Kendime mektuplar(VI)
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Gerçeklikten düş ülkesine…
Puslu, soğuk, hafif rüzgârlı bir kış sabahıydı. Gökyüzünde gri bulutlar sürekli yer değiştiriyorlardı. Sanki cinsiyetleri vardı bulutların ve dans ediyorlardı mütemadiyen. Ben mi ne yapıyordum? Uyanmış, ama hala yatağımdaydım. Hiç kalkmak istemiyordum bu gün. Odamın penceresinin perdesini açık bırakırım hep. Binalar çok yakın değildi ve uyandığımda dışarıyı seyretmeyi seviyordum. Bir süre bulutların dansını seyrettim. Bir an gözlerimi kapattım ve bir düşünce geçti aklımdan. Biliyorum merak ettiniz. Ama kendime saklamak istiyorum aklımdan geçenleri…
Uyandıktan sonra öyle uzun süre yatakta kalmak âdetim değildir aslında. Kalkıp kahvaltı hazırladım. Öyle ayrıntılı değil. Kendi ellerimle ve doğal yöntemle tatlandırdığım zeytin, çok sevdiğim tulum peyniri, birkaç tane küçük kırmızı domates, bazen bu domatesleri az zeytinyağında sotelerim ve üzerine kekik, karabiber ve tuz eklerim. Ama bu defa doğal haliyle kahvaltıya dahil ettim. Daha bitmedi. Yanına bir dal nane, birkaç yaprak fesleğen, maydanoz, dereotu, bir dilim ekmek ve yanında yeni demlenmiş çay. Çayın kokusunu aldınız mı? Mutfak masama yerleştiriyorum tabağımı ve çayımı. Başlamadan önce bir ziyaretim var. Biliyorum merak ettiniz yine. Bu defa sizi üzmeyeceğim. Balkonumdaki bahçeme uğrayıp çiçeklerime kendimi göstermem gerekiyor. Ve onlara dokunmalıyım gülücükler eşliğinde.
Şimdi de sabah için uygun bir müzik açmalıyım. Enya’ya ne dersiniz? Evet, şimdi başlayabilirim kahvaltıma. Yine yüzüm dışarıya dönük. Balkon kapısından gökyüzünü seyrediyorum bir taraftan da. Bulutlar hala dans ediyorlar. Dudaklarımda bir gülümseme… Dedim ya muzırlığım üstümde bu gün.
Yağmur çiselemeye başladı usul usul. Çayımı tazeledim. Masamda her zaman okuduğum bir kitap durur. Şimdi de Dante’nin “İlahi Komedya”sı duruyor. Dışarıyı seyretmeyi bırakıp kitabıma gömüldüm. Yağmurun sesini duyuyordum. Öyle güzel yağıyordu ki acelesi yoktu, yavaştı ve bu durum ruhuma da iyi geliyordu. Öyle ki küçük dokunuşlarda bulunuyordu ruhumun derinliklerine doğru ve bir rahatlama hissi veriyordu. Hâlbuki zaman zaman ruhumda ne fırtınalar kopardı. Şimdi fırtınadan bahsettim ya ruhum sanki hareketlendi. Ama kovalamaya çalışıyorum düşüncelerimi. Şu an fırtınaya tutulmayı hiç istemiyor; dinginliğin tadını çıkarmak istiyorum. Of! Nereden aklıma düştü şimdi fırtına?
Kitabıma döndüm. Bir süre oyalandım. Ama kendimi veremedim. Yağmur durmuştu.Balkon kapısını açıp temiz havayı ciğerlerime çektim. Yağmur sonrası sabahla gelen kış kokusu bu kadar mı güzel olurdu? Önceleri hiç farkına varmamıştım.
Giyinip dışarı çıkmaya karar verdim. Fotoğraf makinemi aldım. Belki birkaç fotoğraf karesi bulurdum. Genelde alışkanlık edinmiştim tek başına çıktığım zamanlarda makinemi yanıma almayı. Irmak yakındı evime. Yürümeyi de severdim, yürürken etrafı seyretmeyi de… Güzeldi gün, güzel bitmeliydi. Böyle düşünürken dışarıda, dışımda herşey sakinken kahvaltı masasında beni yakalayan fırtına ruhuma yerleşti. Adımlarım hızlandı. Düşünceler hızla akıyordu oradan oraya. Karmaşa bütün benliğimi sarmıştı. İnsanların bana baktığını hissedebiliyordum. Ve daha da hızlanıyordu adımlarım. Adımlarım hızlandıkça ruhumdaki fırtına daha da kuvvetleniyordu. Öylece sürükleniyordum. Bir tarafım ise mücadele ediyordu. Fırtınaya karşı yürüyordum zor da olsa. Evet! Kazanmıştım. Fırtına durmuştu.
Kıyısında yürüdüğüm ırmak denize ulaşıyordu. Mavinin bütün tonları önümde serilmişti. Bildiğim bir yer değil diye düşündüm. Bir taraftan da defalarca gelmiş gibi hissediyordum. Issız bir yerdeydim. Tek başıma bir masal ülkesinde gibiydim. Öyle ki gözlerimi kocaman açmış şaşkınlıkla etrafı seyrediyordum. Sesinizi duyar gibiyim. Sabırsızlıkla “hadi anlat gördüklerini “diyorsunuz. Elbette anlatacağım, ama önce içime çekmeliyim burada ki havayı. Güzellikleri, doğanın bakirliğini kazımalıyım zihnime ve duymalıyım doğanın müziğini. Hissetmeliyim huzuru size anlatmadan önce…
İşte tüm güzelliğiyle önümde duruyordu mucize masal ülkem. Sahilinde özgürce yürüdüm. Her şey tam da hayalini kurduğum gibiydi. Yoksa hayal miydi gördüklerim? Evet, evet hayaldi, çünkü bu kadar güzel olamazdı gerçek… Ayaklarım çıplaktı ve denizdeki dalgalar öyle sakince kıyıya vuruyorlardı ki deniz tanrısı slow bir şarkı söylüyor gibiydi. Ayaklarım bir enstrümandı da dalgaların eli hafifçe dokunuyor, dokundukça şarkı tüm hücrelerime yayılıyordu. Arada eğilip deniz kabukları topluyordum. Denizin kokusu avuçlarıma siniyordu. Gökyüzü parlak, pamuk pamuk bulutlar gölgeliyordu yeryüzünü. Hafif bir esinti tenimi okşuyordu yine usulca. Uzun bir yürüyüştü benimkisi. Çevremdeki güzelliklere doyumsuzca gözlerimi değdiriyordum. Yorulunca kıyıda bir kayanın üstüne oturdum. Ayaklarımı hala dalgalar okşuyordu. Gün batımı bütün muhteşemliğiyle önündeydi gözlerimin ve sadece bana özel görsel bir şölen veriyordu gök tanrısı.
Haydi uzan dedi bir ses. Uzanıverdim kumların üzerine sorgusuz. Şölen devam ediyordu. Ay ve yıldızlar gülümsüyordu iyi ki geldin der gibi. Yıllardır beni bekliyor gibiydi masal ülkesi. Yüzükoyun dönüp dirseklerimin üzerinde yükselince gördüğüm şey daha da şaşırtmıştı beni. Bu ıssız adada bu barınakta neyin nesiydi? Ev yerine barınak demek daha çok hoşuma giderdi. Güvensizlik duymadan kendiliğinden gidiyordu barınağa doğru ayaklarım. Kapıdan girince tam düşlerimdeki gibi diye hafif bir çığlık attım.
Kim, hangi güç ruhumun derinliklerini biliyordu da düş ülkemi bana vermişti? Acaba gerçek miydi, düşte miydim? kestiremiyordum. Gerçek veya düş. Fark etmezdi. Bu anın tadını çıkarmalıydım. Kapıdan girdiğimde okyanus mavisine takıldı gözlerim. Tuvalette canlı çiçekler hemen banyo dolabının üstünde duruyordu. Talya Oteli’nde tuvaletlerdeki canlı çiçekleri gördüğümde hep bunu istemiştim. Sonra mutfak ve salonda mavi beyaz renkler hâkimdi. Deniz teması bütün evi kaplamıştı. Deniz kabukları süslemelerde yer almıştı. Beyaz tüller pencerede uçuşuyordu. Balkona açılıyordu salon, deniz ise hemen önümde seriliyordu Sabahları kahvaltıyı balkonda yapmak ne güzel olur diye düşündüm. Akşamüstleri de kahve keyfi… Ya yatak odam? Yatağım geniş bir pencereye bakıyor, pencereden de deniz ve orman görünüyordu. Hemen yatağımın önünde de denizi gören bir küvet. Üstünde buharı uçuşan sıcak su ve içinde birkaç yeşil dal ve papatya çiçeği…
Yorulmuştum. Şaşkınlığımı atmaya çalışıyordum üzerimden. Yatağıma uzandım. Hoş bir tını geliyordu kulağıma… Gözlerim kapanıyordu. bunca güzelliğin sarhoşluğu yormuştu beni. Ama bir şey eksikti diye geçirdim içimden. Hani en çok ihtiyaç duyduğumuz kendi başımıza kaldığımızda; özellikle de karanlığın içindeyken ruhumuzun ihtiyacı olan, gelir oturur kalbimizin üstüne. Bir nefes… Ben de çiziverdim düşlerimdeki adamı… Ruhum derinliklerine indikçe canlanıyordu düş sevgili. Huzurla daldım uykuya.
Biliyor musun çizdiğim adam sen olmuştun, karşımda duruyor, gülümsüyordun. Gelip yanıma usulca sokuldun. Kokunu hissettim. Sıcaklığını, dokunuşlarını… Gerçek olamayacak kadar güzeldi her şey.
Gözlerimi açtığımda hala yatağımdaydım. Ve hala puslu, soğuk, rüzgârlı, yağmurlu, gökyüzünde gri bulutların sürekli yer değiştirdiği bir hava vardı.
Hoş geldiniz düş ülkeme…
Bir gün siz de gitmek isterseniz çevirin gözlerinizi ruhunuzun derinliklerine; orada sizi bekliyor olacaktır düş ülkeniz.
gülsüm öztomurcuk
5 ocak 2014/23. 57manavgat
YORUMLAR
Çok ilginç ve güzel bir düştü.
Ve,
ne çok bizimkilere benziyordu.
Galiba,
tüm insanların düşleri birbirine benziyor.
Ya da,
dünyanın güzellikleri ortak diyelim.
Bizler,
gerçekten zorluk çekiyoruz yazı kaleme almakta.
Oysa,
bu güzel yazının yazarı,
hayatı, düşünceleri, duyguları, yaşanan anı ne güzel dile getirmiş.
Çok başarılı.
maviege
evet güzellikler ortak ...
insani duygularda aynı aslında,sadece kişiliğimize göre çeşitlilikler gösterir sadece ,ama temelde hayalini kurduklarımız,sevinçerimiz,isteklerimiz ve acılarımız hep aynıdır.
sevgimle...