- 785 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ROMA'DAN SEVGİLERLE
Gidiyorsun... Ellerinde bavullar oluyor daima. Bir de uçurtmalar uçuruyorsun yüreğimde.
Gidiyorsun... Yüzünden kaya parçaları yuvarlanıyor içimdeki kalyonlara.
Sonra " ben geldim" dercesine dönüveriyorsun aniden. Tam da gidişine alışmaya çalışırken ben.
Şimdi gitmek sırası bende halbuki. Gitmelerimiz de sıralı. Sırtına çantasını takan kaçıveriyor diğerinden.
Gittiğim her yer sana benziyor, doğru. Fakat sen ne kadar başkaysan, burası da bir o kadar başka tüm coğrafyalardan.
Islak sokaklarda yürüyorum. Kunduralarım sakin adımlarla dokunuyor kesme kaya yollara. Eski Roma iki yanımda tüm ihtişamıyla nefes alıp veriyor. Piazza Novana’da bir kadın arya söylüyor. Tanrılar çıldırmış olmalı. Çeşmelerin ve kiliselerin her yanında beliriyor insanlar. İnsanlar taş kesilmiş, hatta mermer. Ressamlar bütün maharetlerini paletlerden tuvallere aktarma derdinde. Fırçalar ressamların ellerinden havalara uçuşuyor.
Sokaklar zarif giyimli kadın ve erkeklerle dolu. En kötü giyimli insanlar biziz burada. Sanat her alanda sosyal bir obje . Sese, kağıda, kumaşa , taşa ve mermere dönüşmüş sanat Roma’da.
Tevere nehrinin yanında oturuyorum. Başım nehrin ikiye ayırdığı şehri kavuşturma çabasıyla inşa edilmiş köprülerden birine çevriiliyor. Köprüleri oldum olası severim zaten. Köprüler vuslatın kemerlerden ve kayalardan,sütunlardan bazen de en derme çatma haliyle ip ve tahta parçalarından oluşmuş halidir çünkü. Taş köprüler bana sağlam aşkları anlatır. Kurulması zordur, tıpkı yıkılmasının zor olduğu gibi. Uzun zaman alır inşaası. Fakat yapımı tamamlandıktan sonra fırtınalara, sellere sağlam bir iradeyle karşı koymasını bilir.İp köprülerse... Kavuşmak telaşıyla alelacele kuruluvermiştir onlar. Hafif bir rüzgar bile sallamaya yeter onu.
Tevere nehri üstündeki köprüler ölümsüz bir aşkla bağlıyor şehri birbirine.
Başımın üstünde kestane ağaçları yapraklarını döküyor henüz. İki İtalyan kadın jest ve mimiklerle süsledikleri kelimelerine ses efektlerini eklemeyi ihmal etmeden gürültülü bir şekilde geçiyorlar yanımdan. Peşlerine takılıyorum. Hızlandırılmış adımlarım beni Fontana Trevi’ye ulaştırıyor. Trevi çeşmesi... Aşıklar çeşmenin önünde aşklarını tazeliyorlar, sevdiğine kavuşma ihtimali bile olmayanlar, kasvetlerini...
Roma...
Aşkın, mermer sütunlara altın harflerle yazıldığı şehir... Islak taşlarla dokunmuş yollar ışıl ışıl... Zarif tümceler sıyrılıyor dudaklarımızdan şimdi. Şehre yakışan kelimeler söylemeli. İncinmeden ve incitmeden usul usul kıvrılmalı bizim de yollarımız. Ani tepkilerden uzaklaşmalı. Mutluluk kahkahaları sıralamalı sonra seslerimiz. Ağzımız uzun gevezeliklerden sakınmalı. Oysa ne çok yakışıyor tam da şimdi dudaklarıma hasret cümleleri. Gözlerimdeki bakışları uzaklaştırarak şehre, ileri doğru bakıyorum. Gözlerimin içine sığdırabildiğim kadar uzağa... Roma’yla kavuşması hayallerde kalan şehre... İstanbul’a... İstanbul içimde bir ateş kütlesi gibi büyüyor şimdi. Mutluluk gözyaşları kılığına bürünüyor şimdi kahkahalarım. Tevere nehrine doğru ağıyor içimdeki hasret... Nehir coşkun tırmanışlar barındırıyor yatağında. Nehir taşkın akıyor kıvrıla kıvrıla...
Ne çok insan yüzü var...
Ne çok benziyor yüzler bir birine...
Ne çok sen?
Piazza del Popolo’da bir sanatçı... Onlarca sanatçıdan yalnızca biri... Elinde tahta sopalar, ucunda bir ip... Devasa baloncuklar büyütüyor meydana... Çocuklar eğleniyor sabun köpüklerinin raksına. Cansız heykeller bahşiş karşılığı hareket ediyorlar. Ürküyor çocuklar. Meydan çocuk koşuşturmalarına boğuluyor.
Şehir çevremde büyümeye başlıyor... Her hücremi çevreliyor sonra. Nehir ortadan ikiye bölüyor şimdi ruhumu. Roma ruhumda bir nokta.
İkiye bölünüyorum, bu şehre öykünüyor ruhum. Bir yanım dünyaya dönüyor yüzünü. Gülüp eğlenme heveslisi. Diğer yanım ölüm var diye irkiyor sağlam sandığım bütün dayanaklarımı... Ölüm, alıp başını geliyor yanıma. Elimdeki valize bakıyor, aldırmıyor yalnızlığıma. Bütün azizlerin kutsadığı taşlara, duvarlara dokunarak geliyor ölüm. Kabuğuma çekiliyorum yeniden. Tüm evren dönüyor sırtını bana. Tüm evrene dönüyorum sırtımı oysa ben. Böyle zamanlarda yaptığım şeyi yapıyorum yeniden. Gözlerimi sıkıca kapayıp, her şeyin bitmesini bekliyorum . Yeniden başlayıncaya dek yine her şey...
Hayır! Sandığım kadar gerçek değil burada hiç bir şey. Bir şeyler eksik olmalı. Bir terslik var algılarımda. Benim inançlarımı kuşatmıyor buradaki öğretiler. Kutsalımı irdelemiyor kutsal kelimeler. Bu sokaklar benim çiğnediğim sokaklar olmamalı. Bütün bunlar bir ironi.
Saklamaya çalışıyorum gözlerimi insanlardan. Ağlamaktan kızarmış gözlerimi saklamaya çalışıyorum. Ait olamadığım toprakların sahiplerinin, inandıkları değerlerini yaradılışıma bu denli uzak buluşumu, saklamaya...
Kalbim hala İstanbul’da... Bir bardak çayı özler gibi özlüyorum yine sevdiğim şehri.
Fakat ey Roma... Kalbimdeki kırılmışlık hissi, sana ait bir hatıra bende bana. Aşkı, ölümü ve hayatı anımsatan şehir... Yasak aşkımın imkansız vuslatı...Seni sevmek denizler ötesi demektir.Ve şehrim, sevmediğini bile bile seni sevmeye devam edecektir!
YORUMLAR
Muhtemelen ayni yolları arsinladik
Ayni yerlerde durup manzarayi izledik fotograf cektik
Fakat öyle güzel bir aktarım var ki yazida
Bir kez daha gezdim Roma'yı
Hem de yalnız değildim; )
Sahi bozuk parayi nasıl atiyorduk ask cesmesine
Sag omzun ustunden geriye mi?
Çok fazla ortak nokta buldum sizi okurken
Tebrikler.