"Audryyy pabucu yarımmm, çık dışarıyaaa oynayalımmm"
Bilgelik eğer bir deniz olsaydı, ilk çıldıranlarından olmak isterdi Audry. Deniz muhteşem ve sonsuzdu. Acaba kaç yudum onu zehirleyip delirtebilirdi.
Günler günleri kovalarken bilgelik yolunda Audry hala delirmemişken, uzaktan bir ses duydu yankılanan: "Audryyy pabucu yarımmm, çık dışarıyaaa oynayalımmm, Audryyy pabucu yarımmm, çık dışarıyaaa oynayalımmm". Önce merak etti, sağa ve daim sola baktı, kimseyi göremedi. Sonra haykırdı, "benim pabuçlarım tam ve ben oynamak istemiyorum." diye. Ama ses inatçıydı Audry kadar. Sesin şiddeti sahibinin de yaklaştığını onaylarcasına arttı, ses ve sahibi giderek yaklaştı, ancak sesin sahibi hala görünür değildi. Audry’nin, bütünüyle içini kaplayan bir merak, kuşku, Süleymanın asasını kemiren kurt gibi içine düşmüştü. "Kimsin" diye seslendi ama alabileceği bir yanıt bulamadı ya da aldığı tek yanıt şuydu buna yanıt denilirse: "Audryyy pabucu yarımmm, çık dışarıyaaa oynayalımmm."
Çocukken Audry uyumayı sevmezdi, birçok sebep vardı ama en önemlisini kendine bile itiraf etmemişti o zamanlar. Kaygı, endişe ve korku dolu duvarları vardı. Aslında bu duvarların onu kötü niyetlilerden belki de kendinden bile koruyacağını düşünmüştü. Birden yine aynı sesi duydu, aynı sahipten gelen: "Audryyy pabucu yarımmm, çık dışarıyaaa oynayalımmm." Audru bağırdı. "Benim pabuçlarım tam ve ben oynamak istemiyorum." Bir cevap hem de ne cevap: "Yanılıyorsun Audry, ayaklarına bak" Audry kendinden emin olsa da Süleymanın kurdunu sevdiğinden olsa gerek bir şekilde ayaklarına baktı, gördüğüne inanamadı, pabuçlarından biri yoktu. Oysa tam orada olduğunu kaç kez görmüş ve orada olduğuna kaç kez şahit olmuştu. Şimdi emin olduğu bir konuda, hiç tanımadığı bir ses ona doğru olduğunu düşündüğü bir şeyin yanlış olduğunu, olabileceğini söylüyordu. Bu Audry’ nin aldığı bir dersti. Not defterine şunları kaydetti. Kendin hakkında ne kadar emin olursan ol, yine de dön kendine bir bak. Sonra Süleymanın 2. kurdu ile tanıştı, bu kadar uzaktan hem de bu duvarların arkasından, hem de ben eminken, bana benden de yakın olan bu çocuk kim? Ve nasıl mümkün olabilir? Olasılık ve ihtimaller bir şarabi bir deniz olsaydı, ilk mezar Audry’ nin olurdu. Kurguladı, kurguladı, olasılıkları sıraladı. Yine de tatmin edici bir yanıt bulamadı. "Ne istiyorsun benden" diye seslendi Audry, yaklaşan çocuğun yakınlaşan sesine inat, sesini duyurmak istercesine ve bağırarak. Sonra aynı melodik sesi duydu: "Audryyy pabucu yarımmm, çık dışarıyaaa oynayalımmm." Ben zaten dışarıdayım, bak pabuçlarımı bilmiş olman benim için birşey ifade etmiyor ama bak işte ben dışarıdayım" dedi, rüzgar uzun saçlarını yalarken. Bir cevap hem de ne cevap: "Yanılıyorsun Audry duvarlarına bak" . Audry baktı ama bi duvar göremedi. "Yok" diye seslenecekti ki, o anda arkasında ve önünde giden 2 siyah duvarı, yanlarında kendisiyle hareket eden siyahtan griye değişen tonlardaki duvarları ve tepesinde çatı yapan gölgeyi gördü. Hayır çatı istemiyorum diye bağırdı, güneşim, güneşim, onu alma benden gölge. Ben güneşim olmadan yaşayamam, boğulurum." dedi. Gölge sanki onu hiç duymamıştı, duyulduğuna dair hiçbir emare yoktu ve gölge aynen işine devam ediyordu.
Audry çaresiz kalmıştı, çaresizliği yaşamıştı, bu duygu en iyi tanıdıkları arasında ilk üçe girerdi. Hemen çocuk aklına geldi, doğru ya duvarları ona söyleyen de oydu, çocuğa sormalıydı ne yapması gerektiğini. "Heyy çocuk nasıl kurtulacağımı da söyler misin?" diye seslendi. Çocuk Audry’i hiç yanlız bırakmamış olacak ki anında yanıt geldi. "Audry cebinden aynanı çıkar ve o ayna ile tependen sana yansıyan ışığı gölgeye doğru yansıt, kaçtığını göreceksin" dedi. Audry bir aynası olduğundan habersiz elini cebine attı, cebinde aynayı buldu ve not defterini, önce not almalıydı. Not defterine şunları kaydetti: Asla çaresiz değilim. Çare bazen bir ses, bazen bir ayna, bazen de ışık ama hepsi ceplerimdeymiş, arayıp bulmam gereken. Not defterini hızla cebine atarken, cebinden çıkardığı ayna ile yarım kalan çatıdan yansıyan ışığı, çatıyla meşgul gölgeye doğrulttu. Çocuk yine haklı çıkmış, gölge anında kaybolmuş, hatta yarısı inşaa edilmiş o çatı parçalanıp dağılmıştı. Audry gülümsedi, çocuğu gözleriyle aradı ama göremiyordu. Kör değildi henüz, duvarları epey yüksekti. Çocuk seslendi "Audry aynan ile ışığı lütfen arkandaki ve önündeki şu kara duvarlara da yansıt, sana ulaşmamın tek yolu bu, duvarları yıkmak zorundasın, yoksa özgür kalamazsın. Artık çatı da yoktu ve içeriye daha çok ışık girebiliyordu. Audry aynasını bir kez daha, hem arka hem de önündeki duvar için kullandı. Duvarlar ışık ile parçalanırken Audry bu işi neden çocuğun yapmadığını sordu. Yanıt basit ve tatminkardı. Duvarlar dışarıdan değil ancak içeriden yıkılabilirdi.
Sonra çocuğun yüzünü gördü Audry. Sırtında bir ok kutusu ve içinde rengarenk oklar ve elinde bir yay vardı. "Adın ne" diye sordu Audry. "Dur, dur adın sende kalsın, bendeki adın okçu olsun" dedi, hedefi tam 12 den vurduğun için.
Audry hala bir hamaldı yanlarda da olsa duvar taşıyan, not defterini çıkardı ve olsun sıra onlara da gelecek diyerek şunları kaydetti: Sadece ışığın hamalı ol, duvarların değil. Not defterini cebine koyarken sessizleşti. Sustu Audry. Sadece sustu, isteyen istediği anlamı vermekte serbestti ama o sadece sustu. Okçu gözünü güne ve güneşe döndü, eliyle güneşi doğuyu işaret etti, Audry gözünü güne, güneşe ve okçuya döndü. İnatçı, günebakan bir okçu ve inatçı, okçuyabakan bir Audry. Ve bir sessizlik...
"Oynayalım mı?" dedi okçu. Audry yine sustu. "Söz gümüşse sükut altın mı yani Audry" diye seslendi okçu. Susmakla ilgili "söz gümüşse sukut altındır" atasözü yanlış atasözüydü. Doğru atasözünü Audry inatçı okçusuna bıraktı...