- 620 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 29
Ihlamurlar olgunlaşıp etrafa mis gibi kokular saçmaya başladığında, Fikret ağaçlara çıkarılıp toplattırıldı. Karşılığında da bir tutam ıhlamur verildi. Kahvenin bahçesindeki kuyuya, soğuması için , ip bağlı bir sepetle salınan gazozları, ipi çekmeyi pek beceremediği için, çoğu kez ı kuyuya düşürüyor, bunun için de babasından azar işitiyordu. Kahvedeki gazoz kasalarının boşluğu iyice belirginleşince, kuyuda çok fazla gazoz şişesinin kaldığı anlaşıldı. Şişeler depozitoluydu. Her şişe için gazozcuya para ödeniyordu.
Köyün az dışında, evinin önündeki kocaman bahçesinde sebze , meyve yetiştirip satan ’ Doktor ’ lâkaplı Basri bey vardı. Kahveci ondan bahçseindeki su motorunu getirmesini rica etti. Kahvenin bahçesindeki kuyunun suyu bu motor vasıtasıyla boşaltıldı. Sıra, Fikret’i belinden iple bağlayarak kuyuya salmaya gelmişti. Kötü değildi adam. Oğlunu sevmeyen, ona değer vermeyen biri de değildi aslında. Fakat, etrafı bile sadece harçsız, betonsuz taşlarla örülü, en az beş-altı metre derinliğindeki bu kuyuya, o kadar küçük bir çocuğun salınmasındaki tehlikeyi düşünemeyecek kadar cahildi.
İtiraz hakkı yoktu çocuğun. Vazgeçme gibi bir şansı da yoktu. O yüzden korksa da, korkuyorum demeye, korktuğunu belli etmeye bile hakkı yoktu. Beline sımsıkı bağlanan urganı kontrol ettikten sonra, istem dışı bir şekilde gözlerini yumdu ve az sonra kuyunun dibinde açtı. Yukarıdan salınan sepete kuyunun dibindeki gazoz şişelerini bir bir doldurmaya başladı. Bir kaç kez doldurduğu sepet yukarıya çekildi. Sonunda, kuyunun etrafında zoraki duran taşlardan, ya da yukarıya doldurup gönderdiği sepetlerden herhangi birinin başına düşmesinden melekler vasıtasıyla korunup yukarıya çekildi.
Oradaki hiç kimse, hatta kendisi bile farkında değildi belki ama basbayağı şoktaydı o an çocuk. Uzaya ilk defa gidip dönen eğitimli, tecrübeli bir astronotun şoku onunkinden daha değişik olamazdı. Farkında bile olmadan hızla uzaklaştı oradan. Uzun süre hiç kimseyle konuşmadı. Köyün içinde, sokaklarda dolaştı uzun süre. Neden sonra döndüğünde, yine babasından azar işitti, izinsiz sokağa çıktığı için. Bütün gece boyunca, rüyasında, hep o kuyunun içinde gördü kendini.
Ferruh, o yıl, ortaokulu bitirmişti. Şimdi, annesinin ve İsmail efendinin de tavsiyeleriyle, liseyi okuyacak okul seçmeye çalışıyor, bir kaç okulun birden sınavlarına giriyordu. Bütün yazı manav dükkânında çalışarak geçirip, daha çok para kazanmaya, lise için para biriktirmeye çalışmıştı.
Mukaddes de beşinci sınıfa geçmiş, hangi ortaokulda okuyacağını düşünmeye başlamıştı. Ü. hanımın oğlu Galatasaray Lisesi’nde okuduğu için, ilk akla gelen orası olmuş,şimdiden rüyalarına girmeye başlamıştı. Galatasaray Lisesi’nin, hem İstanbul’un, hem de Türkiye’nin en iyi okullarından biri olduğunu çoktan öğrenmişti.
Bir Cumartesi günü Mollafenari Köyündeki kardeşinden bir haber geldi kahveciye. Pazar günü köyde sünnet düğünü vardı ve eğer isterse, Fikret’i de sünnet ettirebilirdi. Çocuk öğrenir öğrenmez heyecanlandı. İlle de gitmek, sünnet olmak istiyordu. Yaşı da gelmiş geçiyordu üstelik. Adam çok şaşırmıştı. Çünkü söylenen gün yarındı. En azından sünnet kıyafeti alınması gerekiyordu. O gece kahve kapanır kapanmaz bir güzel yıkadı kahveci çocuğu. Köyden köye gidilecek, sünnet olunacaktı ; temiz olunmalıydı. Çocuğu yatırdıktan sonra kendisi de yıkanmak için hazırlandığında kahvenin kapısı çalındı. Gençler bira, şarap almaya gelmişlerdi. Bir süre onlarla meşgul olduktan sonra hazırlanıp kendisi de yıkanıp temizlendi.
Akşamdan tembih edildiği şekilde yine İsmail efendi kahveye bakmak için erkenden geldi. Çocuğunu yanına alan kahveci, önce sünnet kıyafeti alabilmek için doğruca Pendik pazarına gitti. Henüz yeni kurulmaya başlanan pazar tezgâhlarında sünnet kıyafeti sordu durdu. Bulamıyordu, yoktu sünnet kıyafeti. Hiç kimse de yardımcı olmuyordu nasıl bulacağına. Dolaşmaktan bunaldılar baba- oğul. Pendik’ten Mollafenari’ye gitmek hiç de kolay olmayacaktı. Sonunda açıkgöz bir pazarcı, mavi bir kızçocuğu entarisini gösterip ;
’ Al sana sünnet kıyafeti. Rengi de mavi. Basbayağı olur vallahi !’ deyip, adamla çocuğu ikna etti ve elbiseyi sattı. Üstelik sünnet kıyafetine heves eden çocuk, bu entariyi orada giyip köye kadar öyle gitti.
Molafenari ve Gebzen’in diğer köyleri, Kurtköy ve çevre köylerden biraz da olsa farklı idi. Düğünlerde çalgı çengi getirmeyecek kadar muhafazakârdı. Perşembe günleri ikindiden sonra, Cuma namazı sonrasına kadar kahvelerde hiç bir oyun oynatılmaz, tombala, kumar yılbaşında bile oynanmazdı. İçki satılmaz, bayramlarda falan içilmezdi. Karagöz değilse bile, sinema günahtı onlar için.
Fikret orada dedesini, amcasını,çocuklarını, halasını ve onun da çocuklarını gördü, tanıdı. Fakat entarisine onlar dahil herkes güldü. Halası bir sonraki köy olan Cuma köyde otururdu. Çocuklarını geçen sene sünnet ettirmişti. Büyük oğlunu köye kadar yollayıp Fikret’e onların geçen seneden kalan sünnet kıyafetleinden getirtti. Çocuk şimdi çok daha mutluydu. İnsanın akrabalarının olması ne kadar güzeldi. Amcasının iki oğluyla birlikte sünnet olacaklardı o gün.
Köy meydanına topluca yataklar serilmişti. Fikret de amcasının çocuklarının yanına yatırılacaktı. Eğlence olarak at yarışı ve yağlı güreş düzenlenmişti. Önce köyün dışında ,adeta bütün civar köylülerin de toplandığı alanda çok heyecanlı geçen at yarışı yapıldı. Sonra köyün alt başındaki çayırlık alanda yağlı güreşler başladı. Fikret, halasının eşi Hilmi eniştesinin tüm köylerde tanınan meşhur bir pehlivan olduğunu, orada baş pehlivan olunca öğrendi. Bu onu çok gururlandırdı ve mutluluğuna mutluluk kattı.
Sıra sünnete gelmişti. Kurulan yatakların yakınındaki bir yere sünnetçi yerleşti. Daha sonra sıraya dizilen, korkmaya, ağlamaya, kaçmaya çalışan çocuklar bir bir yakalanıp sünnetçiye teslim edildi. Sünnetçinin başındaki imam ve müezzinler sürekli tekbir getirdiler. Sünnet olan her çocuk tekbirlerle, alkışlarla, çoğu da ağlayarak, kucaklarda yataklarına taşındılar. Fikret cesaretli çıkmış, hiç ağlamamış, yatağa kadar yürümeye bile kalkmıştı. Bu haliyle son derece gurur duydu kendisiyle.
Sünnet dolayısıyla camiide okunan mevlit merasimi de çok kalabalkı olmuştu. Camiiden çıkan köylülere ve misafirlere, köy meydanında kurulana masalarda, kazanlar dolusu et, pilâv, zerde ikram edildi.
Yoksuldu aslında bu köylülerin çoğu. Fakat düğün, bayram, mevlit oldu mu başka bir bereket olurdu hanelerinde, köylerinde, sofralarında. Hiç de cimrilik etmez, yedirdiklerine göz koymazlar, yedirmekle, ikram etmekle gurur duyarlardı.
Akşam olduğunda Karagöz gösterisi başladı. Kadınlı, erkekli, çoluk çocuklu sünnet meydanında toplanan davetliler, Karagöz ile Hacivat’ın çekişmelerini, tepişmelerini kahkahalarla seyredip eğlendiler.
Fikret, iüç gün dedesinin evinde, iki kuzeni ile birlikte sünnetinin iyileşmesini bekledikten sonra, kendini erkekliğe adım atmış hissederek, Dünya’da yalnız olmadığı, bir sürü akrabasının da olduğunu görerek, mutlu bir şekilde döndü Kurtköy’e.
Devam edecek.
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Ne yazmalı?
Maziyi bu kadar detaylı hatırlamak kolay iş değil.
Ben, kendi sünnetimi hiç hatırlamıyorum mesela.
çok da küçük değildi olurken üstelik.
Her detay güzel işlenmiş.
Hoş bir bölüm olmuş bu günkü.
Kuyu olayı hariç tabi ki.