- 609 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 27
Kahveye sonradan gelen Hamza dayı çocuğun ahıra kapatılmasına çok öfkelenmişti.
’’ Bacak kadar çocuk ahıra mı kapatılır ulan ? Ver çabuk şu anahtarı ! ’’ Kahveci bir taraftan anahtarı uzatırken diğer taraftan da kendini savunmaya çalışıyordu.
’’ Sen ne yaptığını bilmiyorsun tabii veletin ! Ocaklıktan para çalıp misket oynuyormuş ne zamandır. Allah’tan Hulusi görmüş de, o söyledi. ’’
’’ Başlatma şimdi Hulusi’ye de sana da. ’’ deyip, koltuk değneğine yaslı tek bacağıyla hızla koştu ahırın kapısına. Telâşla kapıyı açıp içeriye girdiğinde çocuğu bir köşede çömmüş ağlarken buldu. Yanına koşup sarıldı, okşadı.
’’ Ah oğlum, vah canım ! Ne hayvan baban var senin ! Kızdıracak beni ; alıp gideceğim seni bizim eve, bir daha da göstermeyeceğim ! ’’ Yaslandı çocuk Hamza dayısına ; uzun uzun ağladı, rahatladı. Birlikte çıkıp kahveye gittiler. Acıkmıştı çocuk. Aklına biraz önce kokusunu duyduğu et yemeği geldi. Ocağın üzerindeydi. Görür görmez koşup kapağını açtı tencerenin. Çok nefis kokuyordu yemek. Ocaklığın altından bir tabak ve kaşık alıp koştu. İyice doldurdu tabağı masaya serdiği gazete kâğıdının üzerine koydu. Aceleyle ocaklıktan para alıp bitişikteki bakkala koşup ekmek aldı. Aylardır bir şey yememişcesine iştahla yemeye başladı .
’’ Karnı da açmış yavrucağın. Ulan İncirli ; senin yatacak yerin yok ! Şu kadar çocuğu aç açına ahıra hapsetmişsin ! Pes doğrusu ! ’’
Ertesi gün okul çıkışı babasının da rızasıyla, kısa süreliğine Hulusi’nin yanına gitti oynamak için. Hulusi onu yanındaki çocuklara katmak için diğer çocuklarınki gibi bir oyuncak araba sahibi olması için uyardı. Boş yoğurt tenekeleri bulundu, dingil ve gövde için tahta parçası ve bir kaç da çivi ile kısa sürede ona da oyuncak bir araba yapılıverdi. Çok sevdi çocuk bu oyuncağı. Çocuklar tek sıra halinde diziliyor, başlarına da hepsinden büyük olan Hulusi ağabeyleri geçiyordu. ’’ Deli Halil ’’ de çoğu zaman onlara katılıyordu. Bu şekilde köy içinde, asfaltta dolaşılıyor, arada sırada da mola veriliyordu. Hulusi’nin ve diğer çocukların Halil’e davranışları, onunla alay etmeleri, hırpalamaları Fikret’in hiç de hoşuna gitmiyordu. Babasının ona vermeyi çok istediği Halil ismindeki bu çocuğu çok sevdi Fikret. Ona herkesten iyi davrandı.
Babasına söz verdiği üzere, çok kısa sürede döndü kahveye. Diğer çocuklar gün boyu oynayıp gezerken, onun oyun için ayrılan zamanı kısıtlı idi. Kahvede babasına yardım etmesi gerekiyordu.
Günler bu şekilde geçmeye başladı. Kar yağdı, yağmur yağdı Kurtköy’ün sokaklarına. Üşündü, ıslanıldı, nezle-grip olundu. Dudakları ve elleri hep çatladı, kanadı Fikret’in. Her fırsatta kahvedeki berbere traş ettirdiği küçük başını taşımakta daima zorlandı bir türlü kalınlaşamayan, güçlenemeyen incecik boynu. Satılmış amcasına okuma yazma öğretmeye devam etti. Beş sınıflı, kocaman odun sobalı okulunda herkesi daha çok tanımaya başladı. Beşinci sınıfta tek başına okuyan Nesrin ablanın Halil’in ablası olduğunu öğrendi. Babası olmayan tek çocuk Mustafa ile yakınlaştı en çok. Muhacir İsmail, Ormancını oğlu Orhan ve Şoför Nuri’nin oğlu Serdar ile de yakın arkadaş oldu. Hilmi ile Nuri’den uzak durmaya çalıştı. Hulusi’nin herkesi zorla Fenerbahçeli yapışına isyan bile edebildi. İnadına Galatasaraylı oldu. Kızsa da dövmedi onu Hulusi.
Okullarda ilk sömestri bitmiş, Şubat tatili başlamıştı. Mukaddes sevinçle, gururla getirdi karnesini. Pekiyi’den başka hiç bir notu yoktu. Üstün zekâsı ve çalışkanlığı ile Beşiktaş gibi bir yerde, okulun en gözde öğrencilerinden biri oluvermişti. Evde takdirle karşılandı, hediyelere boğuldu. Yeni kıyafetler, takılar, hediye kitaplar , kalemler alındı.
Fikret’in karnesi de çok kötü değildi ama okul ona fazla bir heyecan vermiyordu. Beş sınıfa tek başına bakan Öğretmen Selâmi bey, doğrusu pek ilgilenemiyordu çocuklarla. Fazla bir şey de öğretemiyordu. Yine de aferin aldı babasından , Hamza dayısından, Tahsin Kâhya’dan, berber Kadir’den ve diğer müşterilerden.
Yusuf dede arada bir gelmeye devam etti kahveye. Çocuk tanıdıkça ısınmaya başladı dedesine. Babasından çok o istiyordu torununun okumasını. Karnesini gösteren çocuğa cebinden çıkardığı hakide şekeri ikram etti. Sevindi çocuk.
Bazen Cin Ali, bazen de Yılmaz sinema getirmeye devam ettiler köye. Her defasında koşarak gitti Fikret. Suphi Kaner, Vahi Öz, Altan Erbulak, Sami Hazinses, Öztürk Serengil, Bedia Muvahhit, Mualla Sürer, Göksel Arsoy, Leyla Sayar, Ayhan Işık, Belgin Doruk, Ayşecik, Ömercik...hepsini tek tek tanıdı. Hepsine özendi. Bir süre sonra Suphi Kaner’in intihar ettiği duyuldu. Bir yakınını kaybetmiş kadar üzüldü çocuk. Daha sonra bir gün, sinemacı Yılmaz’ın da intihar ettiği duyuldu. Neredeyse bunalıma girecekti. O kadar etkilendi bu intihardan. Ne oluyordu ? Neden intihar ediyordu bu insanlar ? Günlerce rüyalarında bile bu soruya cevaplar aradı ama bulamadı.
Ferruh eve gelmiyordu. Manav dükkânında çalışıyor, orada yatıp kalkıyor ama okuluna da devam ediyordu. Annesi pazara geldiğinde ona yiyecek bir şeyler getiriyor, yıkadığı çamaşırları verip kirlilerini alıyordu. Her defasında da eve dönmesi için yalvarıyor, İsmail efendinin de onu çok sevdiğini söylüyordu. Ferruh ise, annesinin şişmekte olan karnını fark ettikçe deliye dönüyor, annesine hakaret etmemek için kendini zor tutuyordu. Okul arkadaşları annesinin hamileliği ile alay etmişler, bu yüzden onlarla dövüştüğü bile olmuştu.
Mart ayının sonlarına doğru gelindiğinde Kurban bayramı hazırlıkları çoktan başlamıştı. Köyde çok kişi inek besler, süt ve yoğurt satardı. Sığırtmaç Hüsnü hergün köyün sığırlarını önüne katar otlağa götürür akşam da doymuş olarak getirip evlere dağıtırdı. Hilmi Kâhya, Cemil Kâhya, İsmail Kâhya ve Sabri Kâhya’nin koyun sürüleri ve onları barındırdıkları ağılları vardı. Onlar Kurban bayramı için çok sayıda koç yetiştirirler, bayram öncesi de satışa çıkarırlardı. Gerek etraf köylerden, gerekse şehirden onlara koç almaya gelenler olurdu. Bayram öncesi , özelliklerde kahvelerde, koç tartışmaları çok olurdu. Senin koçlar yaramaz, benimkiler daha güzel....
Bayram namazından sonra büyükleri kurban telâşı, çocukları ise yine şeker, fıstık ve harçlık toplama telâşı sarardı. Bayramlık giysi, ayakkabı alınanlar genellikle bayram gecesi onları başuçlarına koyarak yatarlardı. Babası Fikret’e de daima yeni bir şeyler alırı, hiç bir şeyini eksik etmezdi.
Kesilen kurbanlar parçalanır, eş, dost, akraba, fakir, fukara.. herkese bir güzel dağıtılırdı. Dört gün boyunca bir taraftan kurbanlar kesilip dağıtılırken, diğer taraftan bayram yerlerinde gençler kız, erkek peşinde koşmaya, içki içmeye, kavga etmeye devam ederlerdi. Çocuklar mantar, çata pat, füze patlatır, sevgililere de aracılık edip söz ve mektup taşımaya devam ederlerdi. Bayram yerlerinde başka köylerden ya da şehirden gelen gençlerin gezmesi, kızlara bakması hiç de olacak şey değildi. Bir akrabasının yanında bile olsa zordu bu iş. Kavgaların hemen çoğu bu yüzden çıkardı. Kıskanırdı gençler kızları.
Köylerde şehirlerden bir ay daha erken kapanırdı okullar. Yaz geldiğinde yoğunlaşan köy işlerinde okul çocuklarının da yardımcı olmasına imkân verilmek isteniyordu herhalde. Yirmi üç Nisan bayramı hazırlıkları başladığında, aslında okulların da son günleri oluyordu. Havalar yumuşamaya başlamış, ekinler, çayırlar, ağaçlar yeşermişti bile. Kahvenin bahçesi kuş sesinden çınlamaya başlamıştı. Yeni bir hayatın gelişini müjdeliyordu sanki kuşlar. Selâmi öğretmen Fikret’e de bir şiir verip ezberlemesini istemişti. Hiç de zor olmadı ve kısa sürede ezberledi çocuk bu şiiri.
Yirmi üç Nisan sabahı okulun önünde toplanan çocuklar, öğretmenlerinin peşine düşerek bütün köyü dolaşıp okula davet ettiler. Henü, bando, mızıka benzeri hiç bir şey yoktu. Ellerinde kâğıt bayraklar vardı sadece bazı çocukların. Bir de en öndeki, en büyük öğrenci Nesrin abla okul bayrağını tutuyordu. Yanında da Mahmut, Atatürk’ün çerçeveli resmini taşıyordu. Okula dönüldüğünde, kadınlı erkekli toplanan köylülere önce Selâmi öğretmen bayramla ilgili bir konuşma yaptı. Sonra çocuklar şiirler okuyarak alkışlandılar. Oynayarak, zıplayarak okuldan ayrıldıktan bir kaç gün sonra da okulun son günü idi. Karneler dağıtılıp, yaz tatilinin başladığı ilân edildi.
Üçüncü sınıfa geçmiş olmasına rağmen hiç de heyecan duymuyordu Fikret. Yine de babası, Hamza dayısı sevindiler onun için.
Yaklaşık bir hafta sonra da Hıdırellez kutlanmaya başladı köyde. Beş Mayıs’ı altı Mayıs’a bağlayan gecenin Hızır ve İlyas’ın gökyüzünde buluştuğu gün olduğuna inanılmasından doğan bir gün. Şans , kısmet ve bereket sözlerinin çokça edildiği, umulduğu gün. Kurtköy ve civarında gençlerin yine kendilerine kısmet aradıkları, bayram ettikleri gün. Gece toprağa gömülen küpten ertesi gün herkesin kendi eliyle seçip okuduğu maniler. Yine bayram yerinde kızlı erkekli gezmeler, ayartmalar, bakışmalar, söz atmalar, mektup vermeler, oyunlar ve hatta içki ve kavgalar.
Her şenliğimizde neden eksik olmaz acaba bizim içki ve kavgalar ?
Devam edecek.
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Neden Fikret öğrenemedi şu misketde yenmeyi oysa azimli birisiydi Fikret .
Tebrik ederim saygılarımla.