Tutsak
Ve bazen yağan yağmurlar bile tutsak eder seni duygularının arkasına. Soğuk demirlere yaslarsın başını ve bakarsın önündeki soğuk karanlığa. Çığlıkların bile zorla tutulduğu bu bedende yaşamak niye peki? Omuzlarındaki yükler dünyalar kadar ağır, bekliyorsun birisinin gelip sana yardım etmesini umutsuzca. Umudun bile hapsetmiş seni. Hapsolmuşsun beynimin içindeki dingin boşluğa. Yok olmayı dileyecek kadar yorulmuşsun belki, lakin duaların hep cevapsız… Hapsolmuşsun kendi tanrının seni gönderdiği mavi cehenneme. Hapsolmuşsun ruhlar aleminin karanlık ormanlarında.
Suyun altına gömülmüşçesine baskı hissediyorsun göğsünde. Gittikçe daha da dibe yüzen bir dalgıç gibi eziliyorsun tonlarca suyun altında. Boğazın kuru, bir evsiz kadar açsın sıcaklığa. Kutuplardaki hava kadar soğuk başını yasladığın demirler. Çöl kadar sıcak gözyaşların. Bir kuş kadar mahkûmsun gökyüzünde yaşamaya. Bir bulut kadar mahkûmsun yağmur olup yağmaya. Yastıklar daha bir rahatsız sana. Yataklar daha bir gereksiz, insanlar daha bir kötü. Kötülüğün içinde mecbur kalmışsın kalpleri parçalamaya.
Bir vampir kadar mahkumsun ruhları yok etmeye ve bir katil kadar hapissin kendi hücrende. Her gittiğin yerde başka bir çığlık duyuyorsun. Her baktığın duvarda başka bir acı, her sevdiğin kalpte başka bir yara… Her dokunduğun ateş olup yakmışken seni niye bu başka bedenler arama ihtiyacı? Ellerin su toplamış sıcaktan, omuzların çürümüş artık. Bir tutsak gibi mecbursun sen de acı çekmeye. Bir tanrı yaratmışsın ve hapsetmiş seni kendi bağnazlığına.
“Tanrım, duymuyor musun bu acizlerin sessiz haykırışlarını, neden tutuyorsun hala onları duygularının arkasında?”
Ve sen, umutsuzca yaslamışsın kafanı buzdan daha soğuk demirlere. Bozulmuş bir yemek kadar kötü kokuyor kalbin. Aptal insanlar kadar boş artık gözlerin. Tutsak olmuşsun duyguların arkasındaki o karanlık hücreye. Anahtarını fırlatmışsın parmaklıklardan uzağa. Sabahın soğuk ışıkları vururken küçük odaya, dizlerinin üzerine çökmüş ve ağlamışsın sesin kısılana kadar. İnzivaya çekilmiş bir inançlı kadar yalnızsın yine bu gece. Hapsolmuşsun yalnızlığının arkasındaki yüksek tepelere. Ruhunu hapsetmişsin cam şişelere, sevgini hapsetmişsin hak etmeyen bedenlere.
Ve sen, pili bitmiş bir gece lambası kadar karanlıksın bu gece. Topraktan başını çıkarmaya korkan bir tohum kadar masumsun şu hayatta. Hapsolmuşsun toprağın altına, hapsolmuşsun korkularına.
Ve sen, hapsolmuşsun sahip olduğunu zannettiğin ruha.
YORUMLAR
Başlığa uygun bir yazıydı.Günlük yaşamın içinde her ne yapsak da o tutsaklığın kölesi oluyoruz.Rutin işler,tekdüze ilişkiler,basit kuruntular falan hep etkisinde kaldığımız durumlardır.Yine de ayrıntılı düşünüp o tutsaklıktan kurtulmanın yolları aranmalıdır,yoksa nasıl kurtulabiliriz o kölelikten.Keskin ifadelere dikkat edilirse çok daha iyi şeyler yazılır,diye düşünüyorum.Sevgiler...