- 2395 Okunma
- 11 Yorum
- 0 Beğeni
Kar Yağardı Erzurum’ a…
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kar yağardı Erzurum’ a; lapa lapa, anamın ak sütü gibi…
Karakıştan önce…
Güz ayları geldiğinde gökyüzünün rengi de değişirdi. Hele ki kasım ayında…
Kopkoyu bir griye boyanırdı. Gözelerinden onlarca sel akardı bulutların. Kime kızar kime çatardı
şimşek çakışlarıyla, bilinmezdi.
Ve kasım ortalarından itibaren kar yağardı Erzurum’ a; yumuşacık, narin, pamuk şekeri kıvamında…
İner inmez yere, toprağı öperek erirdi. Hava ısınır, ılıman bir serinlikle yumuşacık ince bir tül gibi sarardı köyümün üzerini; Kürkçü’ nün kirpikleri kanardı…
Soğuk moğuk dinlemez, kendimizi bu harikulâde güzelliğe kaptırır, ağzımızı gökyüzüne doğru açarak yağan kar tanelerini havada yakalayıp yutmaya çalışırdık. Bir iki yağıştan sonra yok olurdu bu nazende yağış. Zemheriyle karakışın bütün acımasızlığı kendini göstermekte gecikmezdi.
Çocuğuz, geçim derdi merdi bilmezdik.
Ya da...
Ailemiz bütün gücüyle bizlere sezdirmemeye çalışırdı. Hani biz de işin eğlencesindeydik ya...
Nereden bilecektik her mevsimin bir zengini bir de yoksulu olduğunu?
Sülâlede en verimsiz araziler babama düşmüş. Bu yüzden yeterli verimi alamıyor, şiddetli geçim sıkıntısı çekiyordu. Bir yanda nüfusunu besleyecek ekmeklik hububat, bir yanda tohumluk, bir yandan hayvan yemi, öte yanda alınan borç karşılığı…
En kalabalık nüfusa sahip olan babam, başı ellerinin arasında köşe bucak kaçarak düşünür; tabakasından çıkardığı tütünü sararmış iki parmağı arasına sıkıştırarak itina ile yaprağa sarardı. Sonra da tüttürürdü efkârlı efkârlı, ardı arkası kesilmeyen öksürük nöbetlerine aldırmaksızın.
Bu sonu gelmez ıstırabın etkilerini en büyük ablalarımla ağabeyim dışında, bizler hiç mi hiç bilmedik, yansıtmadılar bize. Böylece anlardım ki; karakışlar sadece doğanın geçici bir mevsimi değil; biz ve bizim gibilerin de karakışıymış! Ama çocuk çocuktur, her şeye rağmen! Biz yine de mutluyduk, kapımıza dayanan karla kartopu oynardık her şeyden habersiz.
Kara damın altında nice öyküler kuylu,
Çocuk gülüşlerinin mutluluğu kar adam...
*
Kar yağardı Erzurum’ a, Kürkçü donardı…
Aralık dendiğinde zemheriyle birlikte kışın en acımasız dönemi olan karakışın kapımıza dayandığını anlardık. Öyle ki, karın kalınlığı bir metreyi geçerdi. Gece ayaz, bıçaktan keskin…
Karada mı nefesi kavuşturur semaya
Katrenin içinde mi eritir kar adamı?
Zangır zangır titretir bedenlerimizle birlikte kapı pencereyi. Köyümüzle beraber civar köy, kasaba ve ilçe yolları kapanır, ulaşım sekteye uğrardı. Bu zorlu kış koşullarında yiyecek bulamayan doğadaki vahşi hayvanlar köye, kasabaya iner, korku salardı orada yaşayanlara. Geceleri kurt ulumaları, çakalların varlığı huzursuz ederdi ahaliyi.
*
Kar yağardı Erzurum’ a; zemheri bize kusardı, bütün Kürkçü susardı…
Yakacak sınırlı, yiyecek kısıtlı, ulaşım keza…
Buralarda en değerli yakacaktır tezek. Samanla karıştırılarak kurutulmuş ahpının (büyük ve küçükbaş hayvan dışkısı) değeri neredeyse altınla aynı ölçekte. Bazen büyük sıkıntılarla Sarıçam ormanı’ndan (yazdan) getirilen az miktarda çam, meşe ve diğer odun çeşitleriyle birazcık olsun hafifletilmeye çalışılır yakacak sıkıntısı. Aynı derslikte ve aynı anda birkaç sınıfın okutulduğu okulda yardımlaşma yöntemiyle
giderilmeye çalışılırdı ısınma sorunu. Her öğrenci sırasıyla tezek, odun, çıra gibi maddelerle okulun ısınma sorununa katkıda bulunurdu.
Erzurum’ a 241 km, Şenkaya’ ya 55 km uzaklıkta olan köyümüz, Allahuekber dağlarının eteğinde kurulmuş, Atatürk âşığı, cumhuriyet sevdalısı bir köydür. Köyün etrafı yüksek dağlarla süslenmiştir. En güzel dağlarından biri olan Kızılkale, simetrik, yüksek bir üçgen şeklindedir. Koz dağı ise (Kozlar Baba)köyde yatır niteliğinde bir dağdır.
Yılın altı ayı kar içinde kalan köyümüzün ulaşımı at, eşek, kağnı ile yapılırken; karın yoğun olduğu bu kış koşullarında köyden civar köy, kasaba ve ilçelere yapılması zaruri yolculuklarda genellikle kızak kullanılırdı. Daha çok varlıklı ailelerin elinde bulunan kızak, bazen cankurtaran önemiyle hayat kurtarabiliyordu...
Yolun, suyun, elektriğin ve daha birçok hizmetin uğramadığı bu coğrafyada, insanlar kendi yaratıcı zekâları ve olanaklarıyla bir şeyler yaparak/yapmaya çalışarak direnmeye çalışırlardı kış koşullarına.
Kışın gazyağı, lamba fitili, şeker, çay, çıra v.b. şeyler çok zor elde edilen ve ziynet eşyası değerinde ihtiyaçlardı.
İlkokulu üçüncü sınıfa değin köyde okuduğumdan, o soluk ışıklı gaz lambasının altında ders çalışmanın, kitap okuyup ödev yapmanın ne demek olduğunu iyi biliyordum!
Köyde, akşam saat beş oldumu hava kararırdı. Yakacaktan tasarruf etmek elzemdi. Hem zaten erken kalkılırdı sabahları. Bu nedenle hemen hemen yedi sekiz gibi uyumuş olurdu ahali.
Her ne kadar zemheri ve karakışın sancılarıyla bizlere yeni dertler yeni sorunlar doğursa da tabiat; yine de mutluyduk dolu dolu masumane tebessümlerimizle. Ailemizin özverili yaşam inancıyla bambaşka bir dirayetin onurlu noktasında şükürle doluyorduk her güne, her akşamdan sabaha merhabalarımızla.
*
Kar yağardı Erzurum’ a; her şeye rağmen çocuklar mutluca oynardı…
Her hanenin önünde illâ ki bir büyük kardan adam olurdu. Kış mevsimi zorlukları kadar güzellikleriyle de ruhumuza kazınmıştı tabii...
Bir kere akşam oldumu komşuluk ilişkileri bambaşka bir boyuta geçer; hısım akraba birbirinin evine konuk olur, sıcacık demli çaylar, taş gibi sert kıtlama şeker ve ince belli dar ağızlı cam bardakla içilirdi. Kıtlama şeker dedik de…
Kerpeten ile birkaç parçaya ayrılan kesme keserin tek bir parçasıyla birkaç bardak çay içilir…
Çatır çatır yanan sobanın üzerinde demlenmiş çayın dışında ince dilimlere ayrılmış kartol (patates), kestane gibi birlikte zevkle yenilen yiyecekler dizilir, nefis kokusu ve lezzetiyle paylaşılırdı. En güzel paylaşım da büyüklerin çocuklara masal ve bilmece anlatışıydı. O masallarda kendimizce bir dünya kurardık masumane hayâllerle. Gerçeği, hayâli, hayatı ve içindekileri algılamaya, ayrıştırmaya ya da birleştirmeye çalışırdık. Artık ne kadar başarabiliyor idiysek!
Anacığım, sabahları kahvaltı babında çok güzel sofralar hazırlardı. Köyde sabahları kaygana, kuymak gibi yağlı yiyeceklerle beraber genellikle sıcak çorba içilirdi. Kaderimiz gibi ekmeğimiz de arpadandı. Oysaki köyün zenginlerinden birinin evinde halı dokumaya giden anamla birlikte yediğim buğday ekmeğinin lezzetini unutmuş değildim!
Ekmeğimizi köyün zenginlerinden birinin fırınında, önceden izin alarak ve sırayla pişirirdi anam da köylü de.
Anacığıma genelde gece vardiyası düşerdi. Bazı karnı burnunda, o dayanılması zor koşullarda ekmeğini pişirir, tan ağarmasıyla da evinin diğer işlerini yetiştirmeye çalışırdı, onca çocuğun sorumluluğunu gözardı etmeksizin...
Babam da ondan geri kalmıyordu ancak, kadınların omuzlarındaki yükün yazı kışı , gecesi gündüzü, hasta veya sağlıklı anı yoktu; oldukça fazlaydı adaletsizdi bu yük.
Bir kere, zemheride doğum yapan ineğimizin buzağısını -üşür diye- canıma sarasım gelmişti sıcacık ahırda. Hatta anam, ineğin doğum sonrası ilk sütü olan AĞIZ ile Anadanatma (Kaymak) yapmıştı. Ha, bir de Gevrekli…
*
Kar yağardı Erzurum’ a; ruhum donar, içten içe kanardı…
Zemheride (Aralık-Ocak) köyü ak bir örtü gibi saran kar, karakışta (Şubat-Mart) donağaç eden keskin bir ayaza bırakırdı yerini. Öyle ki; kar kalınlığı bacaların seviyesine çıkar, ucu sivri ok gibi sarkıtlar tehlikeli bir şekilde sallanır, dışarısı görünmez olurdu camlardan. Tabii, evin avlusuna değin ulaşan kar, kapının açılmasını zorlaştırırdı. Ana kapıdan itibaren bir tünel kazınarak çıkılırdı dışarıya. Yani demem o ki; elde kazma kürek eksik olmazdı.
Herk vaktinden hasat ve ekin dönemine değin harıl harıl çalışan köylü, kışın doğal olarak evde dinlenir, ahırdaki hayvanlarına bakar, insani ilişkilerini öne çıkarırdı. Bu nedenle küçükler kadar büyükler de eğlenir, hayatın doğal akışına bırakırlardı kendilerini. Büyükle büyük, küçükle küçük olunarak, birazcık tebessüm gönderilirdi gökyüzüne; nasırlı ellerin şükür dolu dualarıyla.
Karın yoğun yağdığı aralık ayından itibaren, hemen her hanenin önünde bir kardan yüznumara (tuvalet) olurdu. Buralara yağan karın kalitesi o derece güçlü, sıcaklık o derece düşük idi ki; nisan yağmurlarıyla birlikte yavaş yavaş erimeye başlardı o yüznumaralar. Kış boyu çocuklar hacetlerini orada giderirdi, büyükler ahırda. Ahır dedik de…
Sıcacık…
İnsan, hayvan sevgisini ahırda daha yoğun hissediyor. Düşünebiliyor musunuz? Hem atımız hem ineğimiz vardı. Bir de camız, öküz, tosun, buzağı, tavuk, horoz…
Hepsi de bir arada; farklı sesleri, duruşları, renkleriyle…
Ahırda bir folluk vardı. Tavuklar yumurtalarını oraya bırakır, sabah erkenden anacığım da alır onları, taze taze pişirirdi bizlere; yanında yayıktan çıkmış mis gibi tereyağıyla.
Kışın yenilen yemekler ekseriya hamur işi ve sıcak çorba olurdu. Kete, Pağaç, Bişi, Mafiş, Katmer, Tava Ketesi, Kol Böreği ile birlikte diğer börek çeşitleri, Hıngel, Kesmeli Çorba, Erişte, Ekmekaşı, Herle (un çorbası), Tarhana, Yahni…
Karakış ne kadar bacalarımıza kadar çıksa da; biz onunla her koşulda baş edebiliyorduk çocukça muzipliklerimizle, zekâmızla, bazı da büyüklerimizin deneyimli katkılarıyla.
Kışın o yoğun kar altında ayazlara direnen köyüm, beyaz ve zarif bir kuğuya benzerdi. Bu mevsimde en sevdiğim anlardan biridir yeni yıl kutlamaları. Yeni yılın kutlanacağı gün hısım akraba bir araya gelir, en müsait olanda toplanılırdı. Yenilir içilir, sohbetler edilir, bilmeceler masallar anlatılır, en nihayet gece yirmi dört’ sularında kardan merdivenle bacaya çıkılarak, tutulan dileğin ardından yakılan ateşin
üzerinden atlanılırdı sırayla.
Karayazıya inat, yeni yazı yazalım,
Her tanesinde sevgi… Hüznü gömelim kara.
Her yer kardan bir örtü, gökyüzü atlas mavisi ve yıldızlar sizin coşkunuza katılırdı belli belirsiz göz kırpışıyla.
Köyün, köylünün, ailenin kenetlendiği, yaşamın kıymetlendiği ve yokluğun, yoksulluğun unutulduğu anlardı bu anlar. Herkes aynı anda aynı yürek çarpışıyla aynı Yaratan’ a sığınıyor ve dilek diliyor bu mahzun ve cefakâr coğrafyanın mağdur ve mağrur birer can parçaları olarak.
Yüreğimde sadece sevgi, yaşama aşkı, merhamet ve şefkat duygularıyla daha çok sarılırdım Yaratan’ a ve bana bu duyguları aşılayan aileme…
*
Kar yağardı Erzurum’ a; kardelenler üşür, umutlar doluşurdu…
Kış, bütün acımasızlığıyla sürerken coğrafyamda; yetersiz, donanımsız okullar ve öğrenciler de payını alırdı kıştan. Genelde her köyde okul bulunmazdı. Okul diye tanımlananlar da ya derme çatma donanımsız ve tek sınıflı bir yapı ya da ahırdan bozma veya köyden bir vatandaşın evinin bir odasının eğitime kiralanması şeklinde olurdu.
Bizim köy "93 Harbi’ nde" Rusların elindeyken, köyün ileri gelenlerinden Molla Derviş’ in isteğiyle ilk olarak 1904 yılında Ruslara yaptırılmış olan bir taş okulmuş.
Zamanla harap olup ihtiyaca karşılık veremeyince, 1966’ da yeni bir okul yapımına karar verilmiş ve köylünün desteğiyle yapılmış da...
Ben ilkokula, köylülerden birinin evinin bir odasında başladım, yarı dönem. Diğer yarı dönemini de ahıra benzer bir başka yapıda tamamladım. İkinci sınıfı ise yeni okulumuzda okudum. Şenkaya yönüne bakan, üç derslikli, bir müdür bir de müdür yardımcısı odası olan bir okuldu.
Bir derslikte bir alt bir de üst sınıf birlikte okurdu. O dönemler devletimiz okullara yardım eder, öğrencilere süt tozu, vita yağı v.b. şeyler dağıtarak desteklerdi aileleri.
Kışın yoğun kar yağışı, soğuk, ayaz çekilir gibi değildi bu yoksul köyde. Kaçınılmaz bu gerçeklere geleceğimiz adına katlanılması gerektiğinin bilincindeydim. Bu durumda tek tesellimiz vefakâr öğretmenlerimizdi.
Onların hem hademe, hem ana baba, hem arkadaş hem öğretmen özellikleriyle yanımızda olduklarını biliyor, hissediyor; huzur buluyorduk varlıklarıyla en azından.
O öğretmenler ki; tanıktır, yanıtsız sorularla dolu zekâ fışkıran gözleriyle çocukların paltosuz, mantosuz, yalın ayak, yırtık pırtık ama umut ve masumiyet dolu titreyişlerine…
Ve yine o öğretmenlerdi; çocukların tertemiz dünyalarında bütün içtenlikleriyle inandıkları idealist hayallerin kurgulandığını ve gerçekleştirmek için sabırsızlık ve azimle çabaladıklarını gören...
*
Kar yağardı Erzurum’ a; dilsiz bebekler gibi içlenirdim…
Zemheri, inadına uzatırdı gidişlerini. Kış bütün şiddetiyle devam eder; kar, tükenmez bir rahmet gibi yağar da yağardı üstümüze. Sanki o, biz çocukları, biz çocuklar da onu bırakmak istemiyorduk! Orası öyle de…
İşin bir de müşkül tarafı vardı ki; o da, hayatın bir oyun olmadığını bilhassa yaşayarak gören büyüklerin çektiği geçim derdi ve buna bağlı olarak sağlık sorunları…
Değirmenden kısıtlı çekilen un, kalabalık nüfusa yetiştirilmeye çalışılan ekmek sayısına tezatla azalır... Üstelik değirmen de bir başka köyde…
Yollar kapalı, tipi, boran kar… İşin şakası yoktur. Yazdan ayrılan ekmeklik hububat ne yazık ki eldeki olanaklara göre ayrılıp, nüfusun ihtiyacını karşılayamamaktadır. Nereden bakılsa sabır, kanaat ve idare kaçınılmazdı.
Karakışta doğmak, karakışta hastalanmak…
Mart, sadece kapıdan baktırmaz; kapının içine de dışına da ateş düşürür, saç baş yoldurur, kolsuz kanatsız bırakırdı çokça!
Zemheri veya karakışta bir kadın doğum yapmaya görsün! Ya da bir çocuk veya bir yetişkin hastalanmaya… Sağlıkevi yok, sağlıkçı yok köyde! Kocakarı yöntemlerinden medet umulur...
Artık hastanın kanaması mı olur, enfeksiyon mu kapar, ateşi mi yükselir, bebek sağlıklı doğabilir mi, kordon mu düğümlenir… Bunun gibi birçok yanıtsız soru! Ancak bunları düşünecek zaman ve mekân değildir o an! Ve değişmez kader, değişmez bedeliyle alır alacağını yine de!
Hiç unutmam! Karakışta doğan ve henüz bir yaşlarında kadar bir bebek olan en küçük kardeşim bir gün hastalanıverdi. Sarışın, güzeller güzeli bir çocuk…
Her zaman hareketli, sesli olan bu melek çocuk, bir anda sessizliğe büründü, yemeden içmeden kesilerek. Sonra ateşi çıktı alabildiğince. Derece yok ateşi ölçecek, adam yok hastanın halinden anlayacak…
Seki dediğimiz kerevite serilen yatakta yatan kardeşimin nefesi de duyulmaz oldu ansızın. Bütün ahâli bize akın etti. Babam, anam bitkin, suskun, kederli…
Resmen öldü dediler! Rahmetli amcam, kulağını çocuğun göğsüne dayayarak kalp atışlarını duymaya çalıştı. Amcam eğitmendi, ne de olsa anlardı az çok. Ama ses yok! Anam, bacılarım, hısım akraba ağıtlar yakıyor…
Karakış bütün acımasızlığıyla kuşatmış bizi, maddi imkânsızlıklar keza…
Kiminin dağına kiminin bağına...Bizimse hem dağımıza hem başımıza yağardı kar.
En nihayet köyden varlıklı birinin kızağı kiralandı borç harç. Gecenin o saatinde kurt kuş dolu, dışarısı keskin ayaz…
Kardeşim battaniyelere yorganlara sarılı bir şekilde, insanüstü çabayla Sarıkamış Devlet Hastanesi’ne yetiştirilmeye çalıştırıldı. Biz köyde, onlar yolda perişan, nefessiz…
Karayazma bağlayıp başına anam, bacım
Az mı yakardı Tanrı’m; ” alnıma kara yazma!…”
"Kara yazma; erir de dertlerin sende kalır,
Üşütür" derdi babam, "içindeki kar, ayaz.”
Allah’ tan ucu ucuna hastaneye yetiştiriliyor ve vahim bir durumdan kurtarılıyor kardeşim. Yüksek ateşten havale geçirdiği anlaşılıyor ve ona göre öngörülen tedavi ve ilâçlarla köye yollanıyorlar aynı kızakla. Onlar köye dönene değin, anam bacım büyük endişe, merak ve kederle kapılarda kar kış demeden! Ne telefon ne bir başka iletişim olanağı…
Bu durumda, on çocuk sahibi ve on’unu da hayatta tutabilmenin bedelini ödeyen; her bir çocuğunu diğerinden ayırmayarak kıymetlendirip üzerine titreyen anacığımı minnetle, şükranla, babamı rahmetle anarak, kutsiyetlerini daha da derinleştiriyorum yüreğimde saygı ve sevgiyle.
*
Kar yağardı Erzurum’ a; çocuklar ölürdü bir de kadınlarla yoksullar…
İçim donardı, ruhum kanardı ey varsıllar!...
*
Bütün bu gerçekler bir noktada toplanarak yeni kararlar aldırdı babama. Çocuklarının kaderi kendisininki gibi olmamalıydı! Bu kaderi değiştirmeliydi; büyük kente göçüp, çocuklarını okutarak!
Karadan çıkıverdik Sarıkamış garına
Son tren sesiydi bu yolculuk, Ankara’ dan…
*
Güzel memleketim...
Zemheride ölürken, senden öğrendim mayısta yeniden yeşermeyi; çiçek çiçek, rengarenk...
Refika Doğan
Antalya- Kasım 2013
Not: Bu naçizane yazımı güne taşıyan, "Edebiyat Defteri" nin değerli Seçki Kurulu’ na ve destekleriyle bana güç veren güzel insanlarım, saygıdeğer yazın dostlarıma teşekkür ediyor; bitimsiz dostluk selam ve sevgilerimle saygılarımı gönderiyorum buradan! R.D
YORUMLAR
RefikaDoğan
Her dem dostlukla...
ben o kentliyim,Mustafa Kemal"in başladığı şehirden,özlem giderdim,lapa lapa kar altında..o kadar sahici o kadar beyazdı,bize ait"ti herşey...dadaşlar diyarına yolculuktu....elleriniz dert görmesin,saygılarımla.
RefikaDoğan
Her dem saygı ve dostlukla...
fidan-ozan
yeni ufuk,yeni dostluklara..
Her yönüyle mükemmel bir yazı okudum.Gerek anlatımı, gerek dili gerekse temasıyla vurgun gibi bir eserdi.
Diğer yandan nasıl bir acı koydunuz göğsümün tam ortasına anlatılmaz.
Her dem sevgimle ve saygımla yetkin kaleminize Refika Hanımcım. Sağ olun,
Var olun ilelebet dilerim eserlerinizle yüreğinizle.
..
RefikaDoğan
Her dem saygı, sevgi ve dostlukla...
Yoruma o kadar ihtiyacı yok ki bu yazının...
Gözlerim doldu.
Gündüzleyin hiç nete girmem bendeniz, adetimi bozayım, işe gecikirsem abim azarlasın na'pem...
Erzurum çarşı pazar, bir zamanlar vardı orada Sevgili YAR...
Çok saygımla.
RefikaDoğan
Teşekkürler can sıcağı yorumunuza...Ne güzel Erzurum' dan sımsıcak anıların muhafazası dost yüreklerde. Her dem dostlukla...
deniz_tayanç1
Saygıdeğer Yazar.
Lafı uzatmaya gerek yoktur.
Okuyunca bu yazıyı,
yazdıklarımdan utanır oldum sözün özü.
Severim aslında Erzurum'u, Erzurumluyu...
Ama,
bu yazı var ya,
sevginin de ötesine geçti arkadaş.
Ne kadar güzel, ne kadar sevilesi.
Hayat,
hayatın cefası,
hayatın çocuk yüreklerde bıraktığı derin izler,
inanılmaz ahenkle kaleme alınmış.
Yazanını canı gönülden kutluyorum.
Elinize, gönlünüze sağlık diliyorum.
Anneniz ve babanız sağ ise,
ellerinden öpüyor,
öldü iseler,
Allah'tan rahmet diliyorum.
RefikaDoğan
Samimi yorumunuza bütün içtenliğimle teşekkür ediyor, dost yüreğinizden öpüyorum değerli kardeşim...
Her dem saygı ve dostlukla...
RefikaDoğan
Her dem sevgi ve dostlukla...
Kar yağardı Erzurum'a ve biz en yakın saçak altına sığınır ellerimizi birbirimizin koynunda ısıtırdık...
Sevgili Refika Hanım dostum,ah..Bu öykü beni ,ömrümün en güzel dört yılını geçirdiğim Erzurum'a, üniversite yıllarıma, hüzünlü aşklarıma götürdü ya, çok teşekkür ederim sana...
Dil , yine hazine...Üslup buz gibi Munzur...Samimiyet Antalya sıcağı...Seviyoruz bu kalemi ya hu:)))
İyi ki varsınız.Ne güzel insansınız ayrıca...Hep sağlık ve muhabbetle kardeşim...
Kutluyorum.
M.Binboğa
RefikaDoğan
Her dem saygı ve dostlukla...
Eruzurum
kar beyaz yaşamlar
ve hayatın gerçekleri...
harikasınız
çok ok iyi bir çalışma
RefikaDoğan
Size Erzurumlu bir arkadaşımın anlattığı bir fıkrayı yazamadan geçemiyeceğim.Erzurumlu ölmüş.Öteki dünyaya gitmiş.Sorgu melekleri sevabını günahını tartmışlar, ikisi de eşit çıkmış.Cennete de,Cehenneme de gidebilrmiş.Tam ikisinin ortasında..Kararı Erzurumluya bırakmışlar!Hangisini tercih edersen ona gir demişler.
Bizim ki sormuş; Hangisi daha sıcak? Demişler ki;Cehennem daha sıcaktır!Öyleyse demiş;Ben Cehenneme gideyim. Gitmiş.Bir kaç gün sonra melekler demişler ki;Yazık bu adama..Cennet hakkı..Cennete getirelim..
Kapıdan bağırmışlar;Hey Erzurumlu!..Cennete gideceksin..Erzurumlu cevap vermiş;Kapatın şu kapıyı iliklerim daha yeni ısınmaya başladı haa!.Erzuruma karın yağması bu her halde..Selamlarımla..
RefikaDoğan
RefikaDoğan
Teşekkürler Cumali Bey, değerli dost...
RefikaDoğan
Her dem dostlukla...