- 1937 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
369 - HU
Onur BİLGE
Bugün Pazar… Her tatil sabahı acelesiziz. Aheste aheste kahvaltı ediyor, sohbetle beraberliğin tadını çıkarıyoruz. Hızlı çekim yaşanan bütün bir haftanın yorgunluk ve stresi masada kalıyor, sofrayla birlikte üstümden kalkıyor.
Babamın huyunu biliyorum. Bir şey sorunca en az kırk beş dakika ders dinlemek zorunda kalıyorum. O yüzden bir şey sormamaya çalışıyorum. Fakat ne kadar özen göstersem de olacak olan oluyor. Söz dönüyor dolaşıyor, bir yere geliyor ki orada da babam devreye giriyor. Her konuda da mı bilgi sahibisin, mübarek!
“Esma Hüsna çalışmanız nasıl gidiyor?”
“Bitirdik babacığım ama galiba eksik oldu.”
“Nasıl yani?”
“Yani doksan dokuz olmadı da doksan yedide kaldı gibi…”
“İki ismi atladınız mı?”
“Galiba ama hangileri olduğunu bilmiyorum.”
“Hangilerini yazdınız?”
“Biraz bekle! Kaydettim. Şimdi getiririm.”
“Haydi bakalım!”
Biraz sonra elimde not defterimle geldim. Okumaya başladım. Tam anlaşılmamış olmalı ki bir daha okutturdu. Sonra bir süre düşündü ve:
“Ahad hakkında yazdınız mı?” diye sordu. Listeye tekrar baktım. O esma yoktu. Tekrar baktım ve olmadığından emin olarak:
“Vâhid var. Sonrasında olmalıydı, değil mi? Parantez içindeydi. Gerek duymamışız demek ki!”
“Olur mu! Vâhit başka, Ehad başka… Vahit, sıfatlarında Tek, Ehad, sayısal olarak Tek, yani Bir anlamında… Kulhuvallahü ehad… Hu var mı?”
“Hu, başlangıçta vardı ama işlemedik.”
“Neden işlemediniz? Hu, bütün isimlerin ve sıfatların cem olduğu isimdir.”
“Bütün derken… Allah’ın da mı?”
“Evet. Allah, Süryanicedir. Hu, Arapça… O anlamında kullanılır. Üçüncü tekil şahıs sıfatı… Zâtın hüviyetine, Zâta işaret eder. O ile Allah kastedilir. Hüve’nin kısaltılmış halidir. Künhi Zâta işaret eden Lâhut mertebesidir. Allah dahil, bütün isim ve sıfatların içi ve gerçeğidir. Cem hâlini yaşayan salikin tevhid anlayışının ifadesidir. “Hu Billa Hu!” aynül cem makamını, gayb ve sır olan Zâtını işaret eder. İhsan makamının karşılığıdır. Lahut mertebesidir.”
“Bir de günlük dille konuşsan, tadından yenmeyeceksin! Nerden bulursun bu sözcükleri!”
“Günümüzde de kullanırız da farkına bile varmayız. Mesela: “Hay’dan gelen Hu’ya gider!” deriz de ne manaya geldiğini bilmeyiz. Bu sözle, hayat veren Allah’tan gelenin Hüve’ye, yani Allah’a gideceği hatırlatılır.”
“Diri ve dirilten anlamındaki Hay sıfatıyla hayat bulanlar, Hu sıfatıyla bir araya gelecekler.”
“Aynen öyle… “Kesrette buldu vahdeti mihnette buldu rahatı. / Firkatte buldu vuslatı her bârı Hû Yâ Hû ile.” demiş, şair.
“Bir noktadan var edilen açılımla sonsuz denen evren yaratılmış. Evren içinde evren, âlem içinde âlemler meydana getirilmiş. O an, herhangi bir an ve o nokta, noktalardan bir nokta… Noktalarca nükte olan, hayal âlemini yaratan, tek gerçek olan Allah’tır.”
“La İlahe İllallah’ın özü İllallah, onun da özü Allah, onun da kalbi Hu’dur. Elif ve Lam, harf-i tariftir. Lam, mübalağa için şeddelidir. Allah sözcüğünün ağırlık noktası H harfindedir.”
“Okunuşu yumuşak, yazılışı iki gözlü, şekli tersine bir yürek gibi olan H mi, yoksa tek gözlü olan mı?”
“Nefes alır verir gibi okunan... Tek veya çift gözlü… İkisi de aynı… Kalın okunan, sert ve hırıltılı biçimde gırtlaktan çıkarılanlar değil… Onun için her canlı, nefes alıp verirken ister istemez Hu der.”
“Demek ki bir insan, günde yirmi dört bin defa nefes alıp verdiğine göre bir o kadar da Hu der.”
“Hem de her nefesten on beş defa sorgulanacak olduğu söylenir ama çoğu bundan habersizdir.”
“Gerçekten mi? Çok ağır bir sorumluluk…”
“İnsan olmanın bedeli ağırdır. Dağların taşların kaldıramayacağı yükümlülük omuzlarımızda… Ne diyordum?”
“Hu’dan bahsediyorduk.”
“Hüve’den gelir. Hüve, Tanrı demektir. Hu kalp, Vav da ruhtur. Hu hayattır. Arştan kaynaklanır. Alınan her nefesle Hu, arş-ı âlâdan gelir, verilen her nefesle arşa ulaşır.”
“İhlas Suresinde “Kul…”, yani “De ki…” ile başlayan ilk ayet, Hu ve Allah ile devam ediyor, Ahad ile son buluyor. Galiba öneminden ötürü Hu başa geçmiş.”
“Bak! Dikkatinden kaçmamış. Ahad, şeriattakilerin; Zâlimin li Nefsi olan Ashab-ı Şimâlin, yani Nefsi Emaredekilerin tekrarlaması gereken isimdir. Lafz-ı Celal ise muktesıdların, Ashab-i Yemînin, yani Nefsi Levvamedekilerin zikridir.”
“Hepsi aynı değil mi? Hem neden herkes dilediğini zikretmez? Sakıncası ya da bir nedeni mi var? Anlayamadım.”
“Avam, yani nefsi emaredeki kişiler, önce Allah’tan başka ilah olmadığını iyice anlamak ve hazmetmek zorundadır. İslamiyet’ten önce putlar vardı…”
“Şimdi artık putlar yok ki! Müslümanlar sadece Allah’a inanıyor ve tapıyor.”
“Putlar yok ama putlaştırılan şahıs ve nesneler var. Sevgililer gibi, para, mal mülk gibi… Onun için önce “La İlahe İllallah!” zikrine devam edilmesi gerekir.”
“Sonra?”
“Sonra Nefs-i Levvameye geçerler ve: “ Allah!” derler. Havas, yani bilge ve sufiler: ““La İlahe İlla Hu!” yani kısaca “Hu!” der. Hu, mukarreplerin makamıdır.”
“Mukarrep ne demek?”
“Kurbiyet, yani yakınlık sahibi olanlar… Onlar için yalnız O vardır. İman pekişmiş, kul Hu esmasıyla Hazreti İnsan haline gelmiş: “Gayrisini istemem! İstemeyi de istemem!” demektedir. O vardır, onunla birlikte hiçbir şey yoktur. Mutmain olan nefsin zikridir. Mukarrep ve Sâbıkların ulaştıkları mertebedir bu makam, Rıza makamıdır. Hu zikriyle, ef’al, tevhid-i ef’al, tevhid-i sıfat ve tevhid-i zat makamlarına ulaşılır.”
“Mutmain ne demek?”
“İtminana kavuşan… Yani ikna olan, iyice iman eden, huzura eren… İnanmış, gönlü kanmış, emin..."
“Hazreti Ali: “Ya Hu, Ya Men Hu, Lâ İlahe İllâ Hu” diyerek zikredermiş. “Hu, İsm-i Azamdır!” dermiş.
“İsm-i Azam’ın hangi isimlerin üçlemesinden meydana geldiği belli değildir. O konuda çeşitli rivayetler var.”
“Mürit dergaha gelince: “Destur!” diye içeriye girmek için izin istermiş. Mürşit de: “Hu!” diye izin verirmiş.”
“Yirmi rekâtlik bir namazda yüz beş defa Hu denir. Gülbenk ve sema Hu ile son bulur. Cenaze kaldırılırken evde, yerde, kabirde ve defnedildikten sonra on beşer defa Hu denir.”
“Bana en enteresan gelen, yeryüzünde her nefes alıp verenin, ister istemez Hu demesi ve çok azının bunun farkında olması…”
“Hatta cansız varlıklar bile Hu der. Tasavvufta buna sır derler. Sırra vukuf tutmak… Yani nefesini saymak, bilincini nefesine vermek… Kalp, ruh, sır gibi tüm letaifiyle her nefeste Hu diyerek zikretmek, Zikr-i daimdir.” Bu şekilde zikreden, yapmış olduğu zikirden gafil olmaz, amacına erişir.”
“Şimdi de Zikr-i daim çıktı. O ne demek?”
“Daimi zikir… Kalbin sürekli Allah Allah diye atması ve o atışların anlamının farkında olunarak takip edilmesi gibi…”
“Hu, yumuşak ve ince seslerden oluştuğu için nefes verir gibi belli belirsiz söyleniyor. O zaman, rüzgârın değdiği ya da havayı hareket ettiren her varlık böyle bir ses çıkarır. Dünya da dönerken aynı sesi çıkarır. Diğer gök cisimleri de… Demek ki işitilebilseydik elektronların da hızla dönerken Hu zikrinde olduğunu fark edebilirdik.
O zaman, her yaratılan, makrodan mikroya her şey ve her şeyin her zerresi Hu çeker. İçi boş olan boru şeklindeki her şey, üflendiğinde o sesi çıkarır. Kargılar, kamışlar ve onlardan yapılan kavallar, neyler… Rüzgâr esince sazlıklar, akınca sular, çalışınca motorlar, üflenince sazlar o sesi verir. Soluk borusu da öyle… İnsan, içini her türlü kötülükten, ruhunu her türlü arzu ve hevesten arındırarak Hu demeye devam ederse Allah’a layık kul haline gelir.
Kısacası, gafilin âriften, ölünün canlıdan farkı, Hu oluyor. İlk nefes ve son nefes arasındaki tüm nefesler Hu, Hu’dan, Hu’ya..."
“Hu, Efdal-i Zikir, yani en faydalı zikir olan tevhidin özüdür. İki gözlü olarak yazılan o harfin, Allah’ın Basir sıfatını da sembolize ettiği, her şeyi birden ve aynı anda görmekte olduğunu hatırlattığı söylenmektedir. Hu, cüzün önünde, her an tasarruf eden, özdeki teklik boyutudur.”
“Hu, Allah demektir. Sonradan olan her şey, yani çokluk âlemi, O’nun nurundan, enerjinin yoğunlaşmasından oluşmuştur. Ne varsa Allah ile vardır ve varlıkları kalıcı değildir.”
“Aynen dediğin gibi… Allah mutlak var ve mutlak birdir. Hu ismi; vücut, hüviyet, zatiyet ifade eder. O’nun dışında varlık, hüviyet ve şahsiyet yoktur. Sıfatlarından emaneten verdiği, yok olmak zorunda olan, mutlak sıfatlarını taşımayan yaratıkları vardır. Gerçek varlık ve Uluhiyet sahibi O’dur. Ezeli ve Ebedi olan Varlık, O Nur’dur. Ademoğlunun da meleklerin de gerçeği Hu’dur. Mevcudiyetin varsayılan varlıkları, Hu ile ayaktadır. Hu, deniz ise tüm var olanlar köpüktür. Hu varlık, cümle mevcudat gölgedir. Gaybın anahtarı O’nun indindedir. Zâtının aksi olan Adem’e, yani insanoğluna bütün isimleri öğretmiş, emaneten yüklemiştir. Onun için Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmamız gerekmektedir. Allah’ın boyasıyla boyanmamız… En güzel renk, Allah’ın rengidir.”
“O zaman, yaratılışımız gibi yeniden var oluşumuz Hu’ya bağlı olarak gerçekleşecek. O, hayat sıfatından da münezzeh, hayatın ta kendisi! Basiretler O’na ulaşamaz. Hu, mutlak bilinmez ve kavranamaz olan...”
“Hu, ateş, aşk ve deryadır. Dil, üst dişleri yapıştırılarak, ağız açık olduğu halde, ciğerin altından nefes alınarak kalbin üstünde okunursa zikredene aşk ve yakınlık sağlar. Bu hal de her şeyde olduğu gibi nasip, zaman ve tecelliyat işidir.”
“Özetle, bu esmayı zikreden, sence ne kazanır?”
“Bu esmaya devam eden zâkir, bir müddet sonra kesretten vahdete ulaşır. Celal’de Cemal’i bulur. Hakk’ı, ârifler ve sultanlar gibi bilerek azaptan kurtulur. İyi ve kütü her şeyin Allah’tan geldiğini idrak eder. Nimete şükreder, belaya sabreder. Habl-i metin iman budur. Her kâmil iman sahibi gibi: “Kahrın da hoş, lütfun da hoş!” demeye başlar.”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 369