- 551 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Sandalye
Merhaba, normalde bu giriş kelimesinden sonra kendimi tanıtmam gerekirdi ama sanırım benim kim olduğumu bilmenize gerek yok. Sadece 33 yıldır yalnız olduğumu ve ölümü beklediğimi söylemek istiyorum.
Dünyaya geldiğim bir odada hayatıma devam ediyorum. Penceresiz küçük bir odanın içinde sahip olduğum eşyalarımın sayısı üçtür. Bir yatak, sandalye ve lamba. Yatak, odanın bir köşesinde duruyor, ahşap sandalye ise odanın merkezinde duruyor. Sandalye yatağa sırtını dönmüş, aralarında sanki bir küslük var gibi uzaklar birbirlerine. Bana da bir şey söylemiyorlar. Lamba ise sandalyenin üzerinde odanın tüm duvarlarına eşit uzaklıkta etrafı aydınlatıyor.
33 yıldır yalnızım. Yalnız doğmuşum. Ben doğarken etrafımda kimsecikler yokmuş. Hatta annem bile yokmuş. Bunun imkansız olduğunu düşünüyorum ama çok da sorgulamaya değer bulmadım bu bilgiyi.
Eskinin masallarında yaşarken ben, mutluydum alelade. Öylece geçiyordu yıllar. Ta ki çocukluğumun bitip acımasız yetişkinlik gerçekleriyle tanıştığımda etrafımda yürüyen, esneyen, korkan ve kibarlık yapan canlıların huylarını, davranışlarını tüm çıplaklığıyla anladım.
Olaylar, olaylar. Bir takım olaylar oldu. Bana bu canlıların aslında birer ne olduklarını anlatan olaylar oldu. Hiçbir şey masallardaki gibi değildi. Mutlu son yok gibiydi. Karşılıksız sevgi, saf iyilik ve özgürlük gibi kelimelerin aslında var olmadıklarını anladığım günden beri, sanırım o günden beri ölmek istiyorum.
Fakat ölemem. Yani kendimi öldüremem. Çünkü içimde “bana dur yapma” diye feryat figan koparan bir yenge var. Bu yengeye korku ismini koydum ve korku yenge zor durumlarda ortaya çıkıp beni yönlendiren bir bilgeydi sadece. Bu yengeye göre kendimi öldüremezdim. Kurallar net ve aşılmaz idi.
Bu yüzden adını tanrı koyduğum başka bir parçam vardı. Yani varmış. Böyle dev sakallı bir dedeymiş kendisi. Onun koyduğu başka kurallara göre de sadece o beni öldürebilirmiş. Tabi buna tesadüf amcam karşı çıkıyordu bir köşede sinsi sinsi yaptığı vaazlarda.
Geçenlerde deprem oldu. Bir an içimden büyük bir mutluluk dalgası yayıldı. Sanırım tanrı beni öldürmeye karar vermişti. İçinde bulunduğum odayı darmaduman edip beni o duvarların altında kalmam için ikna edecekti. Ben de koşulsuz kabul edecektim. Edecektim. Fakat ansızın sarsıntı durdu ve her şey mahvoldu.
Sevgi diye bir şey yok. İnsanların hepsi bencildir. Kendilerini gördükleri o şey ne buyurursa onu yapmakla yükümlüdürler. Geçenlerde parası olan bir adam dilenciye para verdi. Adam dilenciye o parayı kendini dilencilere para veren, iyi bir adam olarak gördüğü için verdi. Hani her insanın içinde olan bir şey var ya. Ona ego diyorlar. İşte tüm sebep bu. Bir anne, oğlu 5 kişiyi acımasızca öldürdükten sonra bile yavrusunu bağrına basıyor. Sevgiden mi? Hayır elbette. İçinizden çıkan bir şey iyi olmalıdır. Çünkü o kadın kendine göre iyidir. Oğlu da iyi olmalıdır. Hiç değilse iyi olacaktır. Düzelecektir. Kadının umudu var yahu! Egoist ne olacak!
Mekanik ilişkiler yumağının ortasındaki robotlardan biriydim ben de. Herkes gibi. Kimileri gibi aptal olup da mutlu olanları aşağılayanlar gibi de değildim. Robotlara karşı hiçbir kinim yoktu. Onlara karşı hissizdim. İnsan kavramının dünyanın gelmiş geçmiş en büyük yalan olduğunu öğrendikten sonra doğal olarak hiçbir sebebim kalmamıştı yaşamak için. Masallar çok cennetti, o halde biz cehennemde yaşıyor olmalıydı, bu gerçekliğe göre.
Ölmek istiyordum ama bunu kendim yapamazdım. Sonra bir gün, lambam patladı. Oda karanlık içinde kaldı. El yordamıyla sandalyenin üzerine çıktım. Sonra sandalyenin en üst noktasına bastım. Altımdan, sanki bir idam mangasının kesin hareketi kadar geçen bir anda kurtulan sandalye, benim havada takla atmama sebep oldu. Normalde her zaman üzerine bastığım zemin, kafama bir yumruk atarken yumruğun şiddeti boynumdaki iri kemiği kırıp hayatla olan bağlantımı kestiğinde ben artık mutlu bir ölüydüm. Yaşasın tanrı, ne güzel öldürdü.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.