Heybedeki turp ve haşhaşiler olimpiyatı - 2
İbretlik Hikâyeler – 4
HEYBEDEKİ TURP VE HAŞHAŞİLER OLMPİYATI – 2
Not: Bu yazı, yukarıdaki “Heybedeki turp ve haşhaşiler olimpiyatı –1” adlı bir önceki yazının bir devamıdır.
Zaman, beklenildiği için su gibi geçmese de; yinede bir hafta tamamlanmış, beklenen Salı günü akşamı nihayet yine gelip çatmıştı. Ev sahibi Süavi bey, akşam misafirleri olduğu için yemeğini erkenden ve çabukça yemiş, misafirleri gelmeden etrafı toplamaya başlamıştı. Sesi gür çıkan zil, o gün çok erkenden çaldı. Süavi bey, kapıyı açınca çok şaşırdı. Çünkü, her toplantıya en son gelen Yusuf, o gün akşam namazından hemen sonra ve akşam yemeğini yemeden, hatta evine dahi gitmeden; bir an önce toplantıya gelmiş ve bu yüzden de Süavi beyi şaşıtmıştı. Hoşbeşden sonra zil hiç susmamış, yarım saat içinde tam on kişi olmuşlardı. Toplantı başlayınca da, içlerinden birisi bu toplantıya ilkdefa geldiğinden dolayı hemen ilk onun tanıtımı yapılmış ve böylece adının Mustafa, yaşının 55 ve işinin de berberlik olduğu anlaşılmıştı. Diğer iki kişi ise,17 Aralık sonrası yaşanan bölünmeden dolayı grubu terkedenlerden gazete büfesi işleten Musa ile boşta gezer Selâmi idi.
İzmir’den misafir olarak gelen büyük abiye daha çok zaman ayırmak için, o günkü derse biraz daha erken başlamış ve erkenden bitmiş ve çaycı Turan, gıcırdayan kapının sesi ile beraber, elindeki çay tepsisi ile gevşeme molasınını başlatmıştı. Bütün gözler, hâlâ adını bile bilmedikleri; geniş omuzlu, nur yüzlü, yumuşak sesli ve ses tonunda bile bir edep ve terbiye bulunan büyük abiye çevrilmişti. Çayını biraz acele ile içen büyük abi ise işin farkında olarak, kendiliğinden “Bismillahirrahmanirrahim” diyerek söze başladı ve ““geçen hafta söylemeyi unuttum, adım Fikret ve bir hastanede röntgen bölümünde çalışıyorum. Aslında bu gün işbaşı yapmam lazımdı ancak bir gün izin alarak sizlerle tekrar buluşmak ve sohbet etmek istedim” dedi.
Toplantıda bulunan on kişi, nefeslerini dahi tutarak pür dikkat, büyük abiyi dinliyorlardı. “Önce” diye söze başladı büyük abi ve devam etti; “ben şiiri çok yazan ve söyleyen biriyim. Ayrıca yeri geldikçe ve hatırladıkça, âyet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri de çok sever ve konuşmalarımı bunlar ile süslerim. Bu yüzden arada bir konuşmamı güzelleştirmek için; şiirle, âyet-i kerimelerle veya hadis-i şerifler ile süsleyeceğim. Çünkü şiir; yazarken de, okurken de, insanı dinlendiriyor ve adeta insanı farklı boyutlarda dolaştırıyor. Ayrıca, âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler ise, insanı sanki uhrevi bir alana taşıyor…” Derin bir nefes alıp, yeni gördüğü üç kişiye bakarak, “önce sormak istiyorum, geçen hafta olmayıp yeni gelen Mustafa kardeşime, berberler iyi nabız tutarlar. Yaşanan bu son olaylar hakkında müşterilerin ne düşünüyorlar?”
Mustafa, çok zeki ve hafızası kuvvetli biri olduğundan dolayı; bir ajans haberi gibi, daha önce cemaat hakkıda söylenen sözleri peşpeşe hızla sıraladı. Büyük abi, içinden bu sözleri susturmak isterken konuşulmasına kendi vesile olduğu için çok üzüldü ve üzüntüsünü belli etmeden konuyu kapatmak için, hızlı bir teşekkür faslından sonra hemen gazete satıcısı Musa’ya dönerek; “ya senin fikrin nedir, bu hususlarda?” dedi. Musa, ağzı kulaklarına vararak; “çok şükür gazete şatışlarımız ve dolayısiyle kazancımız arttı. Geri iadelerimiz azaldı” dedi. Musa daha devam edecekti ki, büyük abi “sana da teşekkür ederim” diyerek Musa’nın saçma sözlerini kesip, hatırını sormak için Selâmiye doğru yöneldi. “Selâmi bey kardeşim, bir de senin fikrini alsak, acaba bizlere, sen ne söylemek istersin?” dedi. Selami, meşakkatten çizgilerin kapladığı yüzünü ve mavi gözlerini büyük abiye dikti, derin bir soluk alarak; “ ah!” dedi ve peşinden ekledi: “bu karda kışta, zaten işsizlik belimi bükerken, bir de cemaatin uğradığı sözlü saldırı ve Muhterem Hocaefendiye yapılan ağır ithamlar.. sanki, bana bir ölüm emri gibi geliyor ve daha da ötesi başımıza gelen bu saldırılar, sevip saydığımız sırtımızı dayadadığımız bir kişiden gelmesi, beni iyice kahretti. Bu fitne neden ve nasıl çıktı, nasıl devam edecek.. ve de ne zaman ve nasıl sona erecek, bu fitnenin bedeli bu alicenap millete neye patlaacak?..
Çok dolu idi ve daha çok anlatacakları vardı. Lâkin, büyük abi zaman azlığından dolayı onunda sözünü kesip teşekkür ettikden sonra, asıl söylemek istediklerine geçti. “Arkadaşlar, zaman gittikçe azalıyor olmasa, herbirinizin hatırını ayrı ayrı sorup;herbirinizi teker teker dinlemek ve herbirinizin fikirlerinden yararlanmak isterdim. Ancak, eğer beni mazur görürseniz; hemen konuya başlamak, böylece bu cemaat- başbakan çekişmesini, benim açımdan ve benim aklımın erdiği kadarıyla, benim penceremden görünüşünü anlatayım.” Herkes başını sessizce öne doğru sallayınca , onay almış olarak anlatmağa başladı.
* “Takriben 1979 yılında; yine gök kapıları açılmış.. Dünya, yine çok özel bir gün ve çok özel bir doğumla sevinmişti. Çünkü, o yıl ve de o gün; çok özel bir yıl, çok özel bir gün ve doğumda, çok kutsal bir doğumdu. O gün, gökyüzünden Dünya’ya yine “BÜYÜK BİR NUR!” inmiş ve Dünya’yı saran zülmete karşı direnmeye ve de o zulmeti; daha yaşı kırka bile gelmeden, izole etmekle görevlendirilmişti. O gün, mânâ alemi ve maneviyat önderleri, sevinç üstüne sevinç yaşamış.. alem, bayram etmişti. Çünkü o gün, yıllardır beklenen Allah’ın halifesi, son ve en büyük “MEHDİ” Dünyamıza teşrifetmişti.. Bu özel kişinin doğmunu bilen hal ehli, bu maneviyat güneşine ve bu müjdeye kavuşmuş olmaktan dolayı, secde üstüne secde yapmışlardı. İçinde bulunduğumuz bu Kıyamet çağı’nın manevi görevlileri ve “BEKLENEN BAHAR”rın emekçisi” üç kişi idi. Bunlardan ilki, Bediüzzaman hazretleri idi ve yaklaşık yüz yıl önceden gelip.. YOL’u, (Mehdiyet çağını) ve bu yolun pusulası (Risale-i Nur Külliyatı)nı ve de sonradan gelecek olanları ve olaylarının müjdesini vermiş.. çok zor şartlar altında da olsa, görevini lâyıkıyle yapıp.. büyük bir huzur içinde, ebediyete intikal etmişti... İkinci manevi görevli, Muhterem M. Fethullah Gülen Hocamız ki; Risale-i Nur Külliyatının rehberliğinde, bütün dünyayı; sevgi, hizmet, eğitim ve ilimle.. kuşatarak, felaketler asrı’nın insanının; derdine derman, kalbine iman, gönlünme bürhan.. salıp, şeytaniyetin ve deccaliyetin elinden kurtardığı insanları, bir sonraki ve son olarak gelen; üçüncü son ve en büyük ilâhi görevli olacak olan, “Hazreti Mehdi-i Resul”e hazırlamaktı. İşte, Bediüzzaman hazretleri gibi, Muhterem Hocamızın geçmişde ve bu günlerde çektiği çilelerin, ızdırapların, gurbetin.. gerek dünyevi ve gerekse uhrevi boyutunun sırlı sebebi budur. Beklenen bahar demişken yine bir şiirim aklıma geldi. Surprizsite.comdan
B E K L E N E N B A H A R !..
ŞİİR NO: 30 28 / 08 / 2012
Uyan artık; bak, gör, gözetle.. sen de, azar-azar,
Bir Tek’den, binlere.. giden; pek çok “kandiller!..” yanar;
Ip-ıssız çöller de dahi, sonsuz çiçekler açar,
Rüzgarlarının bile, “ILIK estiği, O BAHAR!..”
Gökte, uçan kuşlar; yerdeki, karıncalar ağlar,
O, PİR-NUR; “IŞIK ORDUSU!”na, son bir defa bakar,
Göz yaşları o gün, derya olur.. akar da, akar;
Gelir, O’nun beklediği; baharlardan bir “BAHAR!..”
Raculüzzaman’lardan biri gider, biri gelir,
Dünya, “gidenle hüzünlenir ve gelenle şenlenir!..”
Hazreti. Mehdi, o gün bütün mahlûkâta seslenir
Şeytanın üzülüp, meleklerin sevindiği “BAHAR!..”
İşte tam o zaman, Alem-i İslâm; pek çok naçar;
İslâm’ın kanı, sanki dereler misali; akar da, akar…
Mehdiyle; hem Arz’a, hem de gönüllere NUR yağar,
Ukab’ın, sur-u İstanbul’a dikildiği “BAHAR!..”
Bu sırrı çöz! Yoksa, Zümrud-u Anka’n kaçar,
Bu gizemi çözen, kendini; “İNSAN!” diye anar;
Zaman, “hizmetin zamanı” gafletini, soy çıkar,
Üç “KUTLU ZAT’ın!” el-ele ısıttığı bir "BAHAR!" .
31-07- 2012 SAAT: 040:15 Konak/İZMİR.
İslâm dininin, SOSYAL HAYATI, yani günlük yaşantıyı dolayısiyle de; siyaseti.. de içine aldığından dolayı, siyaset alanında da yine ilâhi görevli en üst düzeyde siyasi görevli olan üç kişi daha vardı ki, isim olarak bunlar sırasiyle; yıllarca yerinde sayan Türkiye’nin siyaset, iktisat ve gelişmesinde.. ayrıca, Dünya’da lider ülke olmasında görevli olan; 1) Recep Tayyip Erdoğan, 2) Abdullah Gül, 3) Dünya’yı Bediüzzaman Hazretleri’nin yadığı Risale-i Nur’ların gösterdiği istikâmetde dini ve ahlâki.. alanda fethedip.. bir gönül imparatorluğu kurulmasındaki siyasi bağlantıyı sağlamakla görevli olan, Muhterem Muhammed Fethullah Gülen Hocaefendi’dir.
Hocefendinin yukarıda bahsettiğimiz birbirinin ZIT’tı, din, ilim, hizmet, ortak değerlerin birleştirilmesi.. ve bunları yapıp başarabilmek için de mecburen siyaset.. bu iki görevi kendisine manevi olarak da bildirilmiştir. (Manevi görevlendirme için Hocaefendi’nin kendi yazdığı “KÜÇÜK DÜNYAM” adlı eserine bakınız.) Dolayısiyle de bilinçli olarak bu ilâhi görevinin farkında olanı, bu sebeple de sevinen ve secde yapanı.. o günlerde ‘İzmir-Bornova’da Merkez Vaizliği yapan, yaşı daha 40’a bile varmamış 1941 Erzurum doğumlu Muhterem Muhammed Fethullah Gülen, aldığı bu müjdenin, yaşadığı bu sevincin.. şükrünü eda için, ZAMAN’a bir imza ve gönüllere de.. damga vurması adına, İzmir-Bozyaka’da minik bir matbaa kurulmasına, SIZINTI adında “dini ve bilimsel içerikli” bir dergi çıkarılmasına öncülük eder. Böylece Dünya’yı; “İLMİ, DİNİ, SİYASİ, SOSYAL VE EKONOMİK ALANDA..” birbirine bağlayan bir “ilim, din ve gönül.. seferberliği başlatarak, ilk köprüleri kurar. İlk yazısını ve de ilk fikirlerini böylece bu dergide yazmaya.. sonuçta da, manevi olarak kendisine verilen ve tek başına sürdüreceği, Dünya’yı dini ve ahlâki alanda fethetmesi ve Hz. Mehdi’ye hazırlaması gibi, çok zor ve meşakkatli olan görevine başlar. İlâhi dediğimiz görevine gelince; araştırmacı yazar merhum Aytunç Altındal’ında kendisinin tercüme ederek yayınladığı “Türk İmparatorluğunun Çöküşü” adlı “KEHANETLER KİTABI”nda da belittiği ve daha başka dini ve kêhanetimsi kaynaklarda belirtilen ve Abdullah Gül zamanında gerçekleşecek olan, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Türkiye devletine değişip dönüşmesi gibi; “O EN BÜYÜK VE MÜJDELİ, Hz: MEHDİ’nin LİDERLİĞİNDE” Türkiye Devleti’ninde, yeniden bir “İslâm İmparatorluğu’na dönüşmesine ve dönüştürücüsüne giden yolun, kilometre taşlarını (bilerek veya belki de bilmeyerek) döşeyip.. hazırlamaktır. Aşağıdaki, diğer iki İlâhi görevli ile beraber. Burada sırası gelmişken, sizlere iki şiirimi okumak istiyorum.
Bir zamanlar, Dünya’ya düzen.. esen rüzgarlara bile, yön veren.. “Koca bir ÇINAR!” vardı. Kaderin bir cilvesi ve entropinin etkisi ile bir gün geldi, yaşlandı.. ve en sonunda ise akbabalar ve atmacaların bayram yaptığı bir viraneye döndü.
Çınarın düşmanlarının sevinçleri, bir müddet keyf içinde devam edince;“hep, böyle gelmiş.. böyle gider..” sandılar ve sonunda da, çok korkunç aldandılar. Çünkü; Çınar’ın dibine, tohumu düşmüştü ve kimse bu tohumu fark edememişti.
Bu tohum; “Koca Çınar’ın” soyunu sürdürmek için, çok büyük bir savaş vermişti. Günü geldi; filiz verip, boy attı. Artık; filizi DAL’a, DAL’ı da; GENÇ BİR FİDANA DÖNÜŞTÜ!...
Şimdi ise; atasının soyunu sürdürüyor, dökülen şehit kanları ve yapılan dualarla beslenip büyüyor.. ve “sadece, yönünü bulmak için..” esecek o “TANIDIK RÜZGAR!”ını bekliyor...
TOHUMDAN ÇINAR’A
( O s m a n l ı g e r i g e l i y o r – 2)
Surprizsite.com şiir no: 177
Babası, Osman’lı gitti,
Oğlu, Orhan’lı geliyor...
Hasretin, zamanı bitti,
Tarih tekerrür ediyor...
Üstündeki tozu, sildi,
“KUTSAL GÖREV” üstleniyor!..
“KOCA ÇINAR”ın.. FİLİZ’i,
Büyüdü.. DAL’a dönüyor!..
Bir SAİD, bir maya tuttu,
Un’u helâl.. su’yu helâl!..
Tam, üç yüz yılını, yuttu,
Birden çöken, bir izmihlâl!..
Aniden, aklı tutuldu,
Başında, bir büyük melâl!..
Şehitler, baktı.. büyüttü,
Şimdi, “ÇINAR” oldu.. O, DAL!..
Allah’ın, GARİP MECZÛB’u(!),
Harcadı, tüm hayatını...
Hem, SÜFYAN’ın umudunu,
Hem, yaptığı taribatı!..
Hem de, çok günahkâr kul’u,
Kurtardı, tüm imanını...
“ASİL ÇINAR”la, doldurdu,
Dünya’nın, dört bir yanını...
OĞUL, yine şaha kalkmış,
Gelmiş, o EŞREF SAATİ!
Heybeti, dalından sarkmış,
Kökü, mazideki “ATİ!”
Gönüllere, bir nur akmış!..
Resulden gelir, şefkati,
Dünya’yı, peşine takmış,
Çünkü, Allah’tan BERAT’i...
15:04:2009 SAAT: 22:10 KONAK-İZMİR.
Meczûb: Aşk-ı İlâhî ile kendinden geçen.. Hakk aşığı.
İkinci şiirim ise:
O S M A N L I G E R İ G E L İ Y O R...
ŞİİR NO: 113 22-12-2008
Şarki Anadolu’dan, yine fışkırdı bir NUR,
Gurbette, çilede; gözleri yaşlı, bir “PİR-NUR!.”
O’na; bu nur gücünü veren, nurlardan “EN-NUR”,
O; dönünce, olacak her yer, NUR İÇİNDE NUR;
Şarki Anadolu’dan, yine fışkırdı bir NUR...
Gözünden akan yaşlar, sanki nur’dan bir BİLLUR,
Gelince içimizde, gönüllerde bir HUZUR.
O’nunla engellendi, nice FİTNEve FÜCÛR,
Şimdi, O’nun ile başlarımız, daha VAKÛR;
Gözünden akan yaşlar, sanki nur’dan bir BİLLÛR...
Artık, “BEKLENENİN GÜNEŞİ” etmekte ZUHÛR,
Yakıldı her tarafta, buhur üstüne BUHUR.
Şimdi, sırasını bekliyor; NUR’UN ALÂ NUR,
Akan gözyaşları, Nurs’da şükürle YOĞRULUR;
Artık,”BEKLENENİN GÜNEŞİ” etmekte ZUHÛR...
S
Bu nur seli ile; Osmanlı, tekrar DOĞRULUR,
Ne kadar yapılsa da; yetmez , HAMD ile ŞÜKÜR.
Buna; Müslüman sevinir, kâfirler KAHROLUR,
Bu nur selinde, müminlere de.. AF, UMULUR;
Bu nur seli ile; Osmanlı, tekrar DOĞRULUR...
22-02-2002 SAAT: 05:15 Karşıyaka- İZMİR.
Farkında olmasa da, bu İlâhi görevli diğer iki kişiden ilki, yine 1979 yılında Saadet partisinde İstanbul İl Gençlik Kolu Başkanlığı yapan, büyük İslâm düşünür ve takdisyeni, Prof Dr. Necmeddin Erbakan yanında yetişip, deney kazanan; 1954 doğumlu Recep Tayyip Erdoğan’dır. Erdoğan, Türkiye Cumhuriyet’nin Başbakanlığına gelmeden evvel; bir çok küçük Dünya devletinden çok daha büyük olan ve çok yakında Dünya İslâm imparatorluğunun merkezi olacak İstanbul’da, uzun yıllar Belediye başkanlığı yaparak büyük deneyim, kariyer ve sükse kazanmış.. ayrıca da; ‘burnunu kırdıran, A.B.D. başkanları karşısında esas duruşda duran, örtülü ödeneğini kalpazanlara kaptıran, yedi defa gidip altı defa geri gelerek bir türlü başbakanlığa doymayan; eli Kur’an’lı, dili imanlı.. fakat, ayni Kur’an’ın ikiyüz küsür ayetinin laikliğe dolayısiyle de uygulamaya ters olduğu için hiçbir zaman uygulmayan, İlk T.B.M.M.’sinin milletvekilleri “KAVUKLU VE SARIKLI” oldukları halde, başbakanlığı sırasında toplumun her kademesinden insana iftar verdiği halde, bir hocaefendiyi de iftara çağırdı (irticacı) diye, vesayet güçleri tarafından başbakanlıkdan alaşağı edilen başbakanlardan bıkmış.. dolayısiyle de, bitmez tükenmez ekonomik ve siyasi darbelerden yakasını bir türlü kurtaramayan.. Türkiye halkının ise, özlediği ve beklediği özelliklere sahip bir başbakan olarak seçilmiş ve ilk 11 yılda kesintisiz olarak ve üstelik her yıl oy oranını artırarak başbakanlığını sürdürmüştür. Yaptığı en az 40 civarındaki icraatından yalnızca birisini, daha önceki başbakanlardan birisi yapsaydı; “DEVRİM YAPMIŞ OLARAK TARİHE GEÇECEK, ÇAP VE BÜYÜKLÜKDE ESERLERE İMZA ATMIŞTIR.”
Aralıksız konuşmaktan dolayı, büyük abinin ağzı kurumuştu. Önce esnaf Yusuf’a baktı ve “Yusuf kardeş, ‘senin heybedeki Turpun hâlâ duruyor mu’ bilmiyorum. Fakat benin ağzım kurudu.” Sonra çaycı Turan’a dönüp, sadece “Turan kardeş” dedi ve iki parmağıyla gırlağına iki fiske vurdu. Turan, çay getirmek üzere yerinden fırladı…
Not: 1) İbretlik hikâyemiz önce; “Muhterem Başbakanıma ve sonrada Muhterem M. Fethullah Gülen Hocaefendiye mektup ile devam
edecekdir.
Not: 2) Yukarıdaki öne sürülen bütün fikirler ve teorilerin tamamı, benim kişisel görüşüm olup; hiçbir sebep ve şart altında, hiçbir kişi
ve kuruluşu, hiçbir şart ve sebeple bağlamaz/bağlayamaz. Bu yazının tamamında veya bir kısmında ileri sürülen fikir ve
teorilerden hareketle, hiçbir kişi veya kuruluşun; yukarıda ismi geçen her üç şahsın istismarı için, aleyhlerinde bir bilgi ve belge
kullanalamaz. Ayrıca bu üç şahıstan her biri, yukarıdaki yazdıklarım hakkında, her ne görüş bildirirler ise; iddaaları aynen doğru
ve geçerlidir. Bu takdirde benim görüş ve iddaalarım. Sadece bir ZAN’dan ibarettir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.