- 427 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yavaş Yürü
“YAVAŞ” YÜRÜ!
“Hancı”yı bilmeyenimiz var mı? Sanmam. Bilmeyen yoktur “Hancı”yı. Bekir Sıtkı Erdoğan’ın ünlü şiiri. Bestelenmiş. Zeki Müren, Müzeyyen Senar başta olmak üzere birçok sanatçı okumuş. Benim “Hancı! Hancı” dediğime bakmayın. Şiirin adı “Bin Birinci Gece.” Karaözü’nün Sesi’nde gördüm. “Bin Birinci Gece”, olmuş “Hancı”. Bu şiirin yörede türkü formunda söylendiğini öğrendim. Ama dinlemek kısmet olmadı.
Yedi dörtlükten oluşan bir uzun şiirdir “Bin Birinci Gece”. Namı diğer “Hancı”. Ayrılık,hasret,gurbet ve sıla özlemi buram buram tüter dizelerinde. “Yavaş yavaş” rediflidir. İlk kıtanın 2. ve 4. dizeleri,diğer dörtlüklerin son mısraları “Yavaş yavaş”la sonlanır. Bir tadımlık alıntı “Bin Birinci Gece”den. İlk dörtlük huzurlarınızda:
“Gurbetten gelmişim, yorgunum hancı!
Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş...
Aman karanlığı görmesin gözüm,
Beyaz perdeleri ger yavaş yavaş... “
Neden “Hancı” denilmiş peki? Şundan ki tüm dörtlüklerde yorgun,bitkin birinci kişi hancıya seslenir. Hancıyla dertleşir. Hancıya içini döker. Bin Birinci Gece, olur Hancı. Laf aramızda fena da olmamış hani!..
Ben “Yavaş yavaş” redifine takıldım. Can arkadaşım Yavaş İsmaal’i anımsadım. İsmail Kalkan. Alo’n İsmaal. Yavaşım Aslanım...
Yaşıtım, okul arkadaşım. Yazın köyde sabah yürüyüşlerinde yolumun yoldaşı. Lakabının “Yavaş” olduğuna bakmayın siz. Köyün en hızlılarındandır kendisi. Bir sabah yürüyüşünde sordum:
“Arkadaş! Sana niye, Yavaş İsmaal, diyorlar?”
Gevrek gevrek güldü:
“Milazım enişte taktı bu lakabı. Menteşeli bir Yavaş İsmaal varmış. Bağ bekçisi durmuş bizim köye. Haggaten de yavaş mı yavaş biriymiş. Milazım enişte beni ona benzetmiş herhal. Yavaş İsmaal, dedi bana. Onun yadigarı bu lakap.”
Hızlıdır. İlgilidir. Çalışkandır benim can yoldaşım. Bir o kadar da unutkan. Bir sabah yürüyüşünde Beylik’de çeşme başında mola verdik. Kalktık. Baktım Yavaş Oğlan çantasını unuttu. Çantayı ben sırtladım. Köye kadar getirdim. Ayrılma noktasında:
“Al arkadaş çantanı. Köye kadar bana taşıttın. Senin bu yaptığını Çorumlu yapmaz.” dedim. Bir şaşırdı. Bir sevindi:
“Vallaha unuttum yav...” dedi. Çanta boştu zaten. Bir kavalımız,yarım litrelik de plastik su şişesi vardı çantada.
Kaval deyince, İsmail bir yürüyüşte kavalını düşürdü. Gitti Boğazlıyan’dan bir yenisini aldı. Çalışıyoruz. Gelin Ayşe’yi sular seller gibi çalar oldu. Yavaş’ın düşürdüğü kavalı Gökay bulmuş. Kahvede İsmail’e sormuş:
“Abi! Ben bir kaval buldum. Senin mi?”
İsmail hiç ilgilenmemiş:
“Benim kavalım deal. Olsa olsa Mısdafa’nındır. Sen ona sor.”
Gökay müjdeledi bana:
“Abi! Kavalını buldum, evde...”
Şaşırdım. Benim kaval yerli yerinde. Hemen İsmail’in düşürdüğü kavalı hatırladım:
“Emmoğlu! Kaval benim değil İsmaal’in.”
Şaşırma sırası Gökay’da:
“Abi! Sordum kendisine. Benim deal,dedi. Mısdafa’nın,dedi.”
Güldüm:
“Sen ona bakma. O unutmuştur. Kavalı düşürdü. Boğazlıyan’dan yenisini aldı.” dedim. Gülüştük. Gitti eve Gökay. Getirdi kavalı. Yanılmamışım. İsmail’in kavalı.
Hele bir de Ferat’ın Bulgurözü’ndeki mısır tarlasında gözlük düşürmesi var ki...Neyse onu anlatmayayım. Şu kadarını söyleyeyim. Gözlüğü bulamadık. Yavaşım Aslanım bir altı ay gözlüksüz yürüdü.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.