- 2598 Okunma
- 14 Yorum
- 7 Beğeni
Hayat, ayrintilarda gizlidir...
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kaybolan gün, hiç gülmeden geçen gündür.
S. Chamfor
Parmaklarımı ısıtan fincandan, çalışma odama yayılan mis gibi kahve kokusunda, unuttum sandığım türküleri mırıldanırken fark ettim sabahların çocukluğumu daha çok hatırlattığını.
Bu yazıya başlamadan önce dünden beri kesilmeyen yağmurun telaşlı damlalarını izliyordum. Karanlığın son saatlerinde sabah grisi üzerinde beliren renklere hazır uyanalı hayli zaman olmuş. Bugüne değişmeden gelen tek şey sokakların ve caddelerin yağmur sonrası ıslaklığın verdiği parlaklık. Eskiden bir de toprak kokusu yayılırdı ki; en çok annem severdi. Belki de yağmuru daha çok sevişim bu yüzden… ne zaman yağmur sonrası toprak kokusunu hissetsem annemin sesi geliyor ve derin derin aldığım soluğumda arıyorum toprağa karışan anne kokusunu.
Biliyorum, pencere ardında caddelerin ıslanmasını izlemek kolay. Çalıştığım ilk yıllarda işe gitmem gerektiği zamanlarda lanet okuya okuya kaldırım kenarlarında biriken suların üzerinden atlayarak ve yoldan geçen arabalardan sıçrayan çamura baka baka güne başlama psikolojisini klavyenin tuşlarına basarken tekrar yaşıyorum sanki. Hep bir stres, hep bir telaş. İlk arabamı aldığımda işe giderken ıslanmanın sinir bozukluğu yerini trafik stresine bırakmıştı. Biz insanların nankörlüğü sanırım varoluşumuzla birlikte bünyemizde bulunuyor. Ama yine de o yılları, şu yağmurun ayak izleriyle dolaştığımda her şey farklı bir renk bırakmış hayatımda. Yaşlanmak değil de, yaş almak tabiri her nedense bana daha yumuşak geliyor zamanla savaşın tanımına.
Yaş almak, renk kartelası üzerinde dolaşmak gibi bir şey. Her rengin tonları, canlılığı ya da solukluğu ömrümüzün bir özeti aslında. Bir de, rengini özellikle karaladığımız günler vardır. Her nedense yıl içinde bu hesaplaşmalarımız hep de bu zamanlarda yapılır. Sebebi gayet açık; gelecek yeni yılda, planlar, umutlar, hesaplar, değerler, beklentiler bu hesaplaşmanın bakiyesine göre sıralanır. Çok emin olduğum bir şey daha var ki; yıl içi yaşanan her mutluluk, güzellikle geçen vakit ölüm acısını yaşadıysa, bitmek üzere olan sene hep -uğursuz, kötü bir yıl- diye ömrümüzdeki yerini belirler. Bu bireysel bir şey görünse de aslında her dilde, her ırkta farklı harflerde cümleye dökülmesi aynı bakış açısının yansımasıdır. Biliyoruz ki, acının dili ortaktır. Yine de insanoğlu, bireysel ve toplumsal tüm acılara şahit olmuşken bu değerlendirmeleri yaparken daha bencil davranır. Hepimiz bir bütünün parçası olsak da, kendimizin olmadığı bir acıyı, kaybı daha çabuk unutuyoruz. Bu unutkanlığım için sanırım, almanakları seviyorum.
Yeni yıla başlamadan önce hep bir günlük tutma isteğim vardır… çocukluğumdan beri de bu isteğim olmasına rağmen yazılmış bir satır günlüğümün olmaması tembelliğim mi yoksa gün içi önceliklerim sonrası itelediğim çocuksu gelen bir eylem mi? bilmiyorum. Oysa günlüklerin, yarınlara bırakılan bir ömrün aynası olduğunu düşünüyorum.
Çok basit bir hesapla; benim jenerasyonumla yedi yaşımda okuma yazmayı öğrenişimle başlamış olsaydım şu an otuz altı adet günlüğüm olurdu. (Hesap yapmayın her yıla yeni bir günlük defteri;)Herhalde en çok da, masum anlarımızın küslüklerine , mızıkçılıkla bozulan oyunlarına buruk buruk gülerdim, belki de burnumun ucu sızlardı da ağlardım. Yılların izlerini gördüğüm ellerimde o çocuk parmaklarımı arar mıydım bilmem ama o günleri sanırım en çok da ailem bir arada olduğu için özlüyorum.
Yirmili yaşlardaydım annem ve babam boşandığında. Biliyorum, hiçbir şey kusursuz değildir hayatta ama benim kusursuz olarak hatırladığım huzur dolu çocukluğum var.
İncinin varoluşundaki süreci düşünürsek, kusursuz bir bütünlüktür inci bir kolyenin anne göğsünde duruşu.
Böyle bir fotoğrafı hiç yok annemin , zaten annemin inci kolyesi de olmamıştı. Sadece, ne zaman kuyumcudan altın almaya gitsek o incilere baktığını hatırlarım. O günlerde bile işe başlayınca alacağım inci kolyeyi anneme nasıl hediye edeceğimi hayal ederdim. İnci bir kolye alamamıştım ama incisi olan bir kolye küpe aldığımdaki gülüşlerimizi anımsıyorum. Kopan inci bir kolyenin dağılışı sonrasındaki hiçliğin hüznü ağırdır bende… çocukluğum dağılır kirpiklerimden.
Belki de bu yüzden eşimin hediye ettiği inci iki kolyeden çok, onu boynuma takarken söylediği söz, hayatımın en anlamlı hediyesi kıldı.
-Ailen yine bir araya geldi boynunda
Biri senin için, biri aileni bir arada hissetmen için.
Hediye almak, hediye vermek elbet de güzel duygulardır. Bu hediye bana rastgele bir zamanda alındı. Hiçbir özel gün sebebiyle olmaması da ayrı bir keyifti.
Senenin son günleri biliyorum ki herkes hediye telaşının içinde, karmaşık düşüncelerle; onu mu alsam, bunu mu alsam? Sorularını hepimiz yaşıyoruz. Biliyorum ki bundan sonra bana verilecek hiçbir hediye bu kadar anlamı barındırmayacak ama birini düşünerek aldığınız her hediyenin somutluğundan çok onu ne niyetle aldığınızın anlamı önemli. En basitinden alınan bir çiçek bile, en başta belirttiğim o renk kartelası hayatımızda bile yer edinir.
Sınırsız sevgiyle yapılan küçük şeyler değerlidir.
Ne yaptığımız değil, yaparken ne kadar sevgiyle yaptığımız önemlidir.
Ne verdiğimiz değil, verirken ne kadar sevgiyle verdiğimiz önemlidir
ve Tanrı için hiçbir şey küçük değildir. (Rahibe Teresa)
En güzel şeydir bir insanın hayatına renk katmak.
Sizlere kattığım rengi bilmiyorum ama hayatıma kattığı tüm renkler için; toprak kokan anneme, uçurtmanın ipi gibi ellerimizden kaçan babama , iki kardeşim, iki gelinim, iki yeğenime, dost ve arkadaşlarıma, en çok da her gün gökkuşağını benim için sabahıma seren sevgili eşime teşekkürümdür bu yılın özeti.
Son yılların reklamlarında en çok sevdiğim söz sanırım bakış açımıza ipucu olabilir:
Hayattan rengi alın, geriye ne kalır ki !
Arzu Altınçiçek
22.12.2013
Gazete NY
YORUMLAR
Evet, "hayat ayrıntılarda gizlidir"
Nedir ayrıntıları;
Huzur, hüzün,acı, sevinç, mut,umut, saygı,sevgi,özlem, istem,bencillik, asalet, zarafet, aşk, renk,ukte,..
Hiç bir ayrıntı göz ardı edilmeden tek tek işlenmiş satırlarda, oya inceliğinde...
Son zamanlarda okuduğum berceste yazılardan biri...
Teşekkür ederim
Tebrik ederim.
O yağmur suyu birikmiş yolların çukurlarıyla karşılaştığımda "hadi bakalım bu sefer nasıl bir atlayış" olacak deyip deyip önce birkaç dakika izliyorum.. O suyun üzerine serilmek de var neticede ve bunu hiç istemeyiz herhâlde.. Yağmurlu vakitleri iş,telâş ne olursa olsun severim.. Rüzgârsız yağmur olacak ama.. İş telâş ve yeni yıl..
Dediğiniz gibi bir hesap olmuyor günlükte biliyor musunuz. İlkokuldan beri günlük tutarım ve her yenisini aldığımda sayfa sayılarının fazla olmasına özen gösteririm. Ömrüm dağılsın istemem, gibi tuhaf bir düşünce oluyor. Bir defterde toplayayım kendimi. Bu ne demekse artık pek anlamasam da hissettiğim önemlidir. Ve yine diyorum ki sayfa sayısı da önemli değil.. Ve yine şerh düşüyorum ki hiçbir günlük üçyüzaltmışbeş'in tamamını barındırmaz. Sizi barındırır ve inanın sizden başka hiçbir şey olmaz orada. Doktorlar "kendinizle başbaşa kalın, tatile çıkın ama yalnız.." derlerse o günlüklerden sonra yapılacak şey kendinizle başbaşa kalmaksa, bir kahve ve sessizlik ve günlüğünüz.. Otuzaltı demişsiniz ya, aynı şartlarda bir hesap olursa benim de 14-15 tâne olmalıydı aslında ama değil.. Çok az. Bir elin parmak sayısı misâl.. Günlük defter, kağıt, kalem, silgi..hiçbiridir. Kendinizle konuşunuz, tüm tıp mensuplarına saygım var ama kendileriyle birgün kaldılar mı diye düşünmedim değil yâni..
Severek mi.. hediye mi. Çok isterdim o isteyip de alamadığınız günlüğünüzü alıp size hediye etmeyi. Neden.. Hani sevginin dili acının dili ortaktır ya. Sevmek katlanmaktır ya, sevmek hoş görmektir ya. Siz de görün isterim günlüğün bu anafikrini.. Tüm sıkıntılar, yorgunluklar bir vakit sonra okuduğunuzda kahkadan başka bir şey olmuyor gamzelerinizde. Elbet kayıplar ve elbet "âhh.." lar.. Hayâtı bir nevî izliyor oluyorsunuz da giden vakit için yapılacak hiçbir şeyin olmadığını görünce.. Ne bileyim kapatıyorum ben hemen defterimi..
Günlükle söyleşmek.. Bâzı zamanlar yazamıyorum sonra özetini yazmak sanki ayrıca bir vazifeymiş gibi geçen vaktin özetini geçiyorum. "Hani böyle demiştim ya sana, işte o şöyle oldu.." Yıllar sonra geriye dönüp baktığımda "insan yedisinde ne ise yetmişinde de odur.." sözünü öyle iyi anlıyorum ki ifâdesi güç. Ve renkler.. Haneke'nin bir filminde renkler vardı ama sesler yoktu, kapalı alan korkum olduğunu o zaman anlamıştım. Hayat hep güzeldi biz yetinemedik diyesim var, kızmayın..
Okumak çalışmanızı, güzeldi.. Ayrıntı mı. Bunun üzerine konuşmaya kalkarsam ki böyle bir şeye yeltenmeyi dahî düşünmüyorum, saatler sürer. Sâdece çok değil birkaç gün önce bir konuşmaya şâhit olmuştum. "Hani saçım diyorsun ya, saçına verdiğin değer taktığın tokadan geçer. Hani yemek diyorsun muazzam ziyâfet diyorsun ya, kattığın baharat kadar başında geçirdiğin vakte de bir bak.."
Severek okudum ve yüreğimle..
Esen kalın..
**Havin_** tarafından 1/8/2014 12:17:37 PM zamanında düzenlenmiştir.
Kendisi ile konuşan sesleri seviyorum.
Bir nebze temas eder ise o içselliğe doyumsuz bir renge bürünüveriyor insan.
Hani denilebilir ki, içten yükselen her ses muhakkak işitilir.
Hele ki gönülden, derinden bir de << ah >> çekilmişse şayet.
Yazı bizde böyle anlam buldu. Hem rengine değdi gözümüz, hem ahını işitti gönlümüz.
Mevzuun gözümüze değen yönüne değinecek olursak, en beğendiğimiz ve en mânâ yüklü cümlesidir diyebiliriz şu bölüm için:
“ İncinin varoluşundaki süreci düşünürsek …“
Bu cümle çoğu şeye özet, çoğu şeye detay, çoğu şeye izahattır esasen.
Ve sedefinde inci’ye dönüşen bir toz zerresi ân olur bizim en kıymetli varlığımız hâline geliverir.
Sabırlı bir süreç..idrâk edebilene.
Hayata kattığı renkleri ile her şeye büyük bir heyecan ile bakabilmek ve o nüansı yakalayabilmek..
İnci’ye dönüşmeden evveli de o toz zerresine “ inci “ diyebilmek esas olan değil de nedir?
Rengiyle güzel, hissettirdiği ile özel bir yazıydı.
~~Sevgiler..
"Hayattan rengi alın, geriye ne kalır ki?" Arzu Altınçiçek
Güzel bir özdeyişle biten bu yazı geçmişimin bir çok kesitini gözden geçirmemi, en çok hayıflanmamı, çok az tebessüm etmemi sağladı. Ellerinize sağlık Arzu Hanım! Dostluk selam ve saygılarımla...
(İzniniz olursa alıntıladığım güzel sözünüzü [adınızla] paylaşmak isterim.)
mori kız
Yazarın dediği kısmı kaçırdınız sanırım.
"Son yılların reklamlarında en çok sevdiğim söz sanırım bakış açımıza ipucu olabilir:"
Sizin dediğiniz yeri kendi yazısından ayirmak için ayrı ve kalın şeklinde yazmış; lakin bu cümle reklamlarda geçen bir cümle. Arzu Hanım'a ait değil.
Arzu'cuğum kusura bakma cevap yazdım :)