- 1377 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Mutluluk
Para ile mutluluk satın alınılabilir mi?
Ben para ile mutluluğun satın alınılabileceğine inanmıyorum. Satın alınılsa bile, bu mutluluğun kalıcı ve gerçek mutluluk olduğuna inanmıyorum. Bu düşüncelere sahip olmamın nedenlerini yaşamımda karşılaştığım, duyduğum, birebir yaşadığım ve etkisinde kaldığım olaylarla açıklayacağım.
İnsanın, huzurlu ve mutlu olması öncelikle kendi kendisiyle barışık olması, kendisini sevmesiyle mümkündür. Kendisini tanıyan insan, nerede ve nasıl mutlu olabileceğini bilen insandır. Benliğimiz nereye gidersek gidelim, nelere sahip olursak olalım her zaman içimizde ve bizi sorgulayan bir mekanizmadır. Kendi içimizde, ruhumuzu vicdanımızı huzura ve mutluluğa kavuşturmayı başardığımız gün, gerçek huzurun ve mutluluğun materyallerde değil, konuşabileceğimiz sevgi dolu yüreklerde olduğunu anlayacaksınız. Nelere sahip olduğunuzun çoğu zaman önemi yoktur. Önemli olan kiminle olduğun, kimlerle mutluluğunu ve hüzünlerini paylaştığındır. Bizi sorgulayan bu mekanizma, daha fazla paraya ihtiyaç duyduğumuzu hissettiğimizde, daha fazla başarı, kariyer, renk renk ve model model arabalara sahip olmayı düşlediğimizde yine işlemeye başlar. Bununla beraber daha fazla insanın bizi sevmesini istediğimizde, daha fazla huzur, sağlık, hoşgörü ve ilgi beklediğimizde de bu mekanizma işler. Bu sorgu mekanizması bize hep ne istediğimizi ne aradığımızı sorup durur. İyi de bunun dengesi yok mu?
Daha fazla paraya sahip olmak için çaba harcayıp, daha sağlıklı olmayı arzulayamaz mıyız, daha fazla kariyer sahibi olmak istemek ve insanların sevgisini kazanmayı başarmak mümkün değil mi?
Tüm bu sorular aklımızda sürekli bizi sorgulayan o mekanizmanın birer parçalarıdırlar. Cevabım: Neden olmasın ki! Benim burada üzerinde duracağım nokta şu; önemli olan elimizdeki ile mutlu olmayı başarabilmemizdir.
Sağlığımız yerinde ise; etrafımızda bizi seven, saygı duyan sevdiklerimiz varsa ve onlarla mutlu olmayı başarabiliyorsak; hırslarımıza yenik düşmüyorsak, başka arayışlara girmiyorsak zaten ihtiyacımız olan birçok şeye sahibiz demektir. Her zaman birşeylerin arayışında olan insanlar; nelere sahip olurlarsa olsunlar değerini bilemedikleri ve daha fazlasını istedikleri için mutlu olmayı başaramazlar.
Ne istediğini bilmeyen kişiler, bulduklarının değerini anlayamazlar. İşin sırrı sahip olduklarımızla mutlu olmayı başarabilmektedir. Her adımda aklımıza bir soru daha takılmaya başlıyor. Zamanımızı ayırdığımız her olay bizim mutluluğu yakalayacağımıza inandığımız olaylar mı?
Artık cevaplara geçme zamanı geldi. İlk olayımıza şöyle bir bakalım; olayımızın kahramanları bir bayan, adam ve çok tatlı bir kız çocuğu. Bu tatlı kız, sözü geçen adam ve bayanın çocukları. Adam kızı altı yaşına gelinceye kadar bir kız çocuğu olduğundan bile haberi olmamıştır. Kadın bir kız çocukları olacağını söylememiş ve çocuk doğmadan adamı terketmiştir. Kadın, işinde başarılı günden güne kariyeri artan, iyi para kazanan lüks bir yaşam süren birisi. Adam ise Yazar. Ancak daha önce yazdığı hiçbir eserini kitap haline getirecek bir yayımcı bulamamıştır. Bu durumla bağlantılı olarak evinin kirasını, telefon faturalarını ödemekte dahi zorlanan birisi. Kadın, her zaman için adama başarısız olduğunu yüzüne vurmuş, aşağılamış, adamın fikirlerine saygı duymamış ve birgün üzerinde isminin yazılı bir kitabının basılabileceğine inanmayarak onu terketmiştir. Çocuklarının bile olacağını söylememiştir. Kadın sahip olduğu para ile o çocuğu tek başına büyütebileceğine inanıyordu. Her şeyin parayla satın alınılabileceğine inanıyordu.
Altı yıldan sonra kadın birgün adamın karşısına çıkar, kız çocuğunu adama verip işinin olduğunu ve ona bakmasını ister. Adam kendi çocuğu olduğunu bilmemekle beraber bakmayı zor da olsa kabul eder. Kendi kendisinin ihtiyaçlarını bile karşılayamamaktadır. Her gün daktilosunun başında yeni fikirler üretmeye çalışmaktadır. Adam çocukla zaman geçirmeye başlar, geceleri uyuması için ona hikayeler anlatır. O küçük kız, adama hiçkimsenin şimdiye kadar kendisine yapmadığı birşey yapar. Ona inanır ve güvenir. Başarabileceğini, iyi bir yazar olduğunu, yaratıcı olduğunu düşünür.
Her gece babasının uyuması için anlattığı hikayeleri ses kayıt cihazına kaydeder. Sonra da bu hikayeleri daktilo etmesi için birisine verir. Tüm bu hikayeler bittiğinde ve çocuğu da annesi aramaya geldiğinde adam kendi çocuğu olduğunu öğrenir. Hikayeler birleştirilir ve yayım evlerine gönderilir. Yayım evlerinden birisi bu hikayeleri çok beğenir ve seri seri adamın kitapları basılır. Adam çok ünlü çocuk kitapları yazarı olur. Çok para kazanır ama kızının velayetini almak için başvurduğunda, velayeti alamaz. Velayet anneye verilir. Adam mahkeme salonunda ayağa kalkar ve “Para ile mutluluk satın alınılamıyormuş” sözleri ile duygularını dile getiriyor.
Eskiden param yoktu. Tek bir eserimin yayımlanması için neler vermezdim. Ancak bu küçük kız çocuğu da hayatımda yoktu. Onun sayesinde şimdi param da var, faturalarımı da rahat ödeyebiliyorum. Şimdi kızım yok, velayeti annesine verildi. Demek ki para mutluluğu satın alamıyormuş. Benim istediğim, ihtiyacım olan kitabımın basılması, faturalarımı gününde ödeyebilmek, lüks bir eve ve arabaya sahip olmak değilmiş. Kızım geldiğinde ben bunlara sahip değildim ama onunla mutluydum. Kızım gittikten sonra bunların anlamı yok diyerek tüm bu sahip olduğu, paranın ona sağladığı herşeyi gözden çıkarmaya hazır olduğunu söylemiştir.
Yorum size kalmış... Anne, çocuğun kendisiyle mutlu olmadığını görmüş, velayet kendisine verilmiş olmasına rağmen; benim işlerim yoğun, oradan oraya koşuşturuyorum. Kızımın sevgiye ve ilgilenen birine ihtiyacı var, babasıyla daha mutlu diyerek velayeti babaya bırakmıştır. Hırslı olmasına rağmen; sevgiye saygı göstermiştir. Sevginin üstünlüğünü, kazanan tarafın sevmeyi bilen taraf olduğunu anlamıştır.
İkinci olayımıza bakalım; kahramanlarımız, köyden şehre daha iyi şartlarda yaşayabilmek için göç etmiş bir aile. Adam, eşi ve küçük bir erkek çocuğu. Adam inşaat işçisi olarak görev yapıyor. Olayımız bir bayram tatili günü yaşanıyor. Adam, kendisi tüm gün inşaatta çalışırken, eşinin evde canının sıkıldığını düşünerek farklı bir gün yaşamak maksadıyla, ailesiyle birlikte o günü geçirmeye karar verir. Cebindeki para fazla olmamakla birlikte hava da para ile değil ya, çıkıp dolaşalım diyerek eşiyle, çocuklarını da alarak dolaşmaya çıkarlar.
Bir yandan da aklından taksiye binemesek de yürüyerek de hava alabiliyoruz, restoranta gidemezsek de gördüğümüz simitçiden alabileceğimiz simitle karnımızı doyururuz diye düşünüyordu. Herşey düşündüğü gibi gitti. Üçü birarada mutlu bir gün geçirmiş, evlerine geri dönerlerken şehrin içinden ilerlerken ışıl ışıl parlayan dükkanların önünden geçerken küçük erkek çocuğunun gözleri, vitrinde parlayan kırmızı oyuncak arabaya takılıverdi. Babasına vitrindeki kırmızı oyuncak arabayı işaret ederek, bana alırmısın diye soruverdi. Baba, gözleri ışıl ışıl parlayan oğlunun, oyuncak arabayı çok istediğini anladı. Onu mutlu etmek herşeyden daha önemlidir düşüncesiyle, elini cebindeki son paralara uzatarak, aç kalmak pahasına, oğluna kırmızı oyuncak arabayı almak için mağazaya girdi ve fiyatını sordu. Adam aldığı cevap karşısında yıkılır. Cebindeki para o oyuncak arabayı almaya yetmediği gibi, yarı fiyatına da yeterli gelmemektedir. Adam, mağazadan dışarı çıkar. Çocuk, babasının ellerine bakmakta ve vitrinde duran kırmızı oyuncak arabayı aramaktadır.
Babasına sorar; arabam nerede? Adam, ağlamaya başlayan çocuğuna hiçbirşey söyleyememekte, aklından düşünceler geçip durmaktadır. Çocuğuna, ben inşaatta işçi olarak çalışıyorum, benim param oğluma oyuncak araba almaya bile yetmiyor mu diyecektir yoksa bu hayat böyledir oğlum paran yoksa ışıl ışıl mağazaların birşeyler satın almak için değil de şartlarının ne olduğunu hatırlatmak için olduğunu anlayacaksın mı diyecektir.
Adam hıçkırıkları boğazına dizilerek, çocuğunun gözyaşlarını silmeye uğraşır. Çocuğunun üzüntüsüne bir mutsuzluk daha katmak istemediğinden ve tüm bu aklından geçenleri anlayacak yaşta olmadığını düşünerek evlerine gitmek üzere adımlarını hızlandırırlar.
Bir baba, böyle bir anı ömrü boyunca unutabilir mi? Burada yaşanan olayda, sahip olunabilecek paranın o anlık, o çocuğun mutlu olmasındaki katkısı yadsınamaz. Bir babanın, çocuğunun ağlayışını görmesi ve birşey yapamaması, çaresizliği ve duyduğu ızdırabı para çözebilirdi belki de... Fakat tüm bunlara rağmen, evlerinin kapısından içeriye girdiklerinde çocuğun gözyaşları çoktan dinmişti; baba ise o anı aklından çıkaramıyordu. Ancak sağlıklıydılar ve biraradaydılar. Çocuk uykuya dalmış, eve gelmeden önce gördüğü kırmızı oyuncak arabayı belki de çoktan unutmuştu, en azından belli bir süreye kadar...
Yorum size kalmış !
Üçüncü olayımızda; maddi durumları iyi olan bir aile ile karşı karşıyayız. Adam, eşi ve iki çocukları olan bir aile. Biri kız, biri oğlan. Adamın işleri iyi gitmekte ve zamanla ailesini en iyi şekilde geçindirecek hatta lüks ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek kadar para kazanmaya başlamıştır. Zamanla adamın gözünü o kadar bir para hırsı bürümüştür ki, ailesiyle daha az zaman geçirip, daha fazla çalışmaya, daha fazla para kazanmaya başlamıştır. İşleri büyüdükçe, kazandığı paralarla daha büyük yatırımlara imza atmaya başlamıştır. Daha sonra bu büyük yatırımların altından kalkamamış ve iflas etmiştir. Kızı okulu bırakmak zorunda kaldı ve oğlu ise evde yaşanan bu sıkıntılı ve huzursuz ortamdan sağlık sorunları yaşamaya başlamıştır. Oğlan çocuğu bundan sonraki yaşamında kendisine daha fazla dikkat ve özen göstermek zorunda. Kızı ise şimdiye kadar yaşadığı ve gördüğü güzel günlere oranla daha önce bulunmadığı bir ortama alışmaya çalışıyor. Üniversite yaşamına son verip, iş hayatına atıldı, çalışıyor ailesine az da olsa katkı sağlayabilmek adına... Sözkonusu baba, elindeki ile yetinmeyi bilseydi ve para hırsı esiri olmasaydı, şimdi kızı Üniversiteyi bitirmiş bir iş sahibi, sağlıklı bir oğlu ve eşiyle daha mutlu, huzurlu bir yaşama sahip olabilirdi.
Bu olayda da daha fazla, daha iyi arayışlarının, hırsın elimizdekileri de büsbütün nasıl yokedebileceğine şahit olduk. Paranın bir yuvanın düzenini nasıl bozabileceği, daha doğrusu hırsın nelere sebep olabileceğinin kanıtı bu olay.
Her geçen gün bu ve benzer olaylara bir yenisi ekleniyor. Görüyoruz, duyuyoruz veya birebir yaşıyoruz. Mutluluk diyoruz, belki söylemesi kolay, üç hece! Ama bir düşünmeye başlayınca içinden çıkmak zor! Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, gerçekçi olursak bazen paranın, bizim kendimizin yarattığı o kağıt parçasının hayatımızı etkileyebileceğini görüyoruz. En önemlisi sağlık problemlerinde, özellikle ülkemizde hastahanelerimizde ilerlemeler olmaktaysa da gerek cihazlar gerekse doktor eksikliğinden hayatını kaybedenler olmuştur. Kim ailesini sağlıklı görmek istemez ki? Ya da hastalığı olduğunda tedavi ettirebilmeyi? Bence hayati önem taşıyan bir durumda, param olmadığı için hayat hakkım elimden alınabiliyorsa veya ülkemdeki şartlar dolayısıyla tedavi imkanı yoksa fakat aynı anda başka bir ülkede çözüm bulunabiliyorsa param olmadığı için ölüme mahkum edilmemeliyim ya da hayatımın geri kalan zamanını sağlıksız acı çekerek yaşamamalıyım.
Kendi yarattığımız bir kağıt parçasına muhtaç olmak, çok acımasız ve akıl almaz birşey. Bir kağıt parçasının esiri olmak!
İnsana ne kadar acı veriyor değil mi? Yazık ki Gerçek... İşte acı da olsa gerçek olan bu noktada sadece paranın sağlığımıza kavuşmamızı sağlayabilmesi ve dolayısıyla mutluluk getirmesinden bahsedilebilir. Çünkü sözkonusu olan yaşam ve ölüm arasındaki ince çizgidir. Bunun dışında para ile mutluluğun satın alınılabileceğine inanmıyorum. Sevdiklerinizle, sizi sevenlerle mutlu ve huzurlu yaşamak yerine, bunların gücüne inanmaz ve yetinmezseniz elinizdekileri de kaybedersiniz. İşte o zaman kazandığınız paranın size o anlık yaşattığı mutluluğun geçici, kaybettiğiniz sevenlerinizin sevgisinin kalıcı ve gerçek mutluluk olduğunun bilincine varırsınız. Hayatta birçok şey için geç kalmış sayılmazsınız. Her hatanın bir dönüşü vardır. Yeter ki bu hatayı yaşam içinde yapınız. Dönüşü olmayan tek hata canınıza kıymaktır. Zararın neresinden dönerseniz kardır. Hayat aslında çok kısa ve kimseyi mutsuz görmek istemiyorum. Ancak bir gerçek varsa o da hayatın acımasız olabileceği değil, bireylerin çok acımasız ve vicdansız olabileceğidir. Ne yazık ki, insanoğlu birbirini mutsuz etmeyi başarmakta en büyük güce sahip. İnsanoğluna verilecek en büyük acı duygularıyla ilgili olabilir. Bunu en iyi yapan da yine insanoğlunun kendisidir. İnsanoğlunun birbirine verebileceği üzüntüyü, başka hiçbir varlık veremez. İnsanlarda %85 duygularının, %15’lik bir kısmında da dış görüntüsünün önemi olduğuna inanırım. Bence bireyi oluşturan düşünceler, vicdan, davranışlar ve mantıktır. Bu soyut kavramlar her insanda varolan, çevremizdeki etkileşimlerimize ve yaşadığımız olaylara göre farklı şekillerde dışa yansıyan unsurlardır.
Dış görüntünün ise bir kılıf olduğuna inanmaktayım. Bu yüzden hiçbir birey birbirine önyargılı olarak yaklaşmamalıdır. Dış görüntü; insanın iç dünyasındaki korkularına, toplumla çatışmalarına, karşıt düşünncelere, sevgi yoğunluğuna ve insanlara olan güven duygularına çektiği bir duvardır. Oysa davranışlarla ve konuşmalarla o duvarı aşmanın mümkün olabileceğini zamanla ögreniriz. Bu yüzdendir ki insanı bir kilitli kapı olarak nitelendirmekteyim. Her kapı yapılırken, o kapıyı açacak bir anahtar da düşünülür ve yapılır. Bu yüzden hiçbir kapıyı kırarak içeriye girmeye gerek yoktur. Çünkü her kapının anahtarı vardır. İşte insanoğlu da bu kadar hassastır. Önemli olan anahtar kelimeleri bilmektir.
İnsanın da birbirini çözmesi kelimelerle, konuşmakla mümkün olabileceğinden anahtar kelimeleri bilmek önemlidir. Anahtar kelimeleri bilirsek, her insanla konuşulabilecek ve paylaşılabilecek bir düşünce birikiminin, hayat tecrübesinin olduğunu görürüz. O zaman da; her insanın bir çözümü, bu çözümü bulmak için doğru anahtarı ve bir de hayatta kendisini çözecek doğru kişinin olduğu sonucuna varabiliriz.
Hepimize Kolay Gelsin...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.