‘VB. ŞEYLER’ HAKKINDA ‘ŞEYLER’
‘VB. ŞEYLER’ HAKKINDA ‘ŞEYLER’
Sürekli kendi çocukluk yıllarından, gençliğinin ilk dönemlerinden bahseden insanların bu davranışı genellikle hoşuma gitmez. Her yerde ve her durumda böyle şeylerden konuşulmaz. Ve yazılmaz günün on iki saati boyunca. O çok özel anları, (zaman değil anlar) hafife almaktır bu. Belki de epey bir süre içinde taşımak, pattadak birine veya kâğıda dökmek en mantıklısı. İçinde iyice pişmelidir o anılar. İstisna durumlar da yok değildir tabi ki. Belli bir yaştan sonra her şeyi ve herkesi unutmaya başlarsın bazen. En kötüsü de budur. İşte bu gibi durumlarda telaşla o çok özel anları dökersin insanlara ve kağıtlara ve PC’lere… İleride sana hatırlatsınlar diye. İleride senin o çok özel anlarını sana anlatmaları onların üzerine farzdır. Kendi hikâyeni başkasından dinlersin sonra. (Orhan Pamuk ‘sonra’ sözcüğünü kullanan yazarların sığ olduğunu söyler.) ‘Allah’ım bu nasıl iş’ dersin, ‘Ben böyle düşünmemiştim. Ben kâğıda böyle dökmemiştim. Belki de böyle döktüm. Lanet bir şey bu dil. Düşündüğüm, hissettiğim şeylerin çok ötesinde şeyler kayıtlı burada. Dil insanı belli bir alana tıkıyor, özgürlükleri sınırlandırıyor.’ Bir sosyolog gibi dili irdeler, filozof olmak istersin.
‘Keşke unutulmak olmasaydı da dile gelmeseydi kalbim. Dile gelen kalpten çıkmıştır. Yani yok hükmündedir.’ Tarzında bir şeyler saçmalarsın. Oysa gerçek saçmadıkların ötesindedir.
Her şeye rağmen Andrei Tarkovsky’nin Stalker filminin o tuhaf müziği eşliğinde (Çuf çuf seslerinin melodiye karıştığı cover’ı), soğuk bir kış gününde köy okuluna gitmek için kalktığında dışarıda yağan karın içeriye vuran aydınlığında sana sunulmalı. Köy çeşmesinden köye dağılan su şırıltısını anımsamalısın okurken çocukluk yıllarını. Bütün gün yediği üzümden dolayı gece vakti midesine ağrı giren tilkinin bağrışları ‘baba evi’nin doğrama camlarını aşıp yatağında uzanan ‘seni’ tatlı bir uykuya yatırmalı. Ilık bir sonbahar gününde dokuztaş oynadığın köy meydanında hayalini köy mezarlığının köşesindeki taşa çizdiğin genç kızın gerçeği seni bulmalı henüz yazılmayan ‘vb. şeyler’inle beraber.
Lanet bir kurgu ile kurguladığın hayatın kurgu olmadığını bildiğin halde kurguymuş gibi hayalinin hayalini kurgularsın hatırlanmış kelimelerle. ‘Sen kelimelerin ötesindesin’ demezsin ‘anılar’a. Tatlı göğüslerinin olduğunu düşündüğün ilk gençlik aşkının sarkık göğüslü bir kadına dönüştüğünü de bilirsin artık. Şimdiki gençliğin ‘tatlı göğüs’ten ne anladığını da bilmek istemezsin. Sıcak bir yaz gününde kıldığın Cuma namazında aklına gelen o ruhani düşlerin şu an nerede gizlendiğini soramazsın Tanrına.
Ayağındaki kara lastiğin parlaklığını sana anlatmalarını istemelisin Cumali! Ortaokulda aldığın çakma Adidas ayakkabının neden orijinalinden sağlam çıktığını kapitalist dünyanın efendilerinin sana hatırlatmasını istemelisin. Bulvar gazetesinin hikâye ekindeki erotik hülyaları gecenin bir yarısında sırf gıcıklık olsun diye koğuşta yüksek sesle okuyan ‘dört gözlü’, ‘dört ayaklı’ (Gözlüklü ve sakat) okul arkadaşını ise entelektüel kız arkadaşının sana anlatmasını istemelisin.
Kuran dersinden kaçtığın için seni sıcak bir temmuz akşamında cami tuvaletinin çıkışında yakalayan sarışın cami imamının sempatikliğini de rahip ve imam düşmanı entelektüel erkek arkadaşın anlatmalı. İmam kulağını yumuşak eliyle çekerken ‘Cemal -kimse ismimi tam olarak bilmez- neden elifba’ya gelmiyorsun?’ diye sorduğunu sana hatırlatmalı. Seni çok efendi bir Nur talebesi (Zaman okuduğum için -oysa ben gazeteyi sayfa düzeni hoş diye okurdum!) sanan İstanbullu eski kız arkadaşın sen ‘Seks o kadar da kötü bir şey değildir’ derken dudağını ısırması ve senin hakkında olumsuz şeyler düşünmeye başladığını söylemesini hiç kimse sana anlatmamalı belki de.
Vb. şeyler hakkında ‘şeyler’ hatırlamak isterim ama şu küçük beynim artık anımsayamıyor! Yaratıcı yazarlık safsatasıyla bir şeyler uydurmak, bunların benim hayatımın parçalarından parçalar olduğunu kabul etmek gerek artık. Böylece yazabildiğimi kanıtlamalıyım kendime…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.