- 821 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Odada
Uyandığımda kendimi bir hastane odasında buldum. Beyaza boyanmış dört duvar arasında kendimi pek rahatsız hissediyordum. Beni tanıyanlar bilir hiç mi hiç sevmem hastaneleri. O ilaç kokusu doluşmuş şifa evlerine ne zaman gitmek zorunda kaldıysam hep psikolojim bozulmuş, moralim çökmüş bir vaziyette ayrılmışımdır oralardan. Bağlasalar durmazdım burada ama görün ki parmağımı kımıldatacak mecalim yok! Sanki bunca yıl yaşadıklarım üzerimden bir silindir gibi geçmiş, tüm gücümü kuvvetimi bir çırpıda tüke tivermişti. Hani biraz da kafamı dinleyebilsem, yarım saatte bir kontrole gelen doktorum,
saat başı ilaç getiren hemşire…
Hiç olmazsa biraz uyuyayım diyorum o da olmuyor. Ağrılarım çöküveriyor birden üzerime, romatizmalarım… Bunlardan kurtuluş yok!
Odam bir çocuk bahçesine bakıyor, hafta sonları tıklım tıklım olan bu yerde bu gün ses seda yok, onların yerini başıbozuk bir rüzgâr aldı bütün gün ortalığı bir birine kattı. Havalarda uçuşan güneş sarısı yapraklar sanki sonbaharı semaya taşımış gibiydiler. Ne hissettim biliyor musun o an? Avucumdan akıp giden bunca yılın benden birçok şeyi alıp git tiğini, yavaş yavaş parçalanıp ufalanmaya başladığımı…
Sanki bağlandığım limanlardan halatlarım kopmuş da ucu bucağı olmayan okyanuslarda rotasından çıkmış bir gemi gibi geziniyorum. Kimsecikler yokluğumun farkında değilmiş gibi… Unutulmuş hissediyorum kendimi, insanlardan soyutlandım. Hiçbir yürekte benim için en ufak bir tasa, gam yokmuş gibi geliyor!
Hani kendimi bilmesem bunalıma falan girdiğimi sanacağım, gelen giden üç beş ziyaretçim de olmasa, okunup buruşturulduktan sonra bir kenara atılıvermiş bir mektup gibi hissedeceğim kendimi!
Şu başucumdaki çiçeklerden başka hiçbir renk olmamış gibi hayatımda. Bütün bir ömrü siyah beyaz yaşamışım, ‘sanki ne lüzumu vardıysa!’
Ama belki de bu ‘benim yanlışımdı’. Kalbimden geçenlerle davranımlarım hiç bir birine uymadı nedense. Her zaman yüzümde bir maskeyle dolaştığımı hissettim ki hala da öyle hissediyorum!
Bastırılmış, daha doğrusu kamufle edilmiş duygular ve işte sonuç; bir hastane odası ve ben!
İnsan her şeyi kendi içinde çözmeye kalkıştıkça daha da batıyor ve bunun yanlış bir yol olduğunu anladığında ise iş işten çoktan geçmiş oluyor! Yazık ki, ne yazık değil mi? Bir kapalı kutu gibi davranarak neyi hallettiğimi veya halletmeye çalıştığımı ben de bilemi yorum! Kim bilir kimi durumlara karşı gösterilmesi gereken tepkilerimi ben bu yolla dışa vurmaya çalıştım belki, belki de gayri ihtiyari edindim ben bu tavırları.
Ama artık çok geç değil mi? Bu ağacı artık eğemeyiz…
İşte bunları düşünürken yığılıvermişim olduğum yere koskoca yolun ortasında. Şeker, tansiyon fırlayıvermiş tavana. Lafın kısası; gidip gelmişiz senin anlayacağın.
Geldim ama mutlu olamadım gelebildiğime; bunca yıl kendimi hep kazananlar sınıfına koymuştum belki de kendimi öyle görmek istedim ama ne kadar acı ki kim bilir kaçıncı defa yanıldım.
Etrafımızda kimsecikler yok herkes elini ayağını çekti!
Gözleri dolmuştu, sesi titremeye başladı, uzunca bir süre konuşamadı. Ortalığı kaplayan sessizlik nedense kendimi kötü hissettirdi bana. Kendince hayatı dolu dolu yaşadığını sanan ve hep kazandığını zanneden, üstelik senelerce inandıktan sonra tüm doğruları yıkılıveren bu insanda bu gün tamiri imkânsız yaraların açıldığını fark etmek yıkkınlıktan başka bir şey değilse nedir?
Hiç sevmediği ya da sevemediği hastanelerden bu günden sonra daha da soğuyacağından adım gibi eminim.
Şimdi uyuyor yüzünde buruk bir mutluluk var. Sanırım mutlu olabildiği anlar rüyalarda geçirdiği o kısacık zaman dilimleri. Elimde kala kalan bir demet sarı kasımpatını başucundaki boş vazoya ıslattıktan sonra usulca çıktım odasından ve hayretle düşüncelere daldım; nasıl oluveriyor da bir rahatsızlık insana, bunca zaman yaşananların birer kandır maca dan ibaret olduğunu anlatıveriyor diye!