Üç Set
Saat üçü dört geçiyor. Solmuş bir şubat akşamı, vücut ısısıyla ısıttığı yatağında yatıyor. Evin tüm ışıkları kapalı. Karanlık esir almış daire yirmi sekizi. Daire, apartmanın sekizinci katında. Balkondan aşağıya tükürdüğünde, tükürük yere dört gün sonra çarpıyormuş. Ya da beni kandırdı on üç gün önce. Evde yalnız değildi. Dünyada yedi milyar kırk altı milyon insanla beraber olduğu gibi. Ne zaman yatakta soluna dönse –yüzü duvara, sırtı kapıya, sağ omzu tavana gelecek şekilde- ev sakinleri ortaya çıkıyordu. Sesleri, fısıldamaları onu rahatsız etse de o onları rahatsız etmiyordu. Bilmiyordu ne olduklarını, neye benzediklerini. İlk olarak karısını ve kızını gömdüğü gün ortaya çıkmışlardı. Evdeki tüm kapıları ve camları sabaha kadar çarpmışlardı. Üzerinden yıllar geçmiş ve sakinleşmişlerdi. Artık daha sessizlerdi.
Gürültülü bir cumartesi günü. Gürültü dediğim fısıldamalar. Son dört aya göre bugün, sesler biraz daha arttı. Kızının cansız bedenini toprağın içine koyduğu günden bugüne evden bir kere olsun dışarı çıkmamıştı. Annesini ve kardeşlerini de kaybettiğinde kendini eve hapsetmişti ama karısı toparlamıştı onu. Bu sefer o kadar güçlü olamazdı. Artık kimsesi kalmamıştı. Sesler artıyordu. İlk defa ona sesleniyorlardı. Duydukları karşısında hipnoz olmuştu. Doğruldu. Boş bakan gözleriyle yatak odasına ilerledi. Büyük gardolabın en alt çekmecesinden dede yadigarı tabancayı çıkardı. Bir an kendini toparladı ama nafile. Kafasına koymuştu, yapacaktı. Soktu namluyu ağzına. Son kez kulak verdi gaipten gelen seslere. “Sen yaşadığın için onlar öldü.’’ Sağ işaret parmağıyla çekti tetiği.
On bir gün sonra bulduk kokuşmuş cesedini. Gömdük en yakın mezarlığa. Arkasından ağlayanı yoktu. Çünkü ağlayacak olanların arkasından hep o ağlamıştı. ‘’Neden?’’ diye sordum bina sakinlerine. Bilmediklerini söylediler, gittik bizde.
hasanbaysan.blogspot.com
twitter.com/hbaysan
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.