Müslümanlık zor mu, yoksa kolay mı?
İbretlik Hikâyeler – 2 MÜSLÜMANLIK ZOR MU, YOKSA KOLAY MI?
Cemal. Yakışıklıkda, Allah’ın CEMAL sıfatına en uygun bir güzellikte ve zekasıyla da, KEMAL sıfatına en uygun yaratılışta 17 yaşlarında bir gençti. Almanya’dan anne ve babasının ayrılmaları sonucu, dedesinin yanına Türkiye’ye geleli daha bir yılı bile doldurmamıştı. Almanya’da sürdürdüğü tahsili yarım kalmış, Türkçesi de çok düzgün olmadığından ve onunla ilgilenecek bir yakını da çıkmadığından, okul hayatını Türkiye’de de sürdürememişti.. Siyah gözleriyle baktığı yeri delercesine inceler, bulduğu her fırsatta önüne çıkan herkese aklına takılan soruları sorar, kendi mantığına göre bir takım sonuçlar çıkarırdı. Bir gün, yine mahallesinden tanıdığı bir Rasim ağabeyisinin önünü keserek sorduğu bir soru üzerine, inşaatçı Rasim’in dikkatini çekmesi sonucu; önce o kişi tarafından evine davet edilip karnı bir güzel doyrulmuş, sonra da onu evine götüren kişinin namaz kıldığını görünce, sorularını çoğaltarak merakını gidermeye çalışınca ev sahibi Rasim, Cemal’i doğruca mahallelerindeki kundura tamircisi Abdurrahman efendiye teslim etmiş ve akşam iş dönüşüne kadar bu çocukla ilgilenmesini söylemişti.
Akşam iş dönüşü, kunduracı Abdurrahman efendi yerinde bulamayınca meraklanmış, fakat nasıl olsa yatsı namazında camide göreceğini düşünerek, doğruca evine gitmişti. Ancak yatsı vakti camiye gidince, her ikisini de yine görememiş ve merakını yenmek için cami çıkışında bir mahalle ötedeki Abdurrahman efendinin evine kadar gitmişti. Ancak, zaten yalnız yaşayan Abdurrahman efendi yine evinde de yoktu. Sonunda işinin ağırlığından dolayı, bir an evvel eve gelip dinlenmek zorunda olduğundan; Cemal’i arama işini ertesi güne bırakarak, yorgun vücudunu evine zor taşımıştı.
Cemal, Abdurrahman efendi ile çabuk kaynaşmış ve bir süre sonra ayrılamaz bir ikili oluşturmuşlardı. Artık her yere beraber gidiyorlar ve her gece, mahallenin halli vakti yerinde sayılan emekli Müştak dedenin evinin büyük salonunda bazı mahallelilerinde katıldığı toplantı yapıyorlardı.
Abdurrahman efendi önce yatsı namazını kıldırıyor, sonra yaşlı gözlerle uzun uzun dua ediyor ve sonundada günlük olaylardan derlenen sorulara, bazan menkibe bazan da küçük hikâyeler ile misaller vererek.. çevresinde toplananların vakitlerinin daha verimli geçmesine çalışıyordu. Cemal önceleri sadece dinlese de, bir süre sonra sorular sormağa başlar ve bir gün şöyle bir soru sorar.
- Abdurrahman amca, Sen hem CEMAAT’in Dünya çapındaki hizmet hareketinin büyüklüğünden, yüceliğinden ve hem de
kutsallığından söz eder durursun… Hem de, Ak parti ve Başbakan’ın Türkiye’nin makûs talihini yenerek, her biri dev boyutlarda bir çok devrimi başardığını anlatırsın ve de bunların birbirlerine düşmesine sessiz kalır, sorulan her soruyu cevapsız bırakırsın. Nedir buradaki sır? Nedir buradaki suskunluk ve bir tarafa hak vermemenin sebebi?.. Ben ve çevremdeki herkes bu soruların cevabını arıyor, fakat hiç kimse de bir türlü uygun bir cevap bulamıyor…
Abdurrahman efendi, bu soru karşısında önce şaşırıp yutkundu, bir süre suskunlukdan ve çevresine toplananları tek tek süzdükten sonra, artık zamnının geldiğine kanaat getirip başladı anlatmağa…
- Bir zamanlar, bir bahçede dalları, yaprakları ve meyveleri birbirleri ile konuşan bir elma ağacı varmış. Bu ağacın küçük
dallarından başka, biri kuzeye (diyelim ki, AK PARTİ VE BAŞBAKAN) ve biri de güneye (diyelim ki, BU DA CEMAAT) doğru bakan iki de “ANA DAL”ı varmış. Bu küçük dallar, diğer iki büyük dalı hep kıskanır ve her konuşmalarında bu iki dalı birbirlerine düşürmek için, her fırsatı ve imkanı değerlendirirlermiş. Bu konuşmalara önceleri pek aldırmayan iki büyük dal, zamanla bu fitnelerle başa çıkamaz hale gelip birbirlerine “SİTEM” yapmağa başlamışlar.
Büyük dalların birbirlerine yaptıkları sitemleri, küçük dallar (Ak parti ve cemaatin düşmanları) duydukça sevinçlerinden yerlerinde duramaz ve bu sitemlerin üzerine daha çok giderek; çıkardıkları fitnenin yayılmasını sağlayıp, bir de bu fitneleri ile kendi bakış açıları ile öğünür olmuşlar.
Aslında iki büyük dal da, kendi açılarından bakılınca, her ikisi de bir diğerine SİTEM etmekte, kendi bakış açılarından haklıymışlar. Her ikisi de, ayni anda ve ayni konuda, “nasıl haklı olurlar?” diye düşünmekte haklısınız. İsterseniz size şöyle izah edeyim:
- Güneye bakan büyük dal, (CEMAAT VE GÜLEN) yazın Güneş’ini daha çok ve daha dik aldığından, çiçekleri daha
çabuk meyveye durur ve elmalarının yarısından çoğu nar gibi kıpkırmızı olur, insanlara hizmetini ise; küçük dallardan ve kuzeye bakan diğer büyük daldan çok daha önce ve çok daha göz alıcı olarak yerine getirirmiş. Bu duruma, kuzeye bakan diğer büyük dal (AK PARTİ VE BAŞBAKAN) çok içeriler ve güneye bakan dal, Güneş’ini kapatıp, meyvelerini geç olgunlaştırdığından ve de renklerini de, Güneş’i doğrudan göremediği için bir türlü kızarmayıp sarımsı kaldığından dolayı, güneye bakan büyük dala haklı olarak sitem edermiş. Ancak iş bu kadarla kalmaz, güneye bakan büyük dal da, başka bir sebepten kuzeye bakan dala haklı olarak sitem edermiş. Şöyle ki;
- Yazın sıcakta Güneş’e karşı durduğundan dolayı sıcaktan bunaldıkça kuzeyden gelecek bir esinti, bir rüzgar bekler;
fakat kuzeye bakan büyük dal ise gelen bütün rüzgarlar ile kendisi serinlerken, rüzgarını engellediği için güneye bakan diğer büyük dalın serinlemesini engellediği için, güneye bakan büyük dalın sitemlerini dinlemek zorunda kalırmış… (aslında, İslâm adına ayni imanı taşıyan bir büyük gayede, bu sitemlerin toplamı bir cevizin kabuğunu dahi doldurmayacak değerde bir sitem.)
Bu hikâyeden çıkacak sonuca gelince diyerek, şöyle devam etti Abdurrahman efendi: Buradaki büyük dallardan birini Başbakan olarak, diğer büyük dalı da Cemaat olarak düşünün… “Her ikisi de kendi açılarından haklı değil mi?..”
Bu cevap üzerine artık diğer dinleyenler gibi Cemal’de, hem sorduğu sorunun cevabını ve hem de o geceye düşen dersini almıştı. Ancak Abdurrahman efendinin gür ve sevecen sesi bir defa daha salonda yankılandı. Zannetmeyin ki, bu ders burada bitti… Hayır, hayır dedi iki defa ve ekledi; esas dersimiz şu olmalıdır:
1) Hucurat suresinin 10. Ayetine göre; “mü’minler ancak kardeştir” Yani; İslâm, inananları kardeş yapar. Siz, siz olun sakın elma ağacının (islâm’ın) dallarından (Başbakan veya Cemaatten) birini tutarak diğerine sakın hücum etmeyin. İkilik çıkararak kardeşliğinizi öldürmeyin. İnsaf dinin yarısıdır. İnsafı elden bırakmayın.
2) İslâm, bölünmeyi değil, birleşmeyi emreder, siz siz olun sakın bölünmeyin. Bölünme; sağ duyuyu,salim hisleri,akli melekeleri.. kısaca “insani hisleri ve hasletleri kaybettirir.. haset duygusunu, rekabeti, öfkeyi nefreti, kini düşmanlığı artırır. Yani, fitneye kapı açar. Fitne de, sadece İslâm düşmanlarının ekmeğine yağ sürer.
3) Birleştikçe güçlenir ve hükmedersiniz, bölündükçe zayıflar, maskara olmuş gayrimüslimlerin maskarası olursunuz.
4) Elmalar, yani bu gün çekişiyor görünenler (maslahata binaen) mevsimliktir. Halbuki elmaların ağacı (yani İslâm) ebedidir.
5) Kuzeye bakan dalın sararmış elmalarının (mesela Başbakan) lezzeti, tadı.. (işlevi, yönü..) farklıdır, güneye bakan dalın elmalarının (mesela Cemaatin) lezzeti, tadı.. (işlevi yönü..) farklıdır.
6) Hepsinden önemlisi de, her iki dalın elmalarının adı, ayrıntıda mecburen bazı küçük farklılıkları olsa da sonuçda hepsinin adı elmadır. (Yani, işlevleri yönleri.. farklı olsa da, sonuçda Başbakan’ın da, Cemaatin de gayesi ve yolu.. aynidir. Yani, İslâm’a hizmet değil midir?..
7) Hem unutmayın ki; “ikimiz bir fidanın, güller açan dalıyız” arabesk türküsünü yine bu ülkenin insanı yazmadı mı? İsterseniz bu cümleyi tekrar bir defa da şöyle okuyalım; İKİMİZ (hepimiz) BİR FİDANIN (İslâm’ın) GÜLLER ( güzellikler) AÇAN (sunan) DALIYIZ (Müslüman’larıyız)
“EY MÜSLÜMANLAR, KARDEŞ OLDUĞUNUZU VE ÇIKARACAĞINIZ
FİTNE YÜZÜNDEN YARIN HESABA ÇEKİLECEĞİNİZİ UNUTMAYIN!..”
Aradan birkaç gün geçmiş ve Cemal’in dedesine bir telefon gelmişti. Cemal’i acele Almanya’ya çağırıyordu. Cemal, aldığı bu haber üzerine çok sevinmiş ve artık Almanya’da herkese anlatacağı bir fikri ve siyasi bir görüşü vardı. Hemen tanıdıkları ile vedalaşmak üzere harekete geçti. Sırasiyle; önce Rasim ağabeyisinden başlayıp, tanıdıklarını dolaşa dolaşa Abdurrahman amcasının evine doğru yöneldi. Evi görünce heyacanı hayrete dönüştü. İyice yaklaşınca da bu kalabalığın çehresinde bir düğün neşesi değil, bir ölüm hüznünü farketti…
Cemal artık uçağa binmiş, yönü Almanya’ya dönmüştü. Yaşlı gözlerle bir defa daha Abdurrahman amcasını hatırladı.çok üzüldüğünü farketti. Bir zaman sonra kendi kendisini teselli etti. Abdurrahman amca, “seni hiçbir zaman unutmayacağım. En çok da, elma ağacını ve elmalar ile bana verdiği dersi.”
Cemal artık Almanya’daydı ve herkese anlattığı bir hikayasi vardı. “MÜSLÜMANLAR KARDEŞTİR.”
Notlar: 1) Yukarıdaki hikâyeyi beğendiyseniz. Bu yazıyı ulaşabildiğiniz her yere e-posta ile göndererek sevabına siz de ortak olun.
2) Hükümetler ve kararları, hatta cemaatler dahi geçici, İslâm ise daima bakî olacağından; TARAFINIZI, İSLÂM’A GÖRE BELİRLEYİN.
3) Allah’dan korkun ve fitne çıkaranlar ile ilgili ayetleri ve hadis-i şerifleri hatırlayın.
4) Yarın, yine ve yeniden değişecek bir takım kararlar ve fikirler yüzünden, bügün birbirinizle çekişip “KÂBETULLAH” olan kalbinizi kırmayın…
5) Daha düne kadar, İslâm adına, Allah diyerek birbirlerini boğazlayan Müslüman’ları tenkit edenler bizler değil miydik? Peki, “bugün bizim bu yaptığımız çekişmeye ne demeliyiz ve bu çekişmenin/bölünmenin sonu nereye varacak diye biraz düşünmeliyiz?” VE DE BU FİTNEDEN SONUNDA KİM KÂRLI ÇIKACAK? Kimler ellerini sevinçle oğuşturacak? Kimler, ellerine KINAyakacak?..
6) Gelelim başlıkdaki soruya: MÜSLÜMANLIK ZOR MU, YOKSA KOLAY MI?.. NE DERSİNİZ?..
02-02-2014
Mürsel Münevveroğlu
[email protected]
Surprizsite.com Genel Yayın Yönetmeni
Konak-İZMİR
YORUMLAR
Sevgili arkadaşım;
iyi güzel de her şeye rağmen ortada bir sorun var. İki kesimin içinde. O sorununun ne olduğunu sizler daha iyi bilirsiniz. Belki güç,şöhret, para ile alakalıdır. Her şeyi birbirimize düşmeyelim diye kulak arkası edersek böyle ne olur sence? Nasıl şeffaf olacak bu düzen. Unutma her fani yanlış yapar. Hadi Gülen ve Erdoğan yapmadı diyelim. Ya iki kesimi savunucularının oluşturduğu örgütlü yapının içindeki insanlar!