- 514 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 26
Hafta sonu uyandığında kahvenin bahçesinde bambaşka bir hareketlilik gördü çocuk. Bir kaç adam kocaman bir ineği yere yatırmış, üzerine çullanmış, kıpırdamasını önlemeye çalışıyorlardı. Kasap Kadir Ağa elindeki koca bıçakla hayvanı kesmeye hazırlanıyordu. Bu sahnede kendini kötü hisseden çocuk hemen içeriye attı kendini.
’’ Ne oldu Fikret ? Bir şey mi var ? ’’ Babası çocuğun o halini merak etmişti. İki eliyle yüzünü kapayan çocuk, babasına cevap vermek için ellerini indirdi önce. Sonra da ağlayarak konuşmaya başladı.
’’ Kadir amca kesecek o ineği baba ! ’’
’’ Heee, Kadir Ağa mı ? Kessin oğlum. Millet et bekliyor. ’’
Daha sonraları , özellikle meraktan, bazen kahvenin camlarından, bazen de bahçenin bir köşesinden seyretti o manzarayı. Hayvan kesilmiş, kocaman bir çengelle oradaki ağaca asılmış, derisi yüzülmüş ve satışa hazır hale getirilmişti.
Bahçedeki kuru bir ağaç bu iş için düzenlenmiş, tam da orta yeri etlerin parçalanması, kıyılması için kütük haline getirilmişti. Yavaş yavaş köylüler doluşmaya başladı. Herkes kendince bir yerinden bir miktar et satın almaya başladı.
Kasap Kadir Ağa’nın çok değişik bir özelliği vardı. Aşırı derecede küfürbazdı. Fakat herkese göre, sevimli bir küfürbazdı o. Et almaya gelen hemen herkes önce ona bir takılıp küfür etmesini sağlar, okkalı bir küfür yedikten sonra da hayvanın neresinden istediğini kahkahayla söyleyerek, yine kahkahayla oradan ayrılırdı. Adam küfürbaz değil de küfür mütehassısı idi sanki. Yalnız köyde değil, civar köylerde ve hatta şehirde bile meşhurdu o küfürleriyle. Yazar burada okuyucunun inanmakta zorlanacağını bildiği halde anlatmak zorunda kalıyor olayıi ki ; şehirden kaymakam , savcı ve doktorlar bile ona özellikle küfür ettirmek için gelirler, o sövdükçe gülerler ve etlerini alıp kahkahayla dönerlerdi.
Kahveci de bir miktar kuş başı et almak için Kadir ağa’ya yanaştığında ona takılmadan edemedi ve çocuğun yanında okkalı bir küfür yedi. Çocuk çok etkilendi bu küfür olayından.
’’ Ne biçim iş bu baba ? Söveceğini bile bile niye takıldın adama ? O küfürler yenir mi ? İnsanlar o küfürler için adam öldürüyorlar ! ’’ Güldü babası.
’’ Boş veeer ! Kadir Ağa’nın küfürü dokunmaz ..’’ Başını iki yana salladı çocuk. Kabul edemiyordu böyle bir şeyi.
Belki de ilk defa o gün, kahvenin bahçesinin bitişiğindeki tek katlı müstakil bina olan marangoz dükkânı dikkatini çekti çocuğun. Orada çalışan sarı pos bıyıklı, yaşlı, hatta biraz kambur İbrahim Ağa, pek gün yüzüne çıkmaz, kapısı daima kapalı, çıktığı zamanlar da Muhtarın kahvesine giden ilginç bir adamdı. Yaklaşıp tozlu camlardan içeriye baktığında, çalşıyordu adam. Testereli makinasında ağaç biçiyordu.
Genelde köyün orta yerine gittiği için, marangozun az ilerisindeki demirci dükkânını ve devam edilip köyün üst mahallesine varıldığında da daha önce görmediği bir nalbant dükkânı vardı. . O günkü merakı onu önce demirci dükkânına götürdü. Yine muhtarın kahvesinin müşterilerinden Hasan ustaydı demirci. Şükrü ve Fikri adında iki oğluyla birlikte çalışırlardı. Büyük oğlu Şükrü, Tempo marka minibüsleriyle dolmuşçuluk yapardı. Her iki oğlu da onların kahvesinin müşterilerindendi. Demirci ailesinin her üçü de bir miktar zor işitirdi. Her halde yaptıkları işin özelliği olacaktı. Kapıya kadar yanaşıp içeriyi seyretmeye başladı. Dükkânın arka köşesinde bir kömür ateşi yanıyordu. Lastikten yapılma körükle hava verip ateşin daha çok yanması sağlanıyordu. Kazma, kürek, çapa, maşa, nal, bıçak vb. yapılacak ürünün şekline göre kesilen demir parçası, önce bu ateşte kor haline getiriliyoır, sonra da ocağın hemen önündeki demir örs üzerinde baba- oğul tarafından, büyük çekiçlerle, sırayla dövülerek, şekil veriliyordu.
’’ Hoş geldin Küçük İncirli ! ’’
’’ Hoş bulduk Fikri ağabey ! Kolay gelsin !’’
’’ Kolaysa başına gelsin ! ’’
İstenilen şekle getirilen ürün, soğuması için örsün alt tarafındaki yalağa batırılıp, soğuyuncaya kadar bekletiliyordu.
Meraklı günüydü o gün çocuğun. Nalbant dükkânına kadar gitti. Yine muhtarın kahvesinin müşterileri olan kırkılı yaşlarda iki kardeş Nalbant Ahmet, Nalbant Ali ve yirmili yaşlarda genç oğul Hasan. Bir de Fikret’in yaşlarında zihin engelli çocukları vardı bu ailenin. ’’ Deli Halil ’’ denirdi köyde ona. Tekerlerkleri ve direksiyonu yoğurt tenekelerinin tabanından, dingil ve gövdesi de tahtadan yapılmış oyuncak arabasıyla, bütün gün Kurtköy sokaklarında dolaşır dururdu. Bazen çocuklar, çoğu zaman da büyükler takılıp eğlenirlerdi onunla. Bir alışkanlığı vardı Halil’in : Kulağı büküldüğünde ya şarkı söylemeye başlar ya da ’’ Başbakan Demirel ’’ diye haberleri okumaya başlardı. Kulağı tekrar büküldüğü anda da mutlaka susardı.
İki kardeş bir atın ayağını tutup kaldırmışlar, ellerindeki bir çeşit bıçak ile ayağın altındaki tırnakları kesiyor ve törpülüyorlardı. Daha sonra kocaman bir nalı ayağa yerleştirip nal çivileriyle çaktılar. Dört bacağa da aynı işlem uygulandığında hem at hem de onlar derin bir nefes aldılar.
’’ Hoş geldin Küçük İncirli ’’ Ancak işleri bittiğinde çocuğun farkına varmışlardı.
’’ Hoş bulduk. Kolay gelsin. ’’
’’ Kolaysa başına gelsin. ’’ Bu söz, her kolay gelsin diyene mutlaka söylenirdi.
Kahveye döndüğünde değişik duygular içindeydi çocuk. Dalgındı, düşünüyordu. Hangi meslek daha güzeldi acaba ; kasaplık mı, marangozluk mu, nalbantlık mı ? Hiç birini yakıştıramadı kendine. O mutlaka ya sinemacı ya da artist olmalıydı. ( Uzun yıllar, aktör kelimesi bilinmedi bu ülkenin çoğu yerinde. Oyuncunun erkeğine de kadınına da artist dendi ve artist olmak istendi.)
’’ Neredesin sen be oğlum ? Oyunun sırası mı şimdi ? Et aldık ya ; benim ocağa koymam lâzım. Geç sen kahveye bak da ben de yemeği halledeyim. Çocuk hemen işe koyuldu. Öncelikle boş bardakları topladı. Dolu kül tabaklarını boşalttı. Çay isteyenlere de ocaklığa sandalye koyarak, onun üzerine çıkıp çay yapmaya bile başlamıştı artık. Gazoz da açabiliyordu. Hatta çay demlemeyi bile öğrenmişti. Bir tek kahve pişiremiyordu şimdilik.
Adam, etleri ince ince doğrayıp temizledi. Soğanı, yağı hazırladı. Pompalı gaz ocağını kahvenin bir köşesine yerleştirip, tencereyi üzerine koydu. Askerliğinden önce çalıştığı lokantada yemek pişirmeyi bayağı öğrenmişti.
Çocuk müşterilerden çay parası alıp fincandaki bozuk paralardan da para üstü verirken o gün misket oynamaya gitmediğini hatırladı. Aynı anda fincana elini uzatıp aldığı bir miktar bozuk parayı cebine attı.
Babası yemeği ocağa koymuş artık pişmesini bekliyordu. Bir ara işlerin yavaşladığını gören çocuk kendini sokağa attı ve doğruca köy meydanında misket oynayan çocukların başına koştu. Yine bağımlı bir insanı andıran davranışlarla, hararetli bir şekilde misket satın alıp oynamaya başladı.
On dört on beş yaşlarında Hulusi adlı bir çocuk vardı Kurtköy’de. Babası minibüsçüydü. O , kendinden küçük çocukları etrafında toplamayı, onlara hükmetmeyi severdi. Yoğurt tenekesi ve tahtadan yapılmış oyuncak araba sahibi bir sürü çocuğun konvoy başı gibiydi. Hemen her gün birlikte, onun istediği yere gidilir, birlikte oynanırdı. Bir de futbol oynamayı severdi Hulusi. Çok koyu Fenerbahçeli idi, Fenerbahçe’li olmayana hayat hakkı tanımazdı. Köydeki hiç bir çocuk, onun karşısında, bir başka takımı tuttuğunu söyleyemezdi.
Hulusi sigara içen çocuklara çok kızardı. O yüzden de bir tek Somuncu Ahmet bilinirdi sigara içen. o da aslında çocukluktan çıkmış, genç biriydi. Ahmet’i öylesine dövmüş ki bir gün Hulusi ; öldü diye bırakmış. Çocuğun yüzündeki, gözlerindeki şişler günlerce inmemiş. Hulusi bir de parasına misket oynanmasına çok kızıyordu. Bu oyunun çakalları olarak bildiği Hilmi ile Nuri’yi de ne zaman misket oynarken görse dövüyordu.
Fikret’in yine çoktan kaybetmeye başladığı anda Hulusi geldi. Hilmi ile Nuri oyunu bırakıp kaçmışladı bile. Fikret’i gören Hulusi ona çok kızdı.
’’ Utanmıyor musun ulan sen ? O adamcağız, gece gündüz kahvede çalışıp sana bakmaya çalışırken sen gelmiş burada kumar oynuyorsun. Parayı nereden buluyorsun ulan sen ? Kahveden çalıyorsun herhalde değil mi ? ’’
Çok korktu çocuk. Tek kelime bile söyleyemedi. Başını önüne eğdi, utandı. Ağlamak istedi, ağlayamadı.
’’ Düş önüme çabuk ! ’’ Şaşırdı çocuk. Bu defa daha çok korktu. Ahmet’i nasıl dövdüğünü hatırladı. Onu da mı dövecekti acaba ? Bu defa ağlamaya başladı.
’’ Zırlama ulan ! Yürü ! Doğruca İncirli’ye gidiyoruz. ’’
Kulağından da tutarak, hızlı yürümesi için biraz da sürükleyerek, kahveye kadar götürdü. Babası çok şaşırdı .
’’ Ne oluyor Hulusi ? ’’
’’ Kumarbaz oğlunu getirdim sana ! ’’
’’ Ne diyorsun oğlum sen ? Kimmiş kumarbaz ? ’’
’’ Kim olacak ; senin bu küçük velet ! Sen daha ayakta uyu : Buradan çaldığı paralarla misktet oynuyor bütün gün ! ’’
’’ Doğru mu oğlum ? Yaptın mı sen öyle şeyler ? ’’
İnkâr edemedi çocuk. Kendini savunabilecek tek bir söz de söyleyemedi. Olayın doğru olduğunu anlayan adam, birden bire aşırı şekilde hiddetlenip, ağır bir tokat indirdi çocuğa. Küçücük suratta patlayan tokat, bütün kahveyi inletti.
’’ Ne yapıyorsun sen ? O kadar çocuğa öyle vurulur mu ? ’’
’’ Yazık be yahu ! ’’
Berber Kadir, Tahsin Kâhya ve diğerleri çocuğu adamın elinden almak için atıldılar. Fakat o, kulağından tuttuğu gibi, kahvenin bitişiğindeki ahıra götürüp kapadı çocuğu. Üstünden de kilitledi.
’’ Orada kalsın da aklı başına gelsin ! ’’ deyip döndü kahveye. Titriyordu sinirinden. Radyonun altındaki masya yarleşip Köylü sigarasına sarıldı yine.
’’ Biz yemeyip içmeyip, oğlumuz adam olsun diye uğraşırken, o gitsin kumarbaz olsun he ? Hem de buradan para çalarak ! Yazıklar olsun be çocuk, yazıklar olsun ! ’’ Aslında, kendine yakıştıramasa da, saklasa da, zeytin gözleri ağlıyordu o an. Sanki, çocuğun üzerine kurduğu tüm hayaller yıklımıştı birden. Üstelik başına yıkılmış ve onu da yıkıp ezmişti. Oysa ne kadar gururlanırdı onunla. Mutlaka okuyup, büyük bir adam olacağına o kadar inandırmıştı ki kendini ; rüyalarında bile hep öyle görmeye başlamıştı çocuğu. Şimdi, hepsi bitmişti işte.
Ahır karanlıktı. Etrafta hayvan gübreleri ve samanlar vardı. Acıkmıştı ve korkuyordu. Acaba babası artık hiç çıkarmayacak mıydı buradan ? Kahvede pişen et yemeğinin kokusu oraya kadar geliyordu. Çocuklar olayı çoktan duymuşlar, ahırın kapısına kadar gelip içeriyi gözetliyor, alay ediyor ve gülşüyorlardı.
Devam edecek.
Fikret TEZAL
YORUMLAR
yıllar sonra haklı olduklarını kabul ediyoruz....hiç bir baba evladının kötü olmasını istemez... yazı tam mecrasında okumak büyük keyif veriyor.... saygılar tezal kardeşim....
Fikret TEZEL
Yazıyı okurken sanki orada, o köyde yaşıyormuş duygusuna kapıldım.
Para çalıp dayak yiyen çocuk kardeşimdi. Onu annem öyle çok dövmüştü ki evin altındaki samanlıkta şimdi
bile düşündükçe üzülürüm.
Çocuklukta çoğumuz yoşadık böyle şeyleri.
Güzel bir anlatımdı.
tebrikler,
selâmlarımla..