ve uyumlu görünen bir köydü.
….Gittiğimiz bu köyde biraz işimiz vardı. Hem işimizi yapmak için hem de köy muhtarının davetini kıramadığımız için mutarla beraber köy odasına gittik.
….Muhtarın bizi köy odasında ağırlamaya başlamasıyla beraber köyde bizim geldiğimizi kim duymuşsa koşup yanımıza gelmişlerdi.
….Gelenlerin içinde köyün ozanları yaşlıları neredeyse köyde kimse kalmamış hepsi gelmiş odanın içinde dolmuştu.
….Bulunduğumuz misafir edildiğimiz dört köşe odanın üç tarafı tahta sedir ile çevriliydi ve sedirlerin üzerinde minderler sıralıydı sanırım yerde de ev tezgahında örülme kir kaç kıl kilim seriliydi.
….Odanın Duvarlarında İran işi kilimler asılmıştı, ve Hz. Ali in resmi ile yine onun yanına da Mustafa Kemal Atatürk resmi ‘i asmışlardı.
….İçeriye giren baş köşede oturan bizleri ellerini göğüslerine götürerek ve başlarını eğerek bizleri selamlıyor sonra da odanın içinde duvarın diplerine yere diz çöküp oturuyorlardı.
….Aradan biraz zaman geçti biz onlarla sohbet ederken bir de baktım ortaya bir yemek sofrası geldi. Sofranın ortasında çeşit, çeşit yemekler ve yemeklerin yanın da’ da onların olmazsa olmazı olan rakıları ve onun kadehleri vardı.
…..Davetleri üzerine odanın içindeki yemeklerini yerken elinde sazıyla gelen ozanlar sazlarını konuşturmaya başladılar. Devamlı olarak bunlar biz yemek yerken sözleri Pir Sultan Abdal’ ait olan türkülerini çalıp söylüyorlardı.
…..Bunların içinde öyle biri vardı ki, bu ozan diğerlerine göre, hepsinden daha içli ve daha güzel söylüyordu. Muhtara neden bu ozan bu kadar içli söylüyor dinliyorum ve bakıyorum bu çalıp söyleyen ozan öbürlerine göre farklı söylüyor deyince, muhtar bana beyim dedi. Bu gördüğün aşık onun torunlarının torunudur. Onun içindir böyle söylüyor deyince, Pir Sultan Abdal’ın torunun torunu da görebilmenin gurunu yaşamıştım.
• Ekilmiş tarlada bostan olursam,
• Düşüp de dillere destan olursam,
• Kara toprak senden üstün olursam,
• Bu yıl bu yayladan şaha gideriz.
….Bizi o gece bırakmadılar, çalıp söyledikleri sazlarıyla sözleriyle gece boyu eğlendirdiler ve bir ara ören yeri haline gelmiş hala korumaya çalıştıkları bir zamanlar Pir Sultan burada yaşardı dedikleri dergah yerini gösterdiler.
….Hoşça bir vakit geçirmiştik. Sonra onun anılarını yerinde anmakla memnun olmuş olarak ertesi gün işimizi yapmış olarak aynı yoldan geri kaldığımız geldiğimiz yere döndük.
17 Eylül 2007
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.