- 1201 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Suskun kalışlarını düşündükçe elimi bastırıp göğsüme, s/us diyorum yüreğime.
Perdeyi araladı. Sabaha az kalmıştı, yavaş yavaş yükseliyordu güneş. Birazdan gün doğacak. Yine yalnızlığı kucaklayacak boş avlu. Sabah rüzgarı estikçe, kollarını iki yana açmış bekleyip duran kanatlı kapı gacırdayıp duruyor. Sanki beklediği ağır konuklar bu sabahta gelmeyecekmiş gibi adeta homurdanıyor. Demir parmaklıkların boyası atmış, menteşesi paslanmıştı kanatlı kapının. Her akşam kapatıp, her sabah açmaktan yorulmuş, artık kapatmaz olmuştu kapıları yaşlı adam.
Şimdi yalnızlığı kucaklayan bu avlu olduğundan daha büyük göründü gözüne. Eskiden çocuk sesleri avluya sığmaz sokağa taşardı gece gündüz. Kaç adımdı bu avlu, kaç arşın. Çocukken az mı adımlamıştı. Kirli hafızasını yokladı hatırlayamadı. Kaç çocuk düşü, kaç hüznü saklanmıştı şu köşede. Hatırları bile artık siliniyor, puslu bulutların ardında kalıyor, ara sıra bir siluet çıkıp el sallıyordu anıların içinden. Çocukken ona yetmeyen, dar gelen bu avlu şimdi büyüdükçe büyüyordu gözünde. Kalktı masada duran gözlüğünü aldı, daha bir dikkatli baktı avluya. Rüzgarda savrulan yaprakların dışında kimse yoktu koca avluda.
Güneş gökyüzünde alabildiğince yükselmiş, ötelerde olduğu yere çakılıp kalmış gibi duran sıra dağlar bir bir belirmişti gözünün önünde. Yıllar yılı ne o dağlar, ne de kendisi çekip gidememişti hiç bir yere. Sanki içlerinde bir ukde kalmış gibi öylece bakakalmışlardı denize. Çay suyu koymak için mutfağa yönelmişken bir ses duyduğunu sandı. Yeniden pencereye yöneldi. Kuşkulu gözlerle kolaçan etti avluyu, sokağı. Kimsecikler yoktu. Ne çöpleri karıştıran bir kedi, ne bir köpek kalmamıştı sanki şehirde. Hırsızlar bile terk etmiş yıllardır uğramaz olmuşlardı bu sokaklara. Bu düşüncesine gülümsedi bir an. Eni konu hepsi kendisi gibi yaşlı insanlar yaşıyordu bu mahallede. Kimsenin çalınacak bir şeyi yoktu üstelik. En son Ali İhsanın motoru çalınmış o bile üzüleceği yerde sevinmişti adeta.
-İyide oldu artık zor geliyordu motora binmek. Gençler bağırıyordu peşimden, dalga geçip duruyorlardı zaten. Vay moruğa bak!
Nereden gelmişti aklına şimdi bu hırsız bahsi. Belki de artık akşamları kapatmalıydı avlunun kapılarını. Kendi kendine düşünüp yine gülümsedi.
-Ali İhsan’ın motoru vardı. Çalınacak neyim var ki benim...
Ayakları mı onu sürükledi, yüreği mi bilmeden mektuplarını sakladığı çekmeceye yöneldi birden. Artık kat yerleri eprimiş, pulları sararmış, tarih mühürleri neredeyse silinmiş mektuplardan birini çekip aldı içlerinden.
Gel desem, gelmezsin biliyorum. Terk etmezsin o şehri. Ama yinede bir umudum olsun istiyorum. Bir ağaca sarılır gibi sıkı sıkı sarılıyorum bu umuda. Bir ağaca sarılır gibi sarılıyorum düşlerime. Gökyüzü o zaman gözlerime sığmıyor. Ufuk çizgisi bile yok oluyor. Korkmuyorum o zaman her köşe başında beni bekleyen gerçeklerden. Direncim oluyorsun, bir düşe sarılmak hayat kurtarır biliyorsun...
Dört sayfa mektubun en son sayfasını çevirdi hala o eski heyecanla.
Suskun kalışlarını düşündükçe elimi bastırıp göğsüme, s/us diyorum yüreğime. Meğer ne zormuş seven bir yüreğe söz geçirmek. Biliyorum hiç tutmayacaksın elimi... İşte bu yüzden küçük bir çocuk gibi resmini çizdim, elimi yolladım sana...
05 Ocak 2013 - Zeynep Özmen