- 708 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Kafe
Dünya… Üzerinde yaşayan milyarlarca insanla birlikte durmadan dönüyor… Milyarın milyar katı kadar bir hayat öyküsü her geçen saniye doğuyor, büyüyor ve ölüyor… İnsanlar nefes alıyor, konuşuyor, gülüyor ve ağlıyorlar… Düşünüyorlar… “Neden?” diye soruyorlar. Neden?
Genç, o anda aklından geçenlerin eşliğinde kafenin duvarına asılı duran resimdeki yatın rüzgarla dolmuş yelkenine dalmıştı. Kendi kendine fısıldadı:
-Neden?
Kafe her gün olduğu gibi o gün de ağzına kadar doluydu. Kaliteli mobilyaları, özenle hazırlanmış olduğu her halinden belli olan dekorasyonu, insana kendini değerli hissetmesine sebep olacak kadar iyi görünüyordu. Ne çok büyük, ne çok küçüktü. Dışarıda yağan tüm yağmurun ve fırtınanın o çılgın atan ıslak kaosu kafeye giremiyordu. Burası insanların sığ ve güvenli limanıydı. Burada deniz durgundu ve liman, kahvenin lezzetli kokusuyla daha bir cennet gibi geliyordu. Kafe dolu olmasına rağmen öyle ortalıkta devamlı bir hareket yoktu. Herkes olduğu yerde daha fazla kalmak ister gibiydi. Yüksek sesle değil tam bir sohbet havasına uygun sesler yükseliyordu kafenin meydanına. Kafenin kapısının çıngırağının sesi her çaldığında, bu sohbet havasına adeta eşlik eden bir melodi yaratıyordu. Kimi gazetesini, kimi kitabını okumaktaydı. Kimi dizüstü bilgisayarından arkadaşına bir şeyler göstermekle meşguldü, kimi ise sevgilisine arkadaşını çekiştirmekteydi.
Dizlerinin istemsizce sallandığını farketti Ahmet. Nerede kalmıştı acaba? Bugün büyük gündü. Ona açılmanın tam vaktiydi. Hayat tam bir armoni yaratmıştı bu ortam için. Tuğçe’ye ders notlarını böyle bir kafede vermeyi teklif ettiğinde aklı kaynar gibi olmuştu. Kabul ettiğini duyduğunda ise salt bir şekilde sevinmişti. Kısa saçlarına elini bastırdı, hafifçe gerindi Ahmet.
Garson, Ahmet’in üzerine doğru gelip bitmiş olan çayı almaya davranınca düştüğü düşünce nehrinden bir anda kurtuldu Ahmet. Temiz ve şık giyimli Garson, Ahmet’e bakıp kibarca gülümsediğinde Ahmet de kalp atışlarının hızından ötürü ona hafifçe bir tebessüm uzatmakla yetiniverdi.
-Başka bir isteğiniz var mıydı efendim?
-Şey, evet bir çay daha alabilirim sanırım.
-Elbette, hemen geliyor.
Garson oradan uzaklaşırken haftalardır içten içe hoşlandığı kız -aslında kendini hoşlandığına ikna etmişti neredeyse- kendisine doğru baktığında, gülümsediğinde ve ona doğru yaklaşmaya başladığında Ahmet’in içinden şöyle bir haykırma kopuverdi:
-Ne hoşlanması?
-Ne hoşlanması dedim sana!
-Sen düpedüz aşıksın dostum!
-Aşıksın!
Tuğçe kibarca yaklaştı. Ahmet biraz önce gözlerinin daldığı yatın yelkeni gibi hissetti. Yelkenli bir denizin içinde güçlü, coşkulu bir şekilde yüzmekteydi. Tuğçe’nin gözleri kadar mavi bir denizde. Ahmet o denizde özgürlüğüne doğru yelken açıyordu. O anda. Tüm sözcükler sessiz birer anıya dönüşmüştü. Hayat o anda muhteşemdi. Zamanın durmasını istedi. O an zaman durmalıydı.
Tuğçe’yle laflamaya başladılar. Ahmet espriler yaptı, Tuğçe güldü. Ortak birçok yanlarını ortaya çıkaran konulardan konuşurken ikisi de birbirlerine karşı olan çekimi hissediyordu. Ahmet bu çekimi hissettikçe daha da heyecanlanmaya başlamıştı. Tuğçe’nin omuzlarına düşen saçlarına gözü gitti bir ara. Mükemmel bir uyum gösteriyordu saçları hayatla. O kafe, havanın tazeliği, arka fonda kafenin müzik sisteminden yayılan yan flütün melodisi, her şey bir uyum içerisindeydi.
Ahmet sonunda konuya geldi, Tuğçe’ye çıkma teklifi edecekti. Arkadaşlarından binlerce fikir edinmişti, kimi “böyle bir şeye gerek yok, bir bakarsınız el ele tutuşursunuz” demişti. Kimi ise “git çatır çatır söyle arkadaş” demişti. Ahmet güzel bir konuşmanın ardında sorusunu sordu, kelimeler ağzından dökülüyordu.
-Tuğçe benimle çıkar mısın? Ahmet’în kalp atışının sesi artık duyulur derecede artmıştı. Heyecan seviyesi o kadar yüksekti ki. Artık hiçbir şeyi duymuyordu. Kulağına sadece çok hızlı atan kalbinin sesi geliyordu. Sevdiği kız şimdi cevabını verecekti. Tuğçe soruyu gülümseyerek yanıtladı:
-Evet, Ahmet.
O anda Ahmet’in göz kapakları kapanıp kısa sürede açıldı. Sonra Tuğçe’nin gözlerinin içine baktı. Adeta zaman durmuştu. İçinden
-Daha önce söylediğimi geri alıyorum, keşke zaman şimdi dursaydı. Hayatım hiç bu kadar muhteşem ve mükemmel olamaz! Şimdi durmalı zaman, evet!
Ahmet, bir şeylerin yanlış gittiğini Tuğçe gözünü uzunca bir süre kırpmadığı zaman farketti. Sonra farkettiği şey ise kanını dondurdu. Etrafta ölümcül bir sessizlik vardı. Hiçbir ses gelmiyordu. Hiçbir şey duymuyordu Ahmet. Etrafına bakındı. Herkes donmuştu adeta. Garsonun fincana dökmekte olduğu çay kaskatı kesilmişti. Bir adam gülerken kalmıştı. Televizyon, kafesteki kuş, kafenin camına yapışan yağmur taneleri… Hepsi donmuştu. Zaman donmuştu.
-Bu, bu imkansız! Bu imkansız diye ağzında geveledi Ahmet. Bir anda ayağa kalktı, sandalyesini ittirmeye çalışmıştı ama kaskatı kesilmişti sandalye ve hiçbir şey kıpırdamıyordu bile yerinden. Ahmet çıldıracak gibi oldu. Bağırmaya başladı. Neler oluyordu? Yoksa, yoksa ölmüş müydü. Şaşkınlık, korku ve daha başka milyonlarca duygu bir anda beynine hücum ederken Ahmet kendinden geçmek üzereydi.
Ahmet, birçok kişinin yetenekli, birçok kişinin lanetli diye çağırdığı kişilerdendi. Kontrol edemediği yeteneği yüzünden bir kafede mahsur kalmıştı. Zamanı durdurma gibi bir yeteneğiniz olduğunu farkettiğinizde iş işten geçmiştir. Ahmet, Tuğçe’nin yanıtını aldığında duyguları olağanüstü hareket etmiş ve yeteneğini kontrolsüzce uyarmıştı. Bunun sonucunda Ahmet zamanı kırmış, paralel bir evrene geçmiş ve orada diğer lanetli-yeteneklilerin ortalamasından çok daha kısa bir sürede, kırılmadan sadece 25 saat sonra intihar ederek o evrenden çıkma yolunu seçmişti. Çünkü zamanın durduğu bir evrende ne yemek yiyebilir, ne su içebilir, ne de herhangi bir katı veya sıvı maddeyi hareket ettirebilirdiniz. Ahmet’in sorunlarına açlık ve susuzluk da dahil olunca Ahmet çarenin kafasıyla kapıyı parçalamaktan geçtiğini düşünüvermişti ya da tam tersi.
Ahmet o evrende ölmüştü.
Önceki evrende ise neler olduğunu asla bilemeyiz…
Dünya… Üzerinde yaşayan milyarlarca insanla birlikte durmadan dönüyor… Milyarın milyar katı kadar bir hayat öyküsü her geçen saniye doğuyor, büyüyor ve ölüyor… İnsanlar nefes alıyor, konuşuyor, gülüyor ve ağlıyorlar… Düşünüyorlar… “Neden?” diye soruyorlar. Neden?