- 456 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 32
İlhan öğretmenin ders anlatışı, öğrencileriyle ilgilenmesi, onların bir şeyler öğrenmeye başlamasına ve kendilerine olan güvenlerinin ve okuma sevgilerinin de artmasına sebep olmuştu. Fikret’in tam da aradığı ortam buydu işte. Şimdi okulda öğretmenini can kulağı ile dinliyor, öğreniyor, kahveye geldiğinde ise var gücüyle, kahvenin gürültüsüne, sigara dumanına, ikide bir masadan kaldırılışına bile aldırmadan derslerine çalışıyordu.
Sabahları Kurtköy sokaklarında dolaşıp halka, galete, simit satarken bile aklında okumak için para kazanma düşüncesi vardı. Dersler hareketli ve neşe içinde geçiyordu. Öğretmenin sınıfa sorduğu hemen hemen her soruya mutlaka parmak kaldırıyordu. İlhan hanımın dikkatini çekmek, övgüsünü kazanmak, gözüne girmek çok hoşuna gidiyordu.
Bir gün yine neşe ile geçen dersin en hareketli dakikalarında ısrarla kalkan parmağını öğretmeni görmezlikten geliyordu. Çünkü biraz da başka öğrencilerin derse katılmasını istiyordu. Fakat Fikret’in parmağı ısrarla kalkıyor, hatta bazen ’ Öğretmenim ’ diye sesleniyordu çocuk. İlhan hanımın da ısrarı sürdü ve hep diğer çocuklara söz hakkı verdi. Neden sonra umutsuzca inmişti o parmak. Öğretmen onun inadını yenebildiğinin inancıyla rahatlamıştı. Fakat şimdi Fikret’in yüzü kıpkırmızı olmuş ve başı öne eğilmişti. Hatta elleriyle yüzünü kapıyordu. Öğretmen onu gücendirdiğini zannederek yanına gitmek isterken , çocuklardan biri, gülerek ;
’ Fikret, işemiş öğretmenim ! ’ diyordu. Dikkatle baktığında, çocuğun pantolonunun gerçekten de ıslanmış olduğunu görünce çok üzüldü. Ders için değil de, tuvalete gitmek için parmak kaldırdığını ancak anlayabilmiş ve sebep olduğu bu durum için çok üzülmüştü. Yanına gidip başını okşadı çocuğun.
’ Kusura bakma yavrucuğum. Anlayamadım seni. Haydi git de annen üzerini değiştiriversin. ’
O ana kadar utanmış fakat ağlayamamıştı çocuk. Fakat öğretmenin ’ Annen üzerini değiştiriversin ’ sözüne ’ Benim annem yok ki ! ’ diyemeyince birden koptu gözyaşları. Ağlayarak ve koşarak çıktı sınıftan. O çıkınca çocuklar verdiler o bilgiyi öğretmene.
’ Öğretmenim, Fikret’in annesi yok. Aslında var ama ayrı. O, kahvede babasıyla yaşıyor. ’ Bu sözler üzüntüsünü daha da artırdı öğretmenin. Derse daha fazla devam edemeyip öğretmenler odasına çekildi. Oturduğu yerde ağlayacak gibi oldu.
Islak pantolonu ile utanarak girdi kahveye. Adamlar alay ettiler onunla.
’ Ne yaptın be Küçük İncirli ? Su koyvermişsin yine ! ’
’ Senin musluğun contası bozulmuş oğlum. İncirli, değiştiriver şunun contasını. ’
Öfkeden sinirlenen adam, vurmamak için zor tuttu kendini çocuğa. Öfkeyle, söylenerek değiştirdi üstünü. O gün tekrar okula gitmedi çocuk.
İsmail efendi bebeğiyle oynarken anne mutfakta mama hazırlıyordu. Kapı çaldı. Mutfaktan koşarak gidip kapıyı açan kadın, karşısında postacıyı görünce şaşırdı. Sonra da Almanya’daki kızından mektup geldiğini tahmin etti. Fakat zarfı incelediğinde, oradan daha önce gelenlere pek benzetemedi. Biraz da incelediğinde, üzerinde ’ Gönderen Mukaddes ’ ibaresi şaşkına çevirdi onu. Hemen göğsüne götürdü, sardı, okşadı zarfı. Heyecanla açtı. Gerçekten de Mukaddes’ten geliyordu mektup :
’ Canım anneciğim ;
Beni senden, yuvamızdan koparıp buralara , hiç tanımadığımız , ne olduklarını bilmediğimiz insanlara verdi babam. Senin beni istemediğini söylediler. İnandım annem ; affet beni.
Türlü türlü oyuncaklarla, takılarla, yiyeceklerle, süslerle, tatlı sözlerle kandırdılar beni. Küçüktüm ben anne, inandım, kandım, affet !
Gün geçtikçe, biraz daha büyüdükçe anlamaya başladım, tanımaya başladım, gerçek niyetlerinin ne olduğunu anlamaya başladım anne. Güya ben sana fazla gelmiştim, babam da kahve köşesinde bakamazdı, sokakta kalmamam, ziyan olmamam için, iyilik olsun diye almışlardı beni. Yalanmış anne, külliyen yalan !
Hani okutacaklardı beni, hatta özellikle okutmak için almışlardı ya ; hani nerede anne ? İstanbul’un Beşiktaş’ındaki okulda, Tepeören Köyü’nden gelme Mukaddes olarak ben, Pekiyiden başka not almadım hiç anne. Önce Galatasaray Lisesi’ne, oradan da Tıp Fakültesi’ne gidip okuyacaktım, doktor olacaktım ben anne ! Hastalara şifa verecektim, yoksullara bedava bakacaktım anne....
Göndermiyorlar işte. Neymiş ; okumaya ihtiyacım yokmuş. Ne istersem alıyorlarmış. Okumanın yerini başka hiç bir şey alır mı annem ? Niyetleri benim evde kalıp, engelli çocuklarıyla ilgilenmem. Hem hasta bakıcısı, hem arkadaşı, hem de ablası olmam.
Ben bu kaderi reddediyorum anne. Mektubun sonuna adresi yazıyorum. Ne olur, gelip alın beni buradan. Bırakmayın anne ! Yanında olayım, kollarında olayım, istersen aç açık kalayım, önemli değil. Varsa yer içeriz, yoksa yine şükrederiz birlikte. Tepeören Köyü’ndeki evimizde öyle değil miydik ? Yoksulduk ama mutluyduk yine de. Çünkü birlikteydik anne.
Gel anneciğim. Yolunu dört gözle bekliyorum. Beni bu yaban ellerde, bu yalancı insanların eline bırakma anne.
Hasretle yanaklarından doyasıya öpüyorum. Sen gelinceye kadar gözlerim yolda olacak, uyumayacağım anne. Bekliyorum, gel anneciğim, gel !
Kadersiz kızın Mukaddes ’
Devam edecek.
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Herkes senin gibi dobra dobra yazamaz geçmişini ,tebrik ederim saygılarımla.
Fikret TEZEL
Kötüydü bu bölüm yahu!...
Hem çocuğun o sevimsiz durumu,
hem de ablasının düşünceleri can sıkıcı olmuş.
Umarım işler sarpa sarmaz.