35
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
2671
Okunma


Bu yıl İstanbul’da havalar öyle güzeldi ki...
Badem ağaçları ufaktan ufaktan çiçek açmaya başlamıştı.
Bugün ne yapalım? Diye sorduk iki arkadaş. Sahile inip, yürüyüş yapalım, sonra da çiğ börek yeriz. Siz bakmayın badem ağaçlarının çiçeklerine, bizim çiğ börekçilerimiz hâlâ küçük sobalar yakıyor, biz de onların etrafında ısınıyoruz.
Bir an durup düşündük, acaba sahili başka güne mi erteleseydik. Çünkü sobada tüten dumanın kokusu burnumuza gelir gibi olmuştu.
Giyindik, sonra da çiğ börek yemeğe gittik...
Bize her zaman çiğ börek yapan o hanım yoktu ama yerine hiç tanımadığımız başka bir hanım güler yüzüyle karşılamıştı bizi. Sobamız da yanıyordu. Badem ağaçları da açmıştı.
-Ne alırsınız?
-Bir porsiyon çiğ böreği ikiye bölün de kilo yapmasın, fasulye turşusu kavurması, mısır ekmeği, iki de çay.
-Fasulye turşusu kavurması kalmadı efendim ama yan komşudan sizin için hazırlatırım isterseniz.
-Çok iyi olur.
-Hemen efendim.
"Ağzınızın tadını biliyorsunuz."
Diye yan masadan gelen sesle irkildik.
Kendi halinde bir bayandı bize laf atan. Elinde yünü ve şişleri örgüsünü örüyordu. Bir yandan da çayını içiyordu.
Çayını her yudumlayışında örgüsünü masaya bıraktığını sonradan fark ettik.
Zaten insanoğlunun aklı hep sonradan başına geliyor. O zaman da iş işten geçmiş oluyor...
Muhabbet olsun diye midir nedir, lafı uzattı da uzattı.
-Bende fasulye turşusu kavurmasını çok severim ama istemek hiç aklıma gelmez. Bari bende isteyeyim. Huu kız Malike, azıcık bana da iste de şu meretten ağzım, dilim şenlensin. Hadi bakim.
Gülümsedik hepimiz birbirimizin gözlerine bakıp.
Güzeldi gözlerinin içi... Eksik bir şeyler vardı ama saklıyor gibiydi bizden.
Örgüsünü yeniden eline aldı, fasulyeler gelene kadar.
Daha uzaktan kokusu geldi. Lapur lupur yemeye başladık.
Bu arada çiğ börekler olmuştu. Masaya geldi. Ben hayatımda öyle parmak kalınlığında çiğ börek görmemiştim. Arkadaşımla kızgın kızgın söylenmeye başlamıştık ki, yan masadaki bayan bizi susturdu.
-Susun dedi. Şu ördüğüm kaşkolü görüyor musunuz? Bunu ben on yıl önce eşim için başlamıştım. Eşime söz verdim sana bunu kar yağmadan bitireceğim diye. Soğuk bir kıştı. Sabah uyandığımızda oğlumuz çok hastaydı, kasabamız doktora 70 km. uzaklıkta dağ yolundaydı. Dönüşümüzü ise, hiç hatırlamıyorum.
Kendimi şehir hastanesinde buldum. Bir kolumu hissetmiyordum.
Bayan bize bunları anlatırken, gâyrı ihtiyari gözlerimiz kollarına gitti. İki kolu da masanın altındaydı.
-Şimdi kollarımdan biri yok. Ama eşime söz vermiştim, kaşkolunu bitirecektim. O yediğiniz çiğ böreği yapan bayan gibi. O bayan da söz verdi, ben şahidim. Buranın sahibi yokken elinden geldiği kadar müşterileri ağırlıyor. Tek kolla zor oluyor ama söz verince, sözünde durmak gerek.
İdare edin, bakın badem ağaçlarına kışın ortasında nasıl da açıyor... Onlarda güneşi görünce açmaya söz vermişlerdir.
Sustuk.
Güneş çoktan gitmişti soba yanıyordu, ısınıyorduk ya işte.
Dumanı tütüyordu...
öyküsatıcısı/Davidoff 2014 Ocak