Bir soru ve bir cevap ( 1.14.2014 )/ “ezelde yapılan bir kusurunuzun bedeliydi''
Bir soru ve bir cevap ( 1.14.2014 )
Merhaba hocam,
Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
Hocam ihtilaçlarım çok oluyordu, ama anlamlandırmaktan ya da yanlış anlamlandırmaktan korkuyordum. Hatta size yazsam mı, sonra “yazarım da, hepsi birden geçer” diye de düşündüm.
Dün omuz ve bugün baldırım seğirince acaba ne yapsam diye düşündüm ama düşünmeye kalmadı, eşim çok kötü bir şekilde kalbimi kırdı. Detaya girmeden anlatacak olursam, kısacası, ben onu aradım, “bunu nasıl yaparsın?” dedim, küfretti ve kapattı telefonu. Aslında kötü biri değil ama belki ben fazla alınganım. Telefonu kapalı... Hem kalbim kırıldı, hem en azından özür dilemesini beklerken bu şekilde yapması beni yıktı. Kötü bir şey yapmasından korkuyorum… İçim çok yanıyor.
Tavsiye verilecek durum mudur bilmem ama bu durumda yapmam gereken nedir? Böyle içimi dökmek doğru da değil sanki ama ne yapacağımı gerçekten bilmiyorum. Dünyam yıkıldı sanki. Aramız düzelsin de istiyorum…
Ama affedebilecek miyim, onu da bilmiyorum.
Hacı Ali Bayram - 14 Ocak 2014 Salı 12.30
Merhaba;
Hem omuz hem baldır kaba etleri büyük keder anlamına gelir... Keşke ihtilacı alır almaz savunma yapsaydınız...
Buradan beraber bir çıkarım yapalım mı?
O keder ve eşinizin olumsuz tepkisi, “ezelde yapılan bir kusurunuzun bedeliydi” ki size tattırılmadan önce Cenâb-ı Hakk ihtilaçla sizi haberdar etti.
Bilip bilmeden yaptığımız hikmetullaha muhalif söz ve davranışlarımız, bumerang gibi gelir bizi bulur, vurur. Yapılan kusur, aylar, yıllar öncesine aittir. Biz o kusurumuzun kusur olduğunu bilmeden yapmış olabiliriz, bilsek bile, zaman içinde çoktan unutmuşuzdur. Karşılığı gelip bizi bulduğunda “Bu benim başıma neden geldi” diye sorar, cevap bulamayız da zulme uğradığımızı sanırız. Hâlbuki tam aksine yaptığımızın karşılığı olarak ilahi adaletin tecellisiyle karşı karşıyayızdır...
Allah Teâlâ, hiç kimseye hurma çekirdeğinin içindeki lif kadar zulmetmediğini ayetle bildirmiştir.
Kişinin kalbi tel üstündeki cambaz kadar dikkatli değilse, sık sık hataya düşer, bedel öder.
Günahlar tohum gibidir. Son baharda ekilir, ilkbaharda biter, sonbahara doğru sofraya gelir. Ancak beşeri akıl ve nefsi emmare gafletinden dolayı olup biteni yanlış algılarız, cezayı getireni suçlarız.
Hayır, cezayı bize ulaştıran Hakk’ın elçisi mesabesindedir...
Elçiye zeval olmaz...
Eşinizi affedin...
Gelen Hakk’tandı deyin...
Müridin biri hocasına;
-“Efendim şeriat, tarikat, hakikat diyorsunuz ve bizler aradaki farkı kolay kavrayamıyoruz… Biraz daha açar mısınız” diye sormuş...
Şeyh;
- “Şu anda mescitte üç kişi seccade üzerindedir. Git onların enselerine birer tokat vur, tepkilerini bana getir” demiş...
Mürid, ilk abide tokadı vurur vurmaz, abid de yerinden kalkıp dervişe bir tokat vurmuş... İkinci kişiye aynı şeyi yaptığında ise, dönüp kendisine baktığını, ardından da namaza devam ettiğini fark etmiş...
Üçüncüsü ise hiç bir şekilde tepki göstermeden namazına devam etmiş.
Mürid geri dönüp şeyhine durumu anlatmış...
Şeyh;
- “İşte o birinci zat, eylemin kuldan geldiğini varsayar, şeriat ehlidir. Kısas yapmadan edemez...
İkinci zat ise tarikat ehlidir. Gelenin Hakk’tan geldiğini bilir de kim vasıtasıyla geldi bilmek ister. Halen sebeplerle ilişiğini kesmemiştir…
Üçüncüsü erenlerdendir... Hakikat ehlidir. Gelenin Hakk’tan olduğunu bilir, sebeplerle de ilgilenmez… Sebeplere itirazın anlamsızlığını bilir… Yine bilir ki getiren bir aracıdan ibarettir. Esas illet kendi kusurudur. Başa gelen ise ödeşmeden ibarettir. Belki şükreder, iyi ki ahirete kalmadı der...” buyurmuşlar...
Selam es selame
Ne kadar da özlemişim hocam cevabınızı dinlemeyi..... Ellerinizden öpüyorum..
............................................
Tekrar merhaba hocam,
Her cümlenizi tekrar tekrar okudum ama şu cümleniz bende bir çığır daha açtı:
- “Bilip bilmeden yaptığımız hikmetullaha muhalif söz ve davranışlarımız, bumerang gibi gelir bizi bulur, vurur. Yapılan kusur, aylar, yıllar öncesine aittir. Biz o kusurumuzun kusur olduğunu bilmeden yapmış olabiliriz, bilsek bile, zaman içinde çoktan unutmuşuzdur.”… demişsiniz…
Bugün dua ederiz, 1 ay sonra kabul olur mesela. Ama biz o sırada yaptığımız duayı unuttuğumuz için Allah’ın verdiğini öylesine vermiş sanırız ya da niye verdiğini düşünmeyiz bile… Ne duamızın kabul olduğu şuuruna varırız, ne de Allah’ın verdiği nimete şükretmiş oluruz...
Yani dediğiniz cümle sadece kusurlar için değil, bilakis dualar için de geçerlidir, değil mi hocam?
Hacı Ali Bayram - 14 Ocak 2014 Salı 21:42:49
Haklısınız...
Bizim hatalardan yola çıkarak yaptığımız anlatım dualarımız için de geçerlidir.
Esasen kusurlarımız dahi hatalı dua niteliğindedir...
İnsan, her hâlükârda dua halindedir. Yasakları yaptığımızda Allah Teâlâ’nın celaline itaat edip, sonucunu devşiriyoruz demektir.
Şeytana tapan, Allah’ın “kahır, gazap, terbiye” sıfatlarına tapınıyor demektir. “Biz âlemleri ancak bize itaat, ibadet etsin diye yarattık” mealindeki ifade bu gerçeği bize açıklar. Yani, her can ancak Allah’a ibadet ediyordur. Bunun bir değişik ifadesi de “bütün dinler Allah ’a aittir” ayetidir. Aynı zamanda “bütün ordular Allah’ındır” ifadesinin anlatımıdır...
Allah’ın hükmünün icra edilmediği bir alan evrende asla olamaz, evren bir bütündür... Dışına çıkmak imkansızdır... Cüz, ancak küll içindedir. Küll’ün dinamikleriyle kaim ve bağımlıdır... Kendi başınalık cüz’ün harcı değildir... Muhtariyet Küll’dedir. Cüz’e ancak küll kadere itaat düşer…
İslam, sırat-ı müstakim ile yol alıp, cennet cemale ulaşmanın, en kestirme ve en kazasız belasız hedefe ulaştıran yoludur. Yoksa diğer dinler hedeften saptıkları için lağvedilmiş, terkedilmesi istenmiş, yine Allah’ın dinleridir. Sonları cehennem ve kahırdır, gazaptır, hüsrandır.
Selam es selame
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.