- 645 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
KİMSENİN SUÇU YOKTU OYSA...
Bir rehavet çöktü yine akşam akşam… Son zamanlarda bunu o kadar sık duyumsuyorum ki…
Dalıp dalıp gidiyorum çöken karanlığın eşliğinde ve esaretinde. Güneş batıp, alacakaranlık olmuyor mu, hele bir de sokak lambalarının loş ışığı iyiden iyiye kendini belli etti mi, korunmasız o küçük kız geliyor aklıma: Hani şu, içimden bir türlü koparıp atamadığım…
Hayra alamet değil oysa geçmişe saplanıp kalmak, hep öyle demiyor mu uzmanlar…
Az çok bir şeyler bilmiyor değilim psikolojiye dair. Ama bildiğim bir şey daha var ki; eskiyi ara sıra yâd etmek mutlu kılıyor beni, tabii ki; iyi ve güzel şeyleri andığım sürece…
Henüz doğmamıştı kardeşim, bu olayın vuku bulduğu zamanlarda. Ben de beş altı yaşlarında var yoktum. Ve tabii ki kadim arkadaşımın varlığı… Nasıl unutabilirim o beyaz saçlı meleğimi… Kim mi: Tonton ihtiyarım, biricik babaannem. Melek dedim de… Aslında melek olup olmadığını anneme sormalı, ne de olsa çok meşhurdur gelin kaynana ilişkileri. Ama bizimkiler iyi anlaşırlardı Vesselam. Sanırım babaannem kaybettiği kızı gibi benimsemişken annemi, annem de onu öz annesi benimsemişti. Hatta öyle ki; babam bile kıskanırdı zaman zaman onların bu samimiyetini, sevgisini.
Kısaca severlerdi birbirlerini ama en çok da beni… E, ne de olsa haylazı ve yumurcağı idim evin. Sanırım, sevgi arsızı olma huyum o günlerden miras.
Gelelim sadede…
Henüz okula başlamamıştım. Annemler işten gelene kadar birbirimize emanettik zahir. Ta ki…
İtiraf etmem gerekirse; babaannem tam bir FBI ajanı gibiydi. Asla ayrılmazdı peşimden Hiç mi rahat bırakılmaz insan. Gittiğim yerler de kısıtlı diğer taraftan; neticede evin odaları arasında koşturur dururdum O da benimle birlikte mekik dokurdu odalar arası. Her ne hikmetse; siyam ikizleri gibi idik. Düşünsenize yetmiş beş yaşında bir kadın ve peşinde koşturduğu gariban çocuk. Tabiri caizse, gölgem gibi, sürekli peşimde idi.
Yaşlı olmasına rağmen, gençleri cebinden çıkarırdı hem enerjisi hem de zekası itibariyle. Nitekim ben ne zaman mızmızlansam ve annemle konuşmak istediğimi söylesem, her ne hikmetse telefon sürekli meşgul çalardı. Bunu sonradan anlayacaktım ki; bana tuşlattığı numara ev numarası imiş. Tanrım, ne kadar da safmışım. Alın size, o günlerden kalan bir miras daha. Bir bana bakınız bir de şimdiki çocuklara…
Sair günlerden biri yine… Ve bitmek bilmez koşuşturmalarımız ev içersinde. Odasında istirahattaydı, büyük olasılıkla yorgun düşmüştü yaşlı bedeni benim tempomdan. Aniden telefonun çalmasıyla, yerimden fırlayıp, açmaya gittim. Annemle konuşma ihtimalini düşünmüş olmalıyım ki, çok mutlu olmuştum. Akabinde duyduğum inanılmaz bir gürültü ile olduğum yerde kala kaldım. Öne gelmemle, geri dönmem bir oldu. Ve babaannemin yanına gittiğimde gördüm ki; kadıncağız boylu boyunca yerde yatmakta. Feryat figan içersindeydi. Acı içinde bağırırken ikimiz aynı anda ağlamaya başladık. Çocuk aklımla onu sakinleştirmeye çalışıyor ve olduğum yerde dört dönüyordum. Ne var ki; elimden de hiçbir şey gelmiyordu. Kısaca perişan haldeydik ikimiz de. Değil birilerine haber vermek, tam anlamıyla uyuşmuş vaziyetteydim.
Büyük ihtimalle vücudunda kırık vardı öyle ki; acı içinde kıvranmaktaydı yerde. Ve yapayalnızdık.
Ben her hikmetse babaannemi ön odaya götürmeye karar vermiştim ve onu sürüklemeye başladım ufacık bedenimle. İte kaka, bitap bir şekilde bir hengâmenin içine daldık gittik. Ben ağlarken o bağırıyor, inletiyorduk evi. Hayır, bizi duyan da yoktu işin kötü tarafı. Zaten biri duysa bile büyük ihtimalle cinayet işleniyor sanırdı.
Upuzun uğraşlar sonucu, ön odaya vardık. Benim uzun saçlarım darmadağın ve terden sırılsıklam, yüzüm gözüm yaş içinde… Onun hali ise içler acısı…
Tanrım, ne büyük cahillik. Ötesinde çok da büyük bir hata idi benim yaptığım. Ama onu ön odaya götürmeyi tek çözüm gibi görmüştüm ama yaptığımın yanlış olduğunu çok sonradan öğrenecektim.
Biz ikimiz koyun koyuna ağlarken, annemler geldi. Gelmeleriyle birlikte, şimdi bir şok da onlar yaşamaktaydı gördükleri manzara karşısında. İlk işleri babaannemi hastaneye götürmek oldu tabii ki. Zavallı kadıncağız kalçasını kırmıştı ne yazık ki. Ya düşme esnasında ya da benim onu sürüklemem neticesinde. Onu yerinden kıpırdatmakla, aslında kıpırdatmak değil de zorlamakla büyük bir hata yaptığım gün gibi ortadaydı.
Ama o kadar çaresizdim ki ve bunu bilemeyecek kadar da küçüktüm. Ve nihayetinde hastanede ameliyata alındı. Oldukça uzun bir süre de hastanede yatması gerekiyordu üstelik ilerleyen zamanlarda…
Her gün onu görmeye gidiyordum hastaneye. Nasıl yalnız bırakabilirdim ki tek ve kadim arkadaşımı. Allahtan durumu gün geçtikçe iyiye gitmekteydi. Onu görmek ve iyileşmesine tanık olmak o denli mutlu etmekteydi ki beni. Ve hiç kimse tek bir laf bile etmiyordu yaptıklarım hususunda. İlerleyen zamanlarda yaptığımın ne denli hatalı olduğuna ben vakıf olacaktım lakin.
İşin ilginci, ben kendime yeni bir eğlence bulmuştum. Çocuk parkına gider gibi, hastane ziyaretlerini oyun haline getirmiştim. Babaannemden başka yatan diğer hastalarla da dostluk geliştiriyordum bir yandan. Bir bakıma servisin gözbebeği olmuştum. Sıcakkanlı bir çocuktum. Çok da iyi bir oyun arkadaşı edinmiştim. Serviste yatan çok tatlı bir hanımla oldukça sıcak bir diyalog geliştirmiştim. Saatlerce mikado oynuyorduk onları her ziyaret edişimde. Özel ve fazla kalabalık olmayan bir hastane olduğu için, pek karışan ve kısıtlayan yoktu beni.
Artık nasıl bir ruhu hali ise benimki, mutlu mesut vakit geçiriyordum hastane ortamında.
Demek ki; yalnızlık tak etmişti canıma.
Gördüğü tedaviye rağmen babaannem eski sağlığına tam anlamıyla kavuşamadı. Yaşının da çok etkisi vardı bu durunda.
Annem her daim özen gösterirdi ona ama artık eskisine oranla daha fazla ihtimam göstermek durumunda kalmıştı.
Bu arada, artık ezbere bilmem gereken telefon numaralarını da bir bir öğrettiler bana. Gerçi biraz kalmışlardı ama…
Evet, yalnız bir çocuktum ama asla da şikâyet etmezdim. İlla ki yapacak bir şeyler bulurdum. Hali hazırda babaannem yine iştirak ediyordu oyunlarıma ama oturduğu yerden artık…
Ve geç de olsa öğrenmiştim düşen birine ilk müdahalenin yapılması gerektiğini.
Sonuç itibariyle kimsenin suçu yoktu bu olayda. Zira babaannemim kaygıları iyi niyetli idi. Gerçi işgüzarlığı başımıza oldukça iş açmıştı daha doğrusu onun başına. Ama dediğim gibi, kötü bir niyeti yoktu. Bana duyduğu sevgi ve ilgiden kaynaklanıyordu tüm bu olanlar. Ve bunu ne yazık ki bir daha yapamadı durumundan kaynaklı olarak…
Çocukları kendi hallerine bırakıp, izin vermeli ve özgür bırakmalı bir noktaya kadar. Bırakınız ne yapacaklarsa yapsınlar imkânlar ve şartlar dâhilinde. Değil mi ki; oyun bir çocuğun asli görevi ve ciddi bir icraatı, bırakınız doya doya oynasınlar. Gerçi şimdilerde oyun oynayan çocuklara pek rastlamamaktayız, bilgisayar çılgınlığından ötürü ama…
Evet, her şey sınırlar dâhilinde hayat bulmalı.
Disiplin de bir yere kadar en azından özgürlüğün de belli limitleri olduğu gibi.
Her yaşın ayrı güzelliği var, hele ki çocukluğun: Çocukların çocukluklarını yaşadığı ve yaşaması gerektiği gibi…
YORUMLAR
Evet sitemizin bal arısı; ilhamlarına, geçmiş anılarına sağlık ve yazmayı edebi bir şekilde yazma kabilyetine hayranım.
Evet, günümüzde sanal ile gerçek arasında bocalanmaktayız, teknolojik gelişimler iyi de fakat özlem ve hayatın doğal güzeliklerini kaybettik maalesef...
Selamlarımla
Gülüm Çamlısoy
Severek yazıyorum, paylaşmak da cabası...
Bu arada sanal dünya bir nimet bizler için ama dozunu mu kaçırıyoruz ne...
Sanırım dengeyi tutturmak önemli olan.
Yürekten teşekkür ederim katılımınız için.
Selamlarımla, esen kalın...