GÜN
Zaman mayısın başıydı. Havalar iyi gidiyordu. Yirmi metre kare büyüklüğündeki çatı katında bulunan bir odaya taşınan adam, artık yalnız yaşamaya başlamıştı. Uzun zamandan beri ise yeteri kadar uyuyamıyordu. Aslında hiç uyuyamıyordu. Sabah yine beşotuzda uyandı. Altı aydır kaldığı oda da eşya yoktu. Birşeyler bulma isteği de yoktu.
Yüzünü yıkadıktan sonra giyindi. Çıkmadan önce yavaş yavaş odaya bir göz gezdirdi. Orda burda dağınık duran eşyalara baktı. Sonra kapıyı kapayarak ikinci kattan aşağıya oradan da sokağa çıktı. Soğuktu. Günün pazar olduğunu biliyordu. Bu erken saatlerde sokaklar boştu ve her yer sessizdi. Nere gideceğini bilmeden yürüdü. Sonra bir otobüs durağında durdu. Etrafta kimseler görünmü-yordu hala. Bir kaç siyah kuş oradan oraya uçuyorlardı.
Nedenini anlamadığı bir iç sıkıntısıyla boğuşuyordu.
Metro’ya girdiğinde içerisi boştu. Ayaklarını uzatarak bir koltuğa oturdu. Dalgınlıktan çıktıkça, metronun durup durup da gittiğini farkediyordu.
Kendine geldikce, damdan düşer gibi birbiriyle ilgisi olmayan durumlar giriyordu aklına. Neden bu kadar soğuk olduğu? Ne yapar bu kuşlar burada diye? Yetecek kadar yiyecek bulabiliyorlar mı? Ya da, ne arıyorum ben? Yapacak ne var? Ne bekliyorum? Bir dalıp bir çıkıyordu düşüncelerden.
Zamanın geçişini bir seyirci gibi seyrediyorum diyordu kendine. Elinde olmadan gelip geçen düşüncelere bazen gülümsediği, bazen de hırslandığı oluyordu. Ne düşünürse düşünsün, tutunacak bir şey aradığının farkındaydı sanki ama olmuyordu nedense.
İstasyona geldiğinde oradaki büyük saat’a baktı. Saat onkırkbeşi gösteriyordu. İstasyon ve etrafı biraz kalabalıktı. Taksicilerden başka gelip giden yolcular, gazete almaya gelen insanlar, evi olmayıp da geceyi orada bir yerde geçirenler…
Önce giriş kapısının yanında durdu adam, ve etrafı seyretmeye başladı. Yapacak bir işi yoktu. Soğuk olmasına karşın açık ve güneşli bir gün olacağı belli diye düşündü. Buna az birşey sevindi. Güneşin olması herşeyi biraz hafifletiyor gibi bir his yansıtıyordu ona.
Yürüyerek gazete bayisine girdi. Ellerini cebinden çıkartmadan yavaş yavaş içeride dolaşıyordu. Dergilerin kapaklarını seyrederek yürüyordu. Birbirinden güzel, mutlu gibi görünen genç kadın resimleri dergilerin kapaklarında yeralıyordu. Yine bazı dergilerde yarı çıplak, ya da tam çıplak görüntüde genç kızlar kadınlar vardı. Herşey satılıktı. Pazardı...
Diğer bazı dergi kapakları ise, sedece kırallara ve onların aile fertlerine ayrılmış bulunuyordu. Onlar, villalarının büyük bahçesinde, tanrının onlara lütfettiği zenginliklerini sergilemenin yanısıra o mutlu aile yaşamlarını dış dünyaya göstermek istemekteler. Bundan başka, kralcık ve prenses, hiç kimsenin yapamıyacağı sıcak ve mutluluk yansıtan gülümsemeleriyle, insanlığın dertlerine çare olmak istemekteler gibi.
Aynı çerçeve içinde yeralan, bakımlı ve mutlu görünen masum yüzlü çocukarı ve onların yine rahat ve mutlu köpekleri ayaklarının dibinde…
Aynı masumiyet ve «iyilik» dağıtan, kutsal bir masalı andıran, gerçekten uzak görüntülerle süslenmişti dergiler.
Bunları alıp da o resimlere hayranlıkla bakarak, kralcıkların ve prenseslerin zenginliğinde, -bu zenginlikte- neler yaptıklarına, ne bok yiyip içtiklerine, kimlerle görüştüklerine, gelecek hakkında neler düşündüklerine ve ne sıkıntıcıkları olduklarını, yaşama dair ne uyduruk tanrısal sözler ettiklerini merak edenler olmali diye düşündü.
Ellerini cebinden çıkarmadan, yavaş yavaş dergileri gazeteleri seyrettikten sonra dışarıya çıktı. Şehre doğru yürüdü. Caddeler daha boştu. Saat henüz onbir civarıydı. Amaçsız yürüyordu. Gideceği bir yer buluşacağı bir kimse yoktu. «Kaygılarımı saymassam raha-tım» diye düşünüyordu…
Bir dağ köyünde çardakta (tahtadan teras) uzanmış olduğu yerde yavaş yavaş uyandıktan sonra kalkıp aşağıya iniyor. Evin yanında, dağdan akıp gelen serin suyla yüzünü yıkadıktan sonra cevizin gölgesine oturuyor. Küçük fincan kahve ile bir tas su getiriyor güzel bir kadın, bir sözcük söylemeden gülümseyerek oraya bırakıp da gidiyor. Gökyüzünün sonsuz maviliği ve gümüş gibi parlayan güneş sanki bir daha batmayacak gibi. Tütünü çıkartıp bir sigara sardıktan sonra yakıyor ve derin bir nefes çekiyor karşı dağlara bakarken.
Dereden akıp giden küçük çayın şırıltısından başka, kuş sesleri de duyuluyor etraftan.
Hızla geçen polis otosunun sirenleriyle uyanıyor adam dalgınlığından. Uzun bir zaman bankta kıpırdamadan dalmış olduğunu bir yanının uyuştuğundan anlıyor...
mehmet tekerek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.