- 613 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Uzun Susuşlar
Hiç sorun kalmazsa ne olacak peki?! Engeller birer birer ortadan kalkmış, kalakalmışken bir başımıza birbirimizle? O engelleri aşmak için yan yana yürümeye alışık bedenlerimiz karşı karşıya dururken şimdi, ilerlemek için birbirini engel olarak görmeye başlarsa..?
Uzun susuşlar bölerse, sevgimizi dillendiren sözcüklerimizi? Başkaları karşı dururken aşkımıza, o kelimelerin içlerini doldurmakta zorlanmadığımız duygular varlık nedenlerini yitirmiş gibi çeker giderlerse birden? El ele yürümemizi sağlayan o engellermiş meğerse deyip de yana yakıla aramaya başlarsak onları?
Hayır, daha fazla düşünmemeliyim artık bunları. Bu tıpkı “ölüm var” deyip deyip kendine, hayattan vazgeçmek gibi bir şey olur çünkü.
Begonyalarıma bakmalıyım ben. Rengârenk yapraklarında doğa dostu bir kadın olarak var ederken kendimi, arasıra da olsa aşkın kapsamından çıkmamı sağlayacak başka başka duygular da olduğunu hatırlayarak ruhumu çoraklıktan kurtaracak yeni bir kaynak bulmuşçasına delice bir sevinçle çiçeklerimin suyu kana kana içmesini seyretmeliyim. Onlar topraktan ihtiyaç duydukları suyu çekip daha parlak renkler saçmaya başladıkça, asla eşleştirmemeliyim o renklerle aşkın bir kadının teninde yarattığı o muazzam parıltıyı. Yoksa aşkı düşünmekten kaçayım derken tam ortasında buluveririm kendimi.
Mesela arkadaşım Şeyda’nın şu an nerede, kimle olduğuna bir an bile kafa yoruyor muyum? Hiç soruyor muyum kendime; benleyken yüzünde peyda olan ışıltının kaynağı o sıcacık duygu başka birilerinin yanındayken de ruhunu sarıp sarmalıyor mu, onlara da bana baktığı gibi teşekkür eden, minnet dolu gözlerle bakıyor mu diye?! Hangi cevabı verirsem vereyim o yine hep kalbimde aynı yerde durmuyor mu yine?: Biricik dostum…
Neden işin içine aşk girince dengeler tepetaklak oluyor bir anda peki? En yakın arkadaşımın başka birinde de bende bulduğu can yoldaşını bulmasına gösterdiğim o sınırsız anlayış; söz konusu olan, âşık olduğum adamın başka bir kadının çekimine kapılması olunca neden tuzla buz oluveriyor bir anda? Kast ettiğim, ille de gerçek bir ihanet değil… Birkaç saniye daha uzun konaklaması mesela gözlerinin bir yüzde… Bir bakışı öylesine bakıyor olmanın sınırlarından taşıracak o fazladan anlar; koca koca taşlar takılmışçasına peşlerine, bir türlü geçmek bilmeyen…
Ruhsal birliktelik affediliyor da tensel olanı asla… O bakışlarda iki tür birlikteliğe giden yol da var olduğundan onlardan birine rast geldiğimde kendim olmaktan çıkıyor, ateş püskürmeye başlıyorum hemen. Tensel yakınlaşmadaki o derin mahremiyet; hem bedeni, hem ruhu kapsayan gizlisiz saklısız çıplaklık hali, onu diğer tür ilişkilerden çok farklı bir yere koyuyor çünkü. Sevdiğin insanın senden başka birine bu kadar yakın bir yerden bakmasına dayanamıyorsun.
O kıza da öyle bir yerden baktı dün o kafenin bahçesinde. Daha doğrusu o yere giden yollardan birinden… Kız belli belirsiz gülümsedi sadece, arkadaşıyla birlikte masalarına yerleşirken. Böyle içten bir buyur edişe kim tebessüm etmezdi ki zaten?!
Çay mı soğumuştu birden? Ya da ellerim miydi, bardağı ayazda kalmış gibi üşüten böyle? Bağırmaya başlamıştı tanımadığım bir kadın birdenbire içimde. Üstelik ona da duyurabilmişti sesini. Düpedüz benim ağzımı kullanıyordu çünkü. Hatta gözlerimi de almıştı benden, uzunluğunu bilmediğim bir süre için. “Saygısızlık bu!” diyordu. “Yok sayıyorsun sen beni!”
Ailelerimizin beklentileri, neyle geçineceğimiz ya da yaşayacağımız yer gibi konular ne zamandır uğramıyordu oturduğumuz masalara artık. Birer çay söyleyip birbirimizle ne zamandır yapamadığımız bir şey yapmanın, yani gerçek anlamda baş başa kalmanın tadını çıkarmaya bakıyorduk. Engelleri tek tek çekmiştik yolumuzun üstünden… İşmiş, evmiş sorun olmaktan çıkarmış, onca ayrıntı içinde kaybolan yüzlerimizi yeniden görmeye başlamıştık.
Dün de öyle anlardan biriydi işte! Tam çay söyleyecekti garsona, kalakaldı birden. Baktığı noktaya çevirdim gözlerimi… O kız vardı. Avaz avaz bağırmaya başladım.
Şimdi düşünüyorum da o kadar büyük tepki vermemin asıl nedeni, dün öncekilerden çok farklı bir engelle karşılaşmış olmam… Bu seferki diğerleri gibi ellerimizi kenetleyen cinsten değildi çünkü kesinlikle. Aşkımızın önüne duvar olup dikilmemişti onlar gibi… Evet, yine bir duvar vardı gerçi ama bu kez çok farklı bir yerde duruyordu: Tam aramızda…
Begonyalarımı sulayayım ben en iyisi… Dün bir ara makyajımı tazelemek için yanından ayrıldığımda, o kızın yanına gidip kaşla göz arası telefon numarasını karaladığı bir kâğıt parçası tutuşturdu mu eline, “beni ara” dedi mi bir an bile sormamak için kendime; yapraklara, toprağa, ya da yoldan geçen kediye, çocuğa sıkı sıkı sarılmalı, önceden görmediğim ayrıntılarına varmalıyım hayatın. Eğer her zamanki gözlerle bakarsam her şeye; derinleri dışlayıp yüzeyde takılı kalır, tek derinliği aşkta bulmaya devam edersem çiçeklerim susuz kalır sonra. Onlar soldukça daha beter çoraklaşır ruhum. Aşk dışında da onu besleyecek pek çok şey olduğuna dair duyduğum o saf inanç kaybolur.