- 626 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Atatürk Olmasaydı Atatürkler Olur Muydu? 2
Eski Türklere olan bağıntımız, kimi uluslarla olan ilişki kadarla bir bağıntı olmanın dışında genel olarak aramızda; yine duygusal anlayış olma ötesinde; ne daha çok kültürel, ne daha çok üreten değerler oluşla, ne yaşantı aşışla; ne organik bir oluşmanın organize olmasına dek, çok daha ekstreden bir bağ yoktur.
Birbirimize göre araya bambaşka yer ve zaman sal bağıntılar, girmiştir. Aramız böylesi bir aralanış oluşla ne üreten oluşla, ne öznel kaynaşan yapı oluşla ve ne örgütlenmeci değişmelerin, dönüşmelerin olmadığı aralayışların, ‘ resmi’ oluşla aramıza girdiği sadece zamansal bir boyut düzlem ilişkisi vardır.
Ne Osmanlı yapının eski Türklerle duygusal olma dışında bir ilişki ve alakası vardır. Ne de Türkiye Cumhuriyeti Ulusunun kuruluş ve devam edişinde, eski Türklerle fiziki, kültürel, nesnel ve öznel bir bağıntısı vardır.
Bu düzlem kendisinden önceki Türkmen denen düzlemin inşa kalıplarıyla oluşmamıştır. Türk ulusu biyolojik bir inşa değildir. İnsanlık tarihi, biyolojik bir inşa değildir. İnsanlık anlayışı gibi insanın tarihselliği de organize üreten, tüketen, refah seviyeli, insan kültürlü, biyoloji oluşumu dışında bir bağ ve girişme alanları organizesidir.
Biyolojik insan denen varlık; primatın kendisi ile sınırlı, kendisi gibilerle duygudaşlığıdır. Oysa insan kendi dışımızda, biyolojimiz gibi olmayan: asla biyoloji olmayan; sosyal totemi duygu ekseninde, emek, akıl ekseninde oluşla; nesne, özne bağıntılı sağlayışlarla üreten girişme ve giriştirmeler ağıdır. Kendi dışında girişme ve giriştiricileriyle bağıntılı üreten soyut vücudu olan bir inşalar organizesidir
Sosyal alanın da, milleti duyuşlu öznel yaşamsallıkları vardır. Ama Türk Ulusu kültürünün milleti imani duyuşlarını her biri tek başına Türk Ulusu’nun paylaşılanı değildirler. Başta olan sonda olanın kendisi değildirler. Sonda olan başta olanı ana karakteriyle hıfz eder sentezdir. Bu tüm insanlar için uluslar için aynıdır. Başta olan (Türkmen, Araplık vs.) sonda olanın hıfz edileni olmak dışında; başta olan (Türkmen, Arap oluş, Kürt vs.) sonda olanın, sonrada olanın hiç bir şeyini içerip ön göremezler.
Ulus kültürü inşanın milleti yapısından sonra ortaya çıkan; sınıfsal örgütlenmeler bilincini yansıtan girişme ve üretmeler ağıdır. Yani millet baş olandır. Ulus millete göre son olandır. Millet asla ulusu içeremez. Ulusta hıfz edilmiş milleti özellik vardır. Sondaki, baştaki inşa yapılarına ayrılmaz. Ayrılırsa ulusla ortaya çıkan bileşke özelliklerin tümünü yitirir. Bu inşanın kuralına aykırıdır. İnşa çöker.
Bir motor sisteminde milleti gibi her bir parça oluşmalar başta vardırlar. Bunlar buhar kazanı, ya da içten yanmalı sistem itenekleri, sübap, dişli entagrasyonları, mil gibi bir yığın vs. bağıntısıdırlar. Bunlar bir araya dizayn konuşla motor (ulus) inşasını oluştururlar. Artık başta olanlar ne motordur. Ne motorun yaptıklarını baştaki entegrasyona tabii tekil olanlar bu işi yapabilirler. Motor (ulus) bambaşka bir inşadır. Parçalarına ayrılamazlar. Ayrılırlarsa motor işlevi biter. Ulus işlevleri, milleti yapıda yoktur.
İnsan kavramı da inşacı ruh olarak motorla andırışır. Ancak insan inşası, öğrenebilen; sistemini yenileyip organize edebilir oluşuyla; motor yapıdan ayrışıp bir önceki ilki düzlemle inşa aşabilirlerse de; orada kalırlar. Son ayrışan sentezle, öznellikleri etkilenmiş, öğrenmiş olacakla; yine de bir önceki düzlemden ileri, son sentezi düzlemden hayli geri olacaklardır. Hidrojen ve oksijen birleşerek suyun özelliğini yaşarlar. Ayrışırlarsa bir daha suyun özelliğinini göremezler.
Ayrışan milleti inşalar da o düzeye dek öğrenilenler dışında, yeni inşalar yapıp, tekil süreçlerini devam ettirememekle sönerler. Ya da yeni başka birleşmelere uğrarlar. Oysa inşanın kuralı nicelik ve nitelik dönüşmesiyle ithal girdilerle birleşen entegrasyondur.
Entegrasyonun parçalanması bir başka gelişme değişme entegrasyonuyla aşılır. Değilse ulus gibi bir entegrasyon, öznel parçalara dağılmakla kısa hoşlanmasının yanında uzun sürçte intiharlarını yaparlar.
Artık milletler, uygarlık yaratamamaktadırlar. Milletlerin yapacağı uygarlaşmalar kendi sınırı içinde, kendi ölümüyle aşılmıştır. Daha fazlasını yapabilseydi zaten cari olurdular. İnsanın duyguları bunun üzerinde olamaz. Uygarlığı, ulus hüviyetli toplumlar yapmaktadırlar.
Değişip dönüşmelerle yeniden ve yeniden bağ ve bağıntılarını oluşturan entegrasyonlar yaşayıp değişip dönüşüp gelişmektedirler. Bu eşyanın kuralıdır. Nice biyolojik duygulu öznellikler bir mezar taşı olmaktan öte hiç bir şey üretememiştirler. Üretenler, bileşik ruhlu entegrasyonlardır. Üreten yönetir. Yönetirken de üretir.
İşte Atatürk böylesi bir koşulların kavranışına denk düşen öznel diyalektiktir. Atatürk çağına göre bir ulus bilinci kurucusu ve anlayışıdır. Elbette Atatürk başta oluşla, kendinden sonrada hıfz edilen olup; sondaki inşanın kendisi değildir. Her şey ve her sistem gibi Atatürk sondaki inşayı öngöremez. Atatürk sondaki inşadan bihaberdir. Atatürk sondaki inşalara olamsal bir olasılıktır.
Sondaki inşalar da, öznel öfkeyle; kin ile karnını yırtsada; kendisi içinde hıfz edileni; ne bilinç oluşla, ne yaşanmışlık ve tecrübe oluşla, inşa içine emek enerji bağı olarak sokulmasına engel olamazlar.
Böyle bir tutum içine giren hamlık ta zaten insan ve tarihsel kültürlü bilme olmayıp; bir duygu ve cehalet kini oluşla, gelişen oluşmaların zincir bağı olamayıp, sıradan kullanımla tarihin çöp sepeti atığıdırlar.
Biz istediğimiz kadar kibirce davranışla olumlu olumsuz tarihin olay ve kişilerinin düşünsel enerji bağı yansımalarını seçme ayıklamasını yapsak ta, başta olanın iz ve izleğini taşırız. Abdülhamit, 3.Selimi ne kadar silmeye uğraşırsa uğraşın Abdülhamit 3.Selim’in ürünü olma yanını taşır olmakla beraber Abdülhamit farklı bir inşadır.
Cumhuriyet te Osmanlı’nın olumlu olumsuz yanının ürünü oluşla; Osmanlı’dan bambaşka bir inşadır. Baş ve son olma, başı hıfz eden devamlıktı kesikli sürekliliği, günü dünle aynı kılmazlar. Dün Ay’a gidilmemişti. Dünün Ay’a gidemeyen insalık parçası, bugün Ay’a gidebiliyor.
Gün, dün olsaydı; bu gün hiç Aya gidebilir miydi? Gün de dün olmasaydı; gün bu seviyede birden Ay’a gitme muktedirliği içinde olur muydu? Dün Saddam vardı. Bu gün Saddam yok. Gün dünün devamıysa da, dünün kendisi asla değildir. Kişi kızsa, köpürse, karnına bıçak ta soksa; günü, dün yapamaz.
Aynı ırmağa iki kez girilmediğini kişinin biliyor olması gerekir. Gelişmemiş, güne göre primitif kalmış özneldi ruh ulemaya danışışla, türban serbest kılınsada, gün; dün gibi akmaz. Dün jipi olmayan cüppeli, Türbanlı; şimdi cipe biniyorlar. Jipe binen türbanlı jipe binmeyen dünkü türbanlıdan farklı düşünür. İmama değil, genel olarak internete danışılır. Ulemaya sorsa da, aklı internetle karışır.
Cipte yaşayan biri, deve ile yaşayan ilişki ve bağıntılarla düşünüp, inanıp, anlayışlar geliştiremez. Tıpkı develi yaşamın cipli yaşamı tahayyül edememesi gibi. Uçağa binip zamanlar atlayan kişi, develi kişi gibi duygu düşünceli beslenme yapması artık olanaksızdır. Deve kültürü şimdiye göre ekstradan bir safra olurlar.
Kişiler, duyduğu sesi tanımlarlarken artık doğuran deve iniltisine benzetmezler. Şimdinin insanı doğuran deve sesini de bilmezler. Deve sesine benzer sesi duydukları zaman, benzese de benzemese de duyulan o sesi motor homurtusuna ya da su motoru, taksi motoru, traktör motoru, uçak motoru veya matkap motoru iniltisiyle paralelik kurup, bu sesi duyma sürecini, bu tür benzeti ile yansıtırlar.
Dün ile benzeşişle, aynı serbesti kullanım içinde olunan şeyleri yaşarken, dünkü türbanlı gibi düşünüp yaşantılaşmazlar. Elinde telefonu olan da, dünkü türbanlı değildir. Sadece dumura uğramış safraları, taşıyor olan birileridirler o kadar.
Görülmektedir ki Atatürk olmasa, Atatürkler olanaksız değilse de hani sıfır denecek değere çok yakındır. Şartlar da lideri belirlemez. Şartlar dış koşuldur. Dış koşul kadar iç koşul bağıntısı da (Atatürk de) gereklidir. Hatta iç koşul (Atatürk lük) at başı oluşla dış koşulu geçer. İç koşulun varlığı, mutlaka dış koşulu er geç bulur. Ama iç koşul yoksa, dış koşul hiçbir şeydir.
Örneğin Sevgili Gazi sürecin iç koşullarından biriydi. İşgal de dış koşuldu) Gazi 3 ay gibi geçici bir süre Meclisin başkumandanlık yetkisini de almıştı. Bu yetkiyle Sevgili Gazi gitti 30 Ağustos zaferini kazanmamanın sürecine hem karar verip, hem süreci yönetti. Böylece bağımsızlık savaşını sonuçlandıran nihai kılıcı vurmuştu.
Not bu kutsal başarı da genel bir ilke olarak;” Meclisin yetkilerinin bir kişi tarafından kullanılmasının söz konusu olamayacağı“ doğrudur. Ama özel zarureti durumda, özel kişiyle; böylesi bir karar da o kadar isabetli ve doğru bir ilkedir. 1. Meclisi bu isabetli kararından ötürü şükranla yâd etmek gerekir.
Oysa TBMM Irak dış koşuluyla ve bu Irak Harekatı süreci boyunca hâsıla olacak gebe durumlar sırasında gerekli durumda “yurt dışına uzatmalı harekât yetkisini meclis hükümete ve onun liderine vermişti”. Askerlerimiz dövüldü, tartaklandı, birliğimiz silahlı saldırıya uğrayıp, başına çuval geçirildi. Savaş uçağımız, askeri helikopterlerimiz düşürüldü. Savaş nedeni sayacağımız gemimiz saldırıya uğradı 9 kişi öldü. Yine savaş nedeni sayacağımız İsrail ve Rum ortaklığının Ak denizde gaz ve petrol arama teşebbüsleri, bizi yere bakıda bakıda gerçekleştirildi.
İç şart koşulu olan hükümet ve lideri, dış şartlar olduğu halde basiretsiz ve aciz kalmışlardı. Nota dahi verilmemesi karşısında; “neden nota verilmediği? Sorulduğunda kara mizaha konu oluşla acizliklerini karikatürize etmenin ardına saklayarak; “ne notası? Müzik notası mı bu!!” diyordu. Bu da göstermekteki sadece dış şartlar lideri ortaya çıkarmaya hiç yetmediği gibi lider olamamayı da zelil edişle deşifre ediyordu.
29.10.2013
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.