- 1556 Okunma
- 5 Yorum
- 2 Beğeni
"LİSAN-I MÜNASİP"
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
İçeri girdiğimde, kalabalık etrafını sarmış, o ise başrolünde olduğu hikâyelerinden birini anlatıyordu iştahla. Dinleyenlerin ifadelerinden, eğlendikleri anlaşılıyordu . Gözler kısılmış, geniş bir gülümseme yüzlere yayılmış, kaşlar havada, her an patlayacak bir sonraki kahkahaya hazır, bekliyor. Çalışmak için gittiği Arap memleketinde sadece iki yıl kalmış. Ama yirmi yıl bitmedi anlattığı gülünç hatıralar. Ne biz doyduk dinlemeye, ne de o bıktı anlatmaktan.
Salih Amca’nın lokantası vardı. Ortalık karışınca işler bozuldu. Ekmeğin karne ile verildiği yıllar. Kirasını ödeyemeyecek duruma gelince dükkânı kapadı çaresiz. Emekliliğine az kalmış, kalan borcu toplu parayla kapatırım dedi, katıldı bir kafileye. Evdekileri Yaradan’a emanet edip aşçı kontenjanından kapağı Arabistan’a attı.
Kâşane gibi kocaman bir binanın zemin katında bir oda verdiler. Kraliyet ailesine mensup bir zâtın eviydi burası. Müslüman olduğu için ona sıcak davranıyorlardı. Diğer işçilerin yeri, evin dışındaki müştemilattı. Kısa zamanda sevimliliği ile aileye yakınlaşmıştı.
İşte bu ev ve atölye arasında geçirdiği iki yıl boyunca biriktirdiği anılardı, hemen her akşam mahallenin kahvesinde yolunu gözlememizin sebebi. Daha da ötesi, anlatırken büründüğü haller, bir meddahın sesi ve mimikleriyle canlandırdığı karakterler öylesine gerçekti ki, kapılıp gitmemeniz mümkün değildi. Sizi de içine çeken, oyuna dahil eden Salih Amca, hikâyenin sonunda susar, etrafı kolaçan ederdi. Bekleyiş en gergin noktaya gelince patlatırdı kahkahayı. Onun gülmesiyle düğmeye basılmış gibi dalga dalga, bütün salon gülmekten kırılırdı.
Bu hikayesi ilk gittiği zamanlara ait. Dil bilmiyor, işaretlerle anlaşıyor o vakit.
“Evde Patron hasta yatıyor. Doktoru getirttiler, muayene etti , ilaç yazdı, reçeteyi de verdiler bizim şoföre. Ben askerde sıhhiyeciydim. İlkyardımı da bilirim, iğneciliği de. Arabaya doluştuk, atölyeye gidiyoruz. Öbür çalışanlar putperest. Sri-lankalı, Filipinliler arkada. Ben Sudanlı şoförün yanında oturuyorum.Derken efendim, trafikte beklerken bir sıhhiye aracı gördüm. Her marifetimi gösterip sevdireceğim ya kendimi, şoföre “Dur” işareti yaptım yandaki kırmızı ışıklı , beyaz koca arabayı işaret ederek.
Elimle tarif ediyorum anlamıyor. “Ben” diyorum, kendimi göstererek, “iğne yaparım”, parmaklarımla anlatmaya çalışıyorum. Şoför, “Lâ” dedi. Bunu bildim, “hayır” demek. Ben de “istop” u biliyorum. Sürekli arabayı gösterip “istop” diyorum. Sudanlı sinirden kızardıysa da belli etmedi, zaten edemez ki; Derisi simsiyah, gündüz feneri gibi, gece görsen fark etmez toslarsın Alimallah! “Lâ” diyor başka bir şey demiyor. Ama kızmaya başladı. Araba hareket etti uzaklaşıyor, ben telaşlandım. Şu iğneyi bir aldırabilsem belki patronun daha da gözüne girer, bir buzdolabı koydururum odama. Vazgeçmek yok! Daha yüksek sesle o beyaz arabayı işaret ederek, “ben” dedim, “Ene” dedim,” yaparım” dedim. Şoför pes etti. “La havle!” diyor gözlerinin akı kırmızıya dönmüş, sonunda söylene söylene gidip o arabanın arkasında durdu. Dışarı çıktı, bir müddet sonra geri döndü bağıra çağıra elindekini bana verdi. Tekrar binip kontağı çalıştırdı. Ben şaşkınlıkla bir gözlerinden ateş fışkıran şoföre bir de elimdekine bakıyordum.”
İşte tam burada Salih Amca duruyor, kalabalık merakla son cümleye kilitleniyordu.
“Tabii siz de merak ettiniz değil mi şoförün elime tutuşturduğu şeyi?”
Yanındaki bardaktan bir yudum su alıyor, ortam iyice geriliyor, mırıltılar, “eee”, “neymiş” sesleri çoğalıyor ve Salih Amca sonunda patlatıyor;
“Ne olacak yahu? Bir külah dondurma!”
“Başından beri sıhhiye aracı sandığım meğer seyyar dondurmacı değil miymiş? Ben de koskoca adam, şoföre tutturmuşum “İlle dur, bana dondurma al!” diye.
Göbeğini hoplata hoplata gülüyordu. Kalabalığın da beklediği buydu zaten. Salon yıkılıyor kahkaha kıyamet.
Zor zamanlardan geçiyorduk. Bunalan ruhlarımıza yaşama sevinci bulaştıran bu adama hepimizin ihtiyacı vardı.
Şule TEK
YORUMLAR
Gerek yazının dili, gerekse kaleme karışan samimiyet; Yazıyı güne düşürmeye yetmiş. Güneşten daha çok ısttı içimi yazınız.O anları çepeçevre saran huzuru yanımda hissediyorum. Ve Gerek babam gerekse Dedeme Hak veriyorum. Heeeeyyyyy gidi Günler HEY!
Ve ben hep soruyorum. Sahi ? Nerede o günler. yine geleceğimden eminim. el ve yüreğinize sağlık.
suleteker
Çok güzel bir hikaye.
Ben de iki yıl kadar Arabistan'da yaşadım ama,
hiç bu kadar anı derleyemedim.
Hayatım dağlarda, taşlarda, çöllerde boru döşemekle geçti çünkü.