- 1050 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GEÇTİ GİTTİ İSMAİL
Yazmaya bir süre ara verdim. Oysa yazdıkça mutlu oluyorum. "O zaman neden ara veriyorsun kardeşim, yaz, mutlu ol!" diyeceksiniz. Kolay mı "İsmail"i yazmak. İsmail, içimde bir sızı, İsmail’in yaşadıkları mı...Hiç sormayın, tam bir kara yazı.
Yirmi yıla yakın çalıştığım okuldan ayrılıp yeni okuluma gelince gördüm İsmail’i. İlçeye geldiğim ilk yıl ortaokul üçüncü sınıfta öğrencim olmuştu. Sessiz sakin, ablak yüzlü,iyi bir öğrenciydi İsmail. Hiç duymamıştım onun bu okulda memur olarak çalıştığını. Ortaokuldan sonra hiç görmesem de tanımıştım İsmail’i.
"Aaa! Sen ne arıyorsun İsmail burada?"
"Hocam, hoş geldin, uzun hikâye, anlatırım sonra."
.....................
Okul güzel, okul yeni...Koskoca binada seksen kadar öğrenci. Burası bir kız meslek lisesi. Hani böyle küçük ve biraz da tutucu ilçelerde daha çok yoksul insanların, kızlarını gönderdiği okul. Kısa yoldan dikiş-nakış, yemek yapma, çocuk bakımı gibi bir ev hanımında bulunması gerekenleri öğrensinler diye gönderilen öğrencilerin bulunduğu okul. Genç öğretmenlerinden öğrencilerine büyük saygı sevgi gördüğüm bu okuldaki üç yılımın ayrı bir yeri var bende. Bu güzelliklerin, hoşlukların yanında bir de İsmail’den yediğim tekme var ki o tekme bana İsmail’i kızgınlıkla değil hep buruk bir gülümsemeyle hatırlatır.
.......................
Memur odası ikinci katta, hemen koridorun başladığı yerde. İsmail’in masası kapının yanında, camı, hiçbir aksesuarı yok. Okulda göreve başladıktan kısa süre sonra yanına uğradım İsmail’in. İçtiği ilacın etkisiyle olduğunu sonradan anladım. Halsiz, durgun, sanki omuzları düşmüş bir hâli vardı İsmai’in.
"Nasılsın İsmail?"
"Sağ ol hocam, iyiyim. Siz nasılsınız, sizi gördüğüme çok sevindim de senenin ortasında niye okul değiştirdiniz?"
"İsmail, bilirsin, ben sizi okuttuğum yıldan beri ortaokuldayım. Ufak tefek anlaşmazlıklardan dolayı okuldan ayrılmak istedim, sizin okulda açık yer varmış."
"Çok iyi olmuş hocam, hoş geldiniz, sefa geldiniz."
"Eee İsmail, şimdi sıra sende..."
"Dedim ya hocam uzun ve hüzünlü benim hikâyem. Ben öğretmendim, sınıf öğretmeni. İlk atamam Doğu’ya çıktı. Yalnız gittim terör belası yüzünden. Terör korkusu bir yana eve her gün böcek, akrep giriyor. Ben zaten her şeyden korkuyorum. Bir de bu korkular derken ruh sağlığım iyice bozuldu."
"Sonra...."
"Sonrası hocam, beni ’Öğretmenlik yapamaz.’ diye memuriyete atadılar. Bunu kendi kafalarına göre değil, tedavi sonundaki doktor raporlarına göre yaptılar. Şimdi sabahları ilacımı alıyorum, yaptığım belli bir iş de yok. Verirlerse elime bir liste onu işte gördüğün gibi daktiloda ’tak tuk’ yazıyorum."
"Rahatsızlandığın oluyor mu bazen?"
"İlacı alırsam iyiyim, yoksa..."
"Yoksa ne oluyor İsmail?"
"Tuhaf gelecek size; ama herkesi şeytan görüyorum hocam. Saldırmak istiyorum o kişiye, kişilere. Sizi sever, size saygı duyarım. Rahatsızlanırsam herhalde yalnız sizi şeytan olarak görmem."
"Sen, ilacını iç, bu düzenini bozma, inşallah hiç rahatsızlanmazsın İsmail. Ben artık buradayım ve her zaman yardıma hazırım."
........................
İsmail’le zaman zaman oturup konuşmalarımız oldu. Ara sıra o da müdür yardımcısının odasına gelir, heyecanlı da bir yapısı olduğu için konuşurken farkında olmadan araya küfür de sıkıştırırdı. "Aman İsmail, bayan hocaların var, sansür koy!" deyince de hafifçe kızarırdı.
Öğretmenlikten alınıp memuriyete verilince maaşı da epeyce azalmıştı. Evde boy boy dört çocuk. İsmail’in aldığı onların boğazına yetmez. Okulun tüm öğretmenleri geçen zaman içinde İsmail’e az da olsa çeşitli yardımlarda bulunduk. Köyüne gideceği zaman eğer haberim olduysa arabamla götürdüm. Her şey böyle olağan yaşanıp giderken bir kış günü okula geldiğimde İsmail, odasında yoktu. Müstahdem Hüseyin’e sordum:
"Hüseyin, İsmail’i odasında göremedim, nerede?"
"Hiç sorma hocam, İsmail yine işi kötü etti, aşağıda kütüphanede."
"Ne yapıyor orada?"
"Şu kış gününde, bu karda soğukta salonun tüm pencerelerini açmış, bir elinde değnek, bir elinde su bardağı gezinip duruyor, yanına da kimseyi yanaştırmıyor."
Hemen öğretmenler odasına gittim. Arkadaşlara, İsmail’in bana "Hocam, yalnız seni şeytan görmem hastalanırsam." dediğini hatırlatıp "Ben İsmail’in yanına iniyorum." dedim. "Aman hocam, dikkatli ol!" dediler.
Kütüphanenin kapısına vardığımda İsmail, aynı Hüseyin’in dediği gibi elinde değnek, bir de içi su dolu kristal su bardağı ortada dolanıyor. Şeker hastası da olduğu için durmadan su içmek istiyor olmalı.
"İsmail merhaba, nasılsın, niye soğukta bekliyorsun?"
Şimdiye kadar hiç bakmadığı şekilde ters ters bakıyor bana.
"Haydi yukarı çıkalım, pencereleri de açmışsın, üşürsün burada."
Yanına doğru yöneliyorum. "Sakın gelme hocam!" diyor İsmail. Değneyi de havaya kaldırmış. "Gelirsen vururum!"
İsmail’e gücüm yeter, zaten hiç dermanı yok; ama bir tatsızlık olmasın, öğrencileri de buraya yığmayalım diye yukarıya çıkıyorum. Merakla bekleyen arkadaşlara:
"Arkadaşlar, İsmail’in durumu iyi değil, sessiz sakin yaşayıp giden bu çocuğa ne oldu, bilmiyorum. İsmail’in küçüğü de benim eski öğrencim, kendisi polis memuru. Ona haber gönderip İsmail’i tedaviye yollamamız gerekir."
Cep telefonunun da olmadığı o dönemde İsmail’in köydeki ağabeyine haber gönderildi. Yakın bir ilde görevli küçük kardeşle beraber okula geldiler. Müdür odasında ne yapmamız gerektiğini konuştuk. Bir taksi çağrılacak, İsmail’i kardeşleri Ankara’ya götüreceklerdi. Asıl sorun İsmail’i kapandığı kütüphaneden çıkarabilmekti. "Ben çıkarırım hocam." dedi polis olan kardeşi. O önde ben arkada aşağıya indik. İsmail, salonun kapısında elinde su bardağı ile dikiliyordu. Çok huzursuz görünüyordu.
"Seni götürmeye gel...." demeye kalmadı, İsmail elindeki su bardağını kardeşinin suratına fırlattı. Kardeşi çok ani bir hareketle kafasını kurtardı, kristal bardak duvarda parçalandı. İkimiz birden İsmail’in kollarına yapıştık. İki tarafında sıkıca tutarak taksiye yöneldik. Bu arada okulumuzun ve karşı okulun pek çok öğrencisi pencerelere yığılmış bakıyorlardı. Görüntü hoş olmadığı için bir an İsmail’in kolunu bıraktım, omuzuna elimi koydum, taksiye öyle binsin istedim. Ne oldu anlayamadım, İsmail’den bir tekme... Hem de beni kıvrandırıp olduğum yere çökertecek nazik yere. Siyah pantolonumun önünde ayak izleri...Bu arada İsmail’i taksiye bindirip götürdüler.
.....................
İki ay sonra geldi İsmail. Düzelmiş, eski sakin hâlini almıştı. Kafasını yerden kaldırmıyordu.
"Hoş geldin İsmail. Bak çok iyi olmuşsun."
"İyiyim hocam; ama sizden çok utanıyorum, ben size nasıl vurabilirim?"
"Olsun İsmail, isteyerek yapmadın ya!"
"Özür dilerim hocam."
"Peki İsmail, ne oldu da sen birden bire hastalandın, çok iyiydin."
"Sormayın hocam. Bir gün ......... Bey odama geldi. Bana ’İsmail şu ilaçları bırak, ben sana muska yazdırırım iyileşirsin." dedi."
"Bunu diyen bir öğretmen, öyle mi İsmail."
"Evet, ben de ona inandım, ilaçları bıraktım. Sonunu siz de biliyorsunuz."
...............
Ne diyebilirdik ki... Bu çağda ilaç yerine hem de İsmail gibi bir hastaya muska öneren kişiye. Elbette biz diyeceğimizi dedik de işin en acı yanı muska öneren kişi birkaç yıl sonra o ilçenin bağlı olduğu ilin en önemli yöneticilerinden biri oldu. Uzun yıllar çalıştığım bu ilçeden ayrılıp Ankara’ya geldikten sonra İsmail’in ölüm haberini aldım. Bu yazıda seni anlatmasaydım içim rahat etmeyecekti sevgili İsmail, nur içinde yat.
Hep hüzünle anarım
İsmail’i
Zaman zaman da gülümsetir beni
Kapıda bana attığı tekme
Ve de
Sınıf listesi çıkarırken
Daktilo klavyesinde harf arayan eli
Şimdi çocukların
Nerede, ne yapar
Bilemem
Sen de bu dünyada yaşamadın
İsmail
Hakkımız helal sana
Bunu böyle bil
...................
06 Ocak 2014
Numan Kurt
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.