- 707 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Ruhunun Anahtarı (4.Bölüm) Final
Yüreğinin aniden göğüs kafesinden çıkarak havaya doğru yükseldiğini fark etti. Evet, o siyah atlı adam odanın ortasında duruyordu. Ve odanın arka tarafını kapatan kırmızı bir perde vardı, siyah atlı adamın arkasında. Ağlama sesleri de bu perdenin arkasından geliyordu. Ağır ağır ilerleyen yüreği, aniden siyah atlı adamın kılıcına saplandı. İçinde büyük bir boşluk hisseden genç adam, yüreği olmadan nasıl yaşadığına anlam veremiyordu. Aniden siyah perdenin açıldığını fark etti. O da ne? Perdenin arkasında ağlayan kişiler, zincirlerle bağlanmış bir şekilde duran anne ve babasıydı. Hatta biraz arka tarafta da bir askerin yanında gördüğü çocukluğu vardı.
Anne ve babası: Kurtar bizi evlat, lütfen kurtar bizi bu azaptan. Diyerek ağlıyorlardı.
Yaşamı boyunca yaşadığı kötü olaylar sonucunda yüreği kararan genç adam, bir yandan anne ve babasını kurtarması gerektiğini düşünüyor, bir yandan da yıllardır onlarla yaşadığı olumsuz olayları hatırlıyordu.
Bu düşünme sırasında siyah atlı adam bağırmaya başladı: Hey sen, eğer kılıcımın ucuna saplanan yüreğini kurtarabilirsen daha doğru cevaplar üretebilirsin.
Genç adam: Sen de kimsin? Neden bana tafside bulunuyorsun? Yüreğimi nasıl aldın benden?
Siyah atlı adam: Benim kim olduğumu bırak, eğer hakikati bulmak istiyorsan öncelikle yüreğini kurtar!
Genç adam, büyük bir çaresizlikle bunu nasıl yapabileceğini düşünürken, ikiz askerlerden biri genç adamın omzuna dokundu.
İkiz askerlerden biri: Şimdi beni dinle evlat. Şu belimde ki silahı hatırlıyor musun?
Genç adam, zihnini yoklamaya çalıştı. Evet, bu silah amcasının dolabında gördüğü o meşhur silahtı. Hatta amcası ona, bu silah senin büyük dedenin silahıdır. Büyük deden ve ikiz kardeşi Çanakkale Savaşında şehit oldular. Ve biz de onların anısına bu silahı saklıyoruz. Demişti.
Amcasının dediklerini hatırlayan genç adam: Evet o silah benim büyük dedemin silahıdır. Büyük dedem ve ikiz kardeşi Çanakkale’de şehit olmuşlar.
İkiz askerlerden biri: Evet evlat, sen beni hiç görmedin. Sen doğmadan yıllar önce biz bu vatan uğruna canımızı feda ettik.
Genç adam: Peki, o zaman siz nasıl burada olabiliyorsunuz?
İkiz askerlerden biri: Şehitlerin ölüler olmadığını Allah, Kur’an’da bildiriyor evlat. Bizler senin kurtuluşun için görevlendirildik. Hani seni buraya gelmeye teşvik eden rüya vardı ya, orada gördüğün kararmış yüreğinin ortasında kalan küçük bir beyazlık uğruna, rahmeti sonsuz olan Allah, sana bunları yaşattı. Geçmişte yaşadığın bütün kötü olayları unut ve artık yüreğinin ortasında ki o nurun çoğalıp büyümesi için seni yaratan Allah’a yönel. Böylece kendine ve çevrendekilere karşı olan bütün kinini terk ederek, yüreğini kurtar. Ne zaman ki yüreğini kurtarabilirsen, hem çocukluğunu kurtararak tekrar çocukluğunda ki gibi temiz bir yüreğe sahip olacak ve böylece kendini kurtarmış olacaksın. Hem de aileni kurtaracaksın.
Bütün bu yaşananların ardından, genç adam elini kılıcın ucuna saplanan yüreğine doğru uzatarak: Ey alemlerin sultanı Allah’ım. Bana rahmetinden bir taç giydir. Sen ki en çok bağışlayansın. Ne olur geçmişimde ki fenalıkları bağışlayarak, kalbimde ki nurun artması için bana yardım et. Yüreğimi kurtarıp senin rızan için yürüyebilmemi sağla. Diye dua etti.
Gözlerinden düşen damlaların ardından, kılıcın ucundaki yüreğinin ortasında olan küçük beyaz noktanın gittikçe genişlediğini gördü. Yüreği aniden kılıcın ucundan çıkarak göğüs boşluğuna doğru yerleşmeye başladı. Ömründe ilk defa böyle bir huzur ve mutluluk hissediyordu. Ve aniden siyah atlı adamın beyazlar içinde ki bir dervişe dönüştüğünü gördü. Elinde ki kılıç da kamıştan yapılmış bir ney olmuştu. Beyazlar içinde ki bu derviş, neyi üflemeye başladığında birden çocukluğunun gülümsemeye başladığını ve zincirlerden kurtulup ona doğru koşarak geldiğini gördü.
Çocukluğunda ki sevecenliğe ve umuda tekrar kavuştuğunu fark eden genç adam, anne ve babasının yanına koşarak: Beni affedin, ben ki nefsime yenildim ve geçmişimde yaşadığım sorunlar yüzünden size karşı çok kaba davrandım. Ne olur beni affedin. Diyerek anne ve babasının zincirlerini kırdı.
Anne ve babasının da yüzünde bir tebessüm belirdi ve onlara sıkıca sarıldı.
Annesi sevinç göz yaşları dökerek: Sen de bizi affet oğlum. Biz de sana layık ebeveynler olamadık. Yaşadığın sorunları istemeden de olsa görmezden gelerek, sana gerekli ilgili gösteremedik.
Daha sonra babası girdi söze: Canım oğlum, peki dedene sarılmayacak mısın? Hani ikiniz eski evimizde çıkan bir yangında evin içinde mahsur kalmıştınız. Deden seni kurtarmıştı da kendisi yanarak ölmüştü. Sen de bu olayın etkisiyle büyük bir psikolojik rahatsızlığa yakalanmıştın. Ve hayatın boyunca o yangını hiç hatırlamadığını söyleyip, bilmediğin bir nedenden dolayı vicdan azabıyla yaşamıştın.
Genç adam, o günleri tekrar gözlerinde canlandırmaya çalıştı. O zaman çok küçüktü ve dedesini tam olarak hatırlamıyordu. Ama şuan hayatının kurtulmasına vesile olan o adamın yanındaydı işte. Dedesi, sırf o yaşasın diye kendi canını feda etmişti. Önce siyah atlı bir adam olarak görünüp de torununun hakikati bulmasını sağlayan ve kasabada ki neyi üfleyen adam onun dedesiydi. Dedesi çok büyük bir dervişti. Bir medresede insanlara dini dersler verir ve ney üflerdi.
Genç adam, büyük bir sevgiyle dedesine sarıldı. Ne babası ne de annesi onun kadar genç adamın yüreğini ferahlatamamıştı. Dedesinin nur yüzüne baktıkça kendinden geçiyordu. Onun çok özel bir yeri vardı.
Genç adam, bütün bu olayların ardından şehirdeyken ona pusulayı ve anahtarı getiren yaşlı kadını unutmuştu. Aniden hatırlayınca dedesine sordu: Peki bana pusulayı ve anahtarı verip de emanetini isteyen yaşlı kadın ve yanında ki çocuk kimdi dede? Ona götüreceğim emanet nerede?
Dedesi anlatmaya başladı: Bütün insanların yüreğinde mutlaka beyaz bir nokta vardır. İnsanoğlu yaşamı boyunca yüreğini ne kadar karartırsa karartsın, yaratıcısını inkâr etmediği sürece o beyazlık asla yok olmaz. Yani anlayacağın şu ki evlat, yüreğine ne kadar kötülük ve sıkıntı dolarsa dolsun, eğer ki sen hakikatı unutmadıysan, o nokta kadar küçük olan beyazlık bazı vesilelerle gönlünü aydınlatmak için büyümek isteyecektir. Sana da vesile olan şey gördüğün o rüya ve yaşlı kadın ile torunu oldu. O yaşlı kadın, Allah rızası için insanlara yaptığın yardımlar ve verdiğin selamlarla güzel sözlerin bedene bürünmüş haliydi. Yaşlı kadının torunu ise yine Allah rızası için hayvanlara ve Allah’ın dinine yaptığın yardımlardı. Eğer yüreğinde Allah sevdası olmasaydı ve onun için bu yardımları yapmasaydın, bugün bu olayların hiçbirini yaşayamayacak ve kalbindeki o beyaz nokta da kararacaktı. Evlat, ben senin için kendi canımı verdiğime asla pişman olmayacağım. Unutma ki bu yaşadıkların herkese nasip olmaz. Şimdi uyku vaktin geldi. Bizim de gitmemiz gerek. Sabah uyandığında masanın üzerine bakmayı unutma.
Genç adam, bütün akrabalarıyla son kez görüştükten sonra kasabada ki evde uyumaya başladı.
Derin bir uykunun ardından sabah olmuştu. Genç adam, uyandığında yine kasabada ki o eski evdeydi. Ve ortalıkta kimse yoktu. Birden alt kattan ayak sesleri duymaya başladı. Genç adam aniden korkmaya başladı, yoksa yine mi o garip olaylar yaşanacaktı? Bu kasaba terk edilmemiş miydi? Gıcırdayan kapı ağır ağır açılmaya başladı ve aniden babaannesi girdi içeriye.
Genç adam, küçük dilini yutmamak için verdiği savaşın ardından: Babaanne senin de ne işin var burada?
Babaannesi: Aman oğlum, korkuttun beni. Sen burayı nereden biliyorsun? Ben dün gece çok etkileyici bir rüya gördüm. Rüyamda deden acilen bu eve gelmemi istiyordu. Ve gelip de seni görmek şaşkınlığımı bir kat daha arttırdı.
Genç adam, hemen masanın üzerine baktı ve gerçekten de orada eskilerden kalma bir Kur’an-ı Kerim ve bir de eski bir mektup vardı.
Babaannesine dönerek: Ben de seninkine benzer bir rüya gördüm babaanne. Ama her şey bu mektupta yazıyor olmalı. Diyerek mektubu okumaya başladı.
Sevgili torunum, şuan bulunduğun kasabadaki ev, benim dünyaya geldiğim ve çocukluğumu yaşadığım evdir. İlk ilim tahsilimi de bu evde yapmıştım. Senin hem beni tanımanı hem de ailenin yıllardır uğramadığı terk edilmiş bu kasabadaki evi bilmeni istedim. Bu evi sana miras olarak bırakıyorum. Çocukluğumun geçtiği o kasabayı tekrar canlandırıp, insanlara yardımcı olabileceğin bir yer haline getirmeni ve benim adıma da neyden su akan bir çeşme yaptırmanı istiyorum. Orayı canlandırman için ise evin altında gömülü olan hazine sana yetecektir. Ben ömrüm boyunca insanları aydınlatmak için çalıştım. Şimdi bu görevimi senin devam ettirmeni istiyorum. Eğer bu görevi başarabilirsen, yaşlı kadının emanetini de ona teslim etmiş olacaksın. Ha bu arada, şuan yanında olan babaannene de sahip çık evlat. Onun ilminden yararlan. Onu ne kadar çok sevdiğimi tekrar tekrar söyle ona. Ve hazinenin yanında çıkacak olan kutuda ki neyimle, özel eşyalarımı babaannene ver.
Seni çok seven deden...
Mektubun sonunda dayanamayıp ağlayan genç adam, babaannesine sarılarak içinden: Söz veriyorum dedeciğim, Allah rızası için bütün isteklerini gerçekleştireceğim.
Zaman birçok şeye devadır derler ya; o ıssız kasabanın insanların barınıp, ilim tahsil edecekleri ve ney sesleriyle bülbüllerin tekrar güle aşık olacakları, Çanakkale Savaşında çarpışan yiğitlerin gönlüne bir kez daha su serpileceği bir yer olacağı kimin aklına gelebilirdi ki?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.