- 833 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
THE ROOTS OF CHRİSTİAN RAGE
Sene 1990, İslam ve İslam dünyasıyla ilgileniyordu genç! muhteris Bernard Lewis. Bu amaçla o yıllarda “İslamic Fundamentalism” başlıklı çalışmasıyla İslam’ın şiddet dini olduğunu anlatıyordu.
Batıda bugünkü İslam algısının oluşmasında önemli rolü bulunan Bernard Lewis konuyla ilgili düşüncelerini geliştirerek benim de “devşirip” yazıma başlık eylediğim “The Roots of Muslim Rage/Müslüman Hiddetinin Kökleri” eserinde topladı.
Bernard Lewis Batı’ya İslam’ın siz(in dininiz)e ezeli ve ebedi düşman olduğunu, Müslümanların iflahının mümkün olmadığını, İslam dünyasıyla barış ve güven içinde olmanın imkânsızlığını ve Hıristiyan dünyasının İslam dünyasıyla yaptığı bütün savaşların bu minvalde değerlendirilmesinin gerekliliğini anlatıyordu.
Lewis’in İslam ve Müslümanlarla ilgili düşüncesinin ana teması “İslam ve Batı arasındaki bu mücadele on dört asırdır devam ediyor. Bu mücadelede hep uzun soluklu saldırılar ve karşı saldırılar, cihad ve haçlı seferleri, fetihler ve karşı fetihler vardı. Bu gün yine İslam dünyasının büyük bir kısmı Batıya karşı yoğun ve şiddetli bir hınç duymaktadır. Amerika aniden kötülüklerin anası, iyi olan her şeyin şeytani rakibi ve bütün bunları özellikle Müslümanlara ve islama karşı yapan baş düşman oldu?” pasajında görülebilir.
Bernard Lewis zekiydi, İslamla 1400 yıldır mücadele ettiklerini anlamıştı. Anlamıştı anlamasına da şu “Amerika aniden kötülüklerin anası… oldu” tespitine katılmıyorum.
Ne demek “aniden?”
Amerika yeryüzünün her karış toprağına tecavüz etmedi mi? Nikaragua’yı işgal etmedi mi? Kore’ye savaş açıp 100 binlerce kişinin ölümüne sebep olmadı mı? İlk atom bombasını kullanmadı mı? Müslümanları birbirine kırdırtmadı mı? Orta Amerika’da yaptıkları az mıydı? Siyahîlere, Kızılderililere yapmadığı kötülük kaldı mı? Bunlar sadece 1898-1950 arası Amerika’nın suçları değil mi? İsrail’in vahşetine destek olan, Ortadoğu’ya tiranları musallat eden Amerika değil mi? 1950 sonrasını zaten anlatmaya gerek yok.
Kod Adı: Olympus filmini izleyenler bilir, filmde ABD başkanlık sarayının işgalini dünyanın nasıl gördüğünü anlatan TV spikeri, sıra Ortadoğu’ya geldiğinde “Ortadoğu’da büyük sevinç gösterileri var” diyordu filmde. İyi de, ABD bunun Ortadoğu’da neden sevinçle karşılandığını bilmiyor mu? Biliyor, nedenmiş peki? Amerika neyi biliyorsa ondanmış işte.
Bunlar yetmiyormuş gibi Amerika yine İslam dünyasına ayar çekiyor. Çok iyi biliyoruz ki en güzel tasarımı kaostur Amerika’nın, ne kadar karışıklık o kadar ucuz petroldür Amerika için.
Günümüzde de değişen bir şey yok, Müslümanlara “din” üzerinden çok büyük ve kirli oyun oynanıyor. Halkı Müslüman olan devletlere 20. Yüzyılda laikçiliği dayatan Batı bu projesinde kısmen başarılı olduysa da 21. Yüzyılda bununla yetinmeyip büsbütün İslam’ı laisize etmek için düğmeye bastı. Gerekçeleri Bernard Lewis’in post-modern versiyonu Huntington’ın “İslam, demokrasiyle bağdaşmayan bir kültüre sahiptir ve bu nedenle, bu kültür (din) Batıyla sınırdaş olduğu her yerde, Batıya karşı savaş yürütmektedir” satırlarında. Bununla, İslama karşı topyekûn savaşmanın mecburiliğini dünyaya duyurma görevini yerine getiriyordu Huntington.
Şerhe ihtiyaç olmasa da Huntington şunu demek istiyordu:
Müslümanlar istedikleri kadar demokrasi desin, İslam ile demokrasi asla bağdaşmaz. Nerede Müslüman varsa Batıya karşı savaştadır. Bu yüzden Müslümanların demokrasi söylemleri retorikten öteye geçemez.
Tabi, bunu bilmeyen garibim müslümanlar! da demokratlık yarışında.
Huntington ayrıca bu “savaş” için hazırlık da öneriyor: “Bizim İslami terörizme karşı mücadelemiz aynı zamanda uyuklayan dünyayı uyandırma amacını taşımaktadır…” Evet, Batı’nın akıl daneleri olan B. Lewis ile S. Huntington Müslüman olmayan dünyaya ezeli ve ebedi düşmanlarının İslam/Müslümanlar olduğunu kabul ettirmişlerdi. Bakın, Cengiz Çandar’ın tafsilatını da yazacağım sözlerine:
“Mesele, Usame, El-Kaide ve Taliban’ı ve 11 Eylül terörizmini ’kuru cümleler’le kınamak değil…” Batı’nın istediği “kınamaktan öte” bir şeydir. (Bununla ne denmek istendiğine değineceğiz)
Gördüğünüz gibi biz, İslam-İslamcılar-Müslümanların hali ne olacak diye düşünürken oryantalist yerlilerin ABD’deki “patronları” kararlarını çoktan vermişlerdi. Ne kadar Müslümanlık, ne tür bir İslam olacağını “patronları” karar vermiş biz de taşıyıcı elemanları vasıtasıyla öğrenmiştik.
21. Yüzyılın başından itibaren Müslümanlar bölgelerinde dirayetli davranarak verdikleri mücadele ile halk iradesini güçlendirdi. Türkiye R. Tayyip Erdoğan liderliğinde model ülke olmuş, pek çok Arap ülkesi demokrasiye geçmeye başlamış, ülkelerinde demokrasinin kurallarını işletmeyi esas almışlardı. Aldılar da takdir edilecekleri yerde demokrasinin savunucuları! olan Batılı ülkelerin envai çeşit gadrine uğradılar. Neticede Libya’yı karıştırdılar, Mısır’da darbe yaptılar, Tunus’ta da başbakan istifaya zorlandı. Türkiye’de ise mücadele devam ediyor.
Peki, ne yapmak istiyorlar? Daha doğrusu bunları ne keser?
Kuramsal olarak Graham Fuller ve S. Huntington’ın başını çektiği ekol İslam’a karşı “İslamı!” konuşlandırıp bundan bulandırılmış bir din/İslam çıkartmak istiyorlardı. Kur’an ve dini kaynaklar “revize ve restore” edilecek, Protestan bir zihinle yeniden dizayn edilecekti. Kurguladıkları bu “İslam” artık Allah’ın dini olmaktan çıkacak, İslamla yer değiştiren ve istediği yere eğilip bükülen bir dine dönüşecekti. Bu dinin adı aktüel olması hasebiyle artık paralel din olacaktı.
Bugün İslam dünyasının yaşadıklarını ABD/Batı çoktan planlamıştı. Kaynaklardan, âlimlere kadar kimler kabul edilmeli, kimler red edilmeli, kimlerle ilişki kesilmeli… her şey karara bağlanmıştı.
Yazı bayağı uzadı, sabır, bir sonraki yazıda Cengiz abiye kulak verdiğimizde anlarsınız.
Twitter: @ahmetay_
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.