EYLÜL
Aydınlığın vücudunu yavaşça okşamasına izin vermeden kapattı perdeyi. Yattığı yerden doğrulmaya takati yoktu. Öyle ki, uyurken bile yoruluyordu atık. Hiçbir şeyi önemsemiyor, hiçbir şeye değer vermiyordu Eflatun dışında. Eflatun; onun kedisi, dostu. Garip bir ad öyle değil mi? Kim kedisine Eflatun diye seslenmek ister ki? O istiyordu işte. Farklıydı her zaman, her konuda.. Tek tutkusu vardı Eylül’ün. Piyano. Çocukluğundan beri asla terk etmeyeceği, her zaman onunla olmasına izin vereceği tek şey. Ne zaman birilerine kızsa, piyanosunun karşısına geçip, saatlerce bir şeyler çalardı. Beklide fısıldadığı sözlerini bir kâğıda yazmış olsa, iyi besteleri olurdu ama uğraşmazdı. Sonbaharın en güzel aylarındandır Eylül, ama ona göre hiçbir güzelliği, özelliği yoktur. Sonbaharı hep terk edilmiş, yapayalnız bir şehre benzetir. Beklide benzer oldukları tek notla budur. Yalnız, kimsesiz ve terk edilmiş oluşları..
Olumsuzlukları sırtına geçirir, sıkı sıkıya onlara sarılırdı Eylül. Her zaman karamsar değildi elbet. Kimse karamsarlığın kucağında doğmaz hayata. Onu bu hale getiren, insanlardı İnsanlara güvenmiş olması, onları sevmiş olması.. Oldukça somut şeylerdi yani. Aşkta onun için somuttu. Beş duyu organıyla hissedebiliyordu çünkü. Her gün onu görüyordu, dokunabiliyordu, duyabiliyordu, kokusunu içine çekebiliyordu. Öyleyse, somuttu aşk, haksız mıydı Eylül?
-Elif Ağaç.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.