- 1349 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
BEN YANARKEN SEN SÖNDÜN MÜ
Aysel, dantelli beyaz geceliğinin üzerine saten sabahlığını geçirip, ses çıkarmamaya dikkat ederek aynanın karşısına oturdu. Kocası Bilal henüz uyanmamıştı. Kahvaltı masası hazırlanmadan uyandırıldığında çok kızıyordu. Kızmakla kalmayıp, hakarete varan sözlerle karısının kalbini kırıyordu. Aysel dalgalı sarı saçlarına parmaklarıyla şekil vererek tepesinde topuz yaptı. Ardından banyoda elini yüzünü yıkayıp mutfağa geçti. Seri hareketlerle kahvaltılıkları tepsiye yerleştirdi ve oturma odasına taşıdı. Bir yandan da sabaha karşı gördüğü rüyayı hatırlamaya çalışıyordu. Rüyasında, köylerinin incecik akan deresinin kıyılarında Yusuf’uyla birlikteydi yine. Yusuf, yosun renkli gözleriyle Aysel’e uzun uzun bakmış, bakışlarıyla onu ne kadar çok sevdiğini haykırmıştı. Yusuf, Aysel’in rüyalarında nedense hiç konuşmaz, sadece bakar, sarılır, aşkını böyle ifade ederdi. Belli ki sevdiği kızın bir başkasıyla evlenmesine bir tepkiydi bu. Olsun, bu kadarına da razıydı Aysel. Kavuşamadığı aşkıyla sık sık rüyalarında buluşmak da onu mutlu etmeye yeterdi. Onu o kadar çok özlemişti ki! Elini sevdiğinin adıyla çarpan kalbine bastırdı. “Ah Yusuf’um, neredesin? Hadi, çık gel, beni bu kahırdan kurtar.” diye inledi. Hep bu hayalle yaşıyordu. Bir gün, aşkı aniden karşısına çıkacak ve “Gel desem, gelir misin?” diye soracaktı. Yüzüne sevimli bir gülümseme yayılmıştı. Düşüncelerinden uzaklaşıp, fokurdamaya başlayan çaydanlığın altını kapattı ve kocasına seslendi.
- Bilal, kahvaltı hazır. Hadi, kalk artık!
Bilal, karısının sevgisiz, soğuk sesini duyarak uyanmıştı. Gerinerek yatağında doğruldu. Esneye esneye lavaboya gitti. Havluyu, kurulandıktan sonra omzuna atmış, masaya otururken de koltuğun üzerine fırlatmıştı. Aysel onun bu hareketlerine sinir olur, etrafı gereksiz yere, kasten dağıttığını düşünürdü. İçinden “Ya sabır!” çekerek, kocasının çayını doldurdu. Bilal, bardağındaki şekeri gürültülü bir şekilde eritirken buz gibi bir ifadeyle kendisine hizmet eden karısının yüzüne baktı. Kaba bir ses tonuyla dişlerinin arasından konuştu.
- Yine kızamık geçirmiş gibisin. Allah rızası için git yüzüne bir şeyler sür, şunları kapat! Tahammül edemiyorum seni böyle lekeli görmeye.
Tahammül edemediği Aysel’in çilleriydi. Oysa Yusuf ne kadar çok beğenirdi Aysel’in çillerini. Her bir çile parmağıyla dokunur, sonra da parmağını dudağına götürüp tek tek öperdi. Bir gün “Aysel hiç dikkat ettin mi? Çillerinde adım yazıyor.” demişti. Ne yüce bir sevgi idi bu? Ancak derin bir aşkla bakan gözlerin görebileceği -belki de hiç olmayan- bir yazıyı okumuştu. Aysel aynı sevgi dolu sözlerle cevap vermişti: “Kaderimde de senin adın yazıyor bir tanem.” Sarılıp, ağlaşmışlar, dua etmişlerdi. “Allah her iki dünyada da bizi ayırmasın.”
Olmamıştı işte! Yusuf’un askere gitmesinden sonra, köyün delikanlılarından Bilal, bu ayrılığı fırsat bilerek Aysel’e talip olmuş, yüklü miktarda başlık parasıyla Aysel’in babasının gözünü döndürmüştü. Aysel ne kadar karşı çıkmışsa da kimseciklere laf geçirememişti. Hatta son gece bile babasından bu yüzden dayak yemişti. Ağlamaktan şişmiş gözleri, darbelerden morarmış bedeniyle, titreye titreye nikâh masasına oturmuş ve ailesinin baskısıyla “Evet.” demişti. Dokuz ay sonra, Bilal, amcasının yardımcı olmasıyla kasabada bir iş bulmuş ve köyden taşınmışlardı. Daha ilk geceden itibaren, kocasıyla arasına buzdan duygusal bir dağ koymuş, her geçen gün bu dağı büyütmüştü. Yüreğini sadece Yusuf’un hayaliyle ısıtıyordu. Ona duyduğu özlemle her gün yanmaktaydı. Yine inledi. “Yusuf, Yusuf’um!”
Bilal, karşısındaki sandalyede düşüncelere dalmış karısının dudaklarından dökülen sözleri duyar duymaz, elindeki çayı onun yüzüne fırlattı. Ardından, yerinden hışımla kalkarak, onun üzerine yürüdü. Tüm gücüyle dövmeye başladı.
- Yusuf ha! Yine mi Yusuf? Unut artık onu, unut! Senin kocan benim. Beni seveceksin, Yusuf’u değil. Bıktım artık, bıktım. Öldüreceğim seni.
Çıldırmış gibiydi. Ağzından tükürükler savura savura hakaret ediyor, kadıncağızı yerlerde sürüklüyordu. Neden sonra dövmeyi bıraktı. Masanın üzerinde ne varsa yerlere attı. Sağı solu tekmeleyerek hiddetini dindirmeye çalıştı. Yerde baygın halde yatan karısına bir tükürük atarak, kapıdan dışarı fırladı. “Allah’ım, ne zaman bitecek bu çile?” Ağlayarak koşarcasına yürüyordu. Yusuf’la Aysel’in büyük ve aşılmaz sevdalarını bile bile böyle bir evliliğe kalkışmanın cezasını çektiğini biliyordu ama içindeki umut kuşu daima, “Bekle, bir gün Aysel seni sevecek.” diye ötüyordu. İki yıldır bekliyordu. O gün bir türlü gelmek bilmemişti. Bu gidişle, ölene kadar da gelmezdi. “Sev beni Aysel’im, sev beni. Ben seni çok seviyorum çünkü. Ölümüne seviyorum. Ne olursun unut şu Yusuf’u. Ruhunu bana teslim et aşkım.” Gözyaşlarını titreyen elleriyle silerek, toparlanmaya çalıştı. Aysel’i döverken eline bulaşmış kanı o anda fark etti ve içi sızladı. “Ah! Ellerim kırılsaydı da sana vurmasaydım.”
Akşam, iş çıkışı çiçekçiye uğradı. Kırmızı bir demet gülle evine döndü. Zili uzun uzun çalmasına rağmen kapı açılmamıştı. Cebinden anahtarı çıkartıp kapıyı açtı ve eve girdi. Sesinin tonunu yumuşatarak seslendi.
-Aysel, ben geldim canım. Sabah için çok özür dilerim.
Salona girdiğinde, gördüğü manzara karşısında bayılacak gibi oldu ve yer ayaklarının altından kaydı. Düştüğü yerden dizlerinin üzerinde doğruldu. Bağıra bağıra ağlıyordu.
- Ne yaptın sevgilim? Neden yaptın, neden?
Aysel avizeyi sökmüş, demirine bağladığı ipe kendini asmıştı. Epey zaman geçtiği, cansız bedeninin morarmasından anlaşılıyordu. Sağ elini elbisesinin yakasından içeri sokup kalbine bastırmıştı. Tekmelediği sandalyenin hemen yanında, ölmeden önce yazdığı mektup duruyordu. Bilal zar zor gücünü toparlayarak ayağa kalktı ve haykırarak dışarıya koştu. Yan binadaki komşularının kapısını deli gibi yumruklamaya başladı.
-Ahmet, Saniye, açın kapıyı. Ne olur yardım edin. Allah aşkına açın. Açın, açın.
Tekrar yere çöküp hıçkırarak ağlamaya devam etti. Ahmet kapıyı açıp Bilal’in halini görünce durumda bir fevkaladelik olduğunu sezmiş, Bilal’i oracıkta bırakıp, komşusunun açık olan ev kapısından içeri dalmıştı. Birkaç saniye sonra dışarı fırlayıp karısına seslendi. Saniye kocasının arkasından çıkmıştı zaten ve olan biteni anlayabilmek için yerde dövünen Bilal’e sorular soruyordu. Bilal’in cevap verecek hali yoktu. Kendisine seslenen kocasının yanına seğirtti.
- Ne olmuş? Ne var?
- Felaket olmuş Saniye. Aysel kendini asmış. Ben Bilal’in yanında durayım, bir delilik yapmasın. Sen polise telefon aç; olur mu?
Diğer komşular da gürültüyü duyup, kısa zamanda toplanmışlardı. Eve giren çıkan belli değildi. İki ev ötede oturan Leyla Hanım, yerdeki mektubu fark edip aldı, Bilal’e daha sonra teslim etmek üzere cebine koydu. Bu kargaşada kaybolmasından korkmuştu. Polis Bilal’i sorgulamak üzere karakola götürürken, olay yerine çağırılan savcı, görevlilere Aysel’i asıldığı yerden indirtti. Aysel’in cansız bedenini halının üzerine yatırdılar. Saniye, rapor tutulduktan sonra Aysel’in göğsüne bastırdığı elini yakasından dışarı çıkartıp, yanına uzatmak istedi. İşte o zaman, elinin altında bir fotoğraf olduğunu fark etti. Bu Yusuf’un fotoğrafıydı. Sürekli kavga eden genç komşularının sırrını biliyordu Saniye. Bir gün Aysel’le dertleşmiş ve bu büyük sevdayı onun ağzından dinlemişti. Yusuf’un fotoğrafını da göstermişti Aysel. Saniye arkadaşının üzerine kapanıp ağladı.
- Zavallı kardeşim. Yazık oldu sana, çok yazık! Sonunda canına kıydın işte. Bu aşk bitirdi seni. Sebep olanların Allah cezasını versin inşallah.
Komşular dolapların birinden çıkardıkları çarşafı mevtanın üzerine örtmek için Saniye’yi kenara çekmişlerdi. Leyla Hanım, Saniye’nin yanına gelerek, “Ben de bu mektubu yerde buldum.” dedi. “Açıp okuyalım mı?” Birkaç kişi daha gelmişti yanlarına. Hepsi de mektupta ne yazdığını merak ediyordu. Komşu kızlarından Sinem daha fazla dayanamadı ve mektubu Leyla Hanım’ın elinden çekerek zarfından çıkarıp okumaya başladı.
“Bilal! Başkasını sevdiğimi bile bile, parayla ailemin gözünü boyayıp, gönül rızam dışında benimle evlendin. Sen benim sevdamın seninle evlenince biteceğini mi sanmıştın? Bitmedi işte, görüyorsun. Ruhuma asla sahip olamadın. Olamazdın. Çünkü bir an bile seni sevmedim. Kalbime girmeye çalışman boşunaydı. Orada Yusuf vardı ve sana yer yoktu. Bunca zaman hem kendine hem de bana eziyet çektirip durdun. Değdi mi? Seni Allah’a havale ediyorum. Ölene kadar yüzün gülmesin.”
Sinem gözyaşlarını silmeye çalışarak, titrek sesiyle mektubun arka yüzünü çevirip okumaya devam etti.
“Yusuf’um, sevdiceğim, gözümün nuru, gönlümün efendisi, kekik kokulu aşkım… Ölüme bu kadar yakın olduğum anda şuna inanmanı isterim ki; seni sevmekten hiç vazgeçmedim ve hiç pişman olmadım. Bugün kocamdan dayak yedikten sonra köye telefon ettim aşkım. Artık bu çileli hayatıma devam edecek halim kalmamıştı. Beni kabul etmeyeceklerini bile bile baba evime dönmek istedim. Sana kavuşmak umudum hep yüreğimdeydi. Sensiz nefes alamıyordum artık. Ayaklarına kapanacak, beni affetmeni isteyecektim. İnanıyordum ki sen de beni hâlâ seviyordun. Annem senin yakında evleneceğin haberini verince yıkıldım. Demek ki Yusuf’um beni unutmuş, dedim. Demek ki bunca zaman ben yanmışım, o sönmüş, dedim. Demek ki yaşadığımız o büyük aşk yalan olmuş, dedim. Neden vazgeçtin benden sevdiğim? Neden beni hiç arayıp sormadın? Neden gelmedin? Oysa ben her sabah “Yusuf’um bugün gelecek ve beni götürecek.” umuduyla uyandım. Ama sen gelmedin. Şimdi de evleniyormuşsun. Söyle aşkım, onu da benim kadar sevdin mi? Çillerinde ismini okudun mu? Saçlarından bir tutamı mendiline koyup göğsünde sakladın mı? Benim saçlarıma ne yaptın? Hangi çöplüğe attın sevgilim? Yosun gözlerinin bebeğine hangi kızın resmini astın canım? Beni hangi karanlığa gömdün? Sen bile benden sevdamı çalamazsın; biliyor musun? Elveda yaşama sebebim. Elveda büyük aşkım. Bu dünyada sana kavuşamadım ama ahrette seni arayıp bulacağım. Cennet ırmaklarına ayaklarımızı daldırıp gümüş kanatlı kuşlara el sallayacağız. Biz mutluyuz çünkü artık kavuştuk, diyeceğiz. Fotoğrafını öpüyorum şu anda ve seni çok sevdiğimi söylüyorum. Son nefesimde adını haykıracağım. Duy beni aşkım, duy beni.”
Herkes ağlıyordu. İç paralayıcı derin bir sevdanın ölüme götüren feci sonucuna şahit olmuşlardı. Sinem mektubu katlayıp zarfın içine yerleştirdi ve arabasına binmek üzere olan savcıya teslim etti. Bilal bu mektupla temize çıkmıştı. Serbest bırakılır bırakılmaz eşinin cenazesini köyüne götürmek üzere yola çıktı. Köy mezarlığına Yusuf da gelmişti. Bilal, cenazenin defin işlemi biter bitmez, bir türlü başa çıkamadığı bu ölümcül aşkın kahramanının yanına yaklaştı ve Aysel’in yazdığı mektubu cebinden çıkartıp gözü yaşlı Yusuf’a uzattı. “Hakkını helal et.” diyerek uzaklaştı.
O gece Yusuf eve gitmedi. Ailesi her yerde onu arıyordu. Sabaha karşı köylüler dere kenarında cesedini buldular. Babasının silahıyla kendisini vurmuştu. Göğüs cebinde, içinde Aysel’in saçları olan katlanmış bir mendil vardı.
Mücella Pakdemir
xxx
YORUMLAR
Yusuf; bu hikâyenin en masumu. Öyle bir şey ki askerlik; gidip gelmemek var, gelip görmemek derler. Gelmiş ama sevdiği başkasına verilmiş, neylesin!…
Bilal; parayla kalplerin satın alınamayacağını acı bir tecrübeyle öğrenmiş. Kahvaltıya oturmadan önce bir buse kondurmalıydı o çillere lakin sataşmayı tercih etmiş. Nihayet sen önüne kahvaltı sofrasını kurana bir teşekkür edeceğin yerde eline kan bulaşacak kadar şiddet uygula, sonra gönlünü almak için çareler ara! Hikâyenin sonunda masum kuzu kimliği vermemeliydiniz bu insan kılıklı canavara! Şiddet emareleri belli olduğu halde serbest bırakan savcıya da yuh olsun…
Aysel; madem evliliği mecburen kabullendi! Artık çevresine ilk aşkın özleminden bahsetmemeliydi, bağrına taş basmalıydı. O da masum değil…
Hiç şüphesiz bir sosyal gerçeğimizi çok güzel anlatımla kaleme almışsınız. Sevgi denen o büyülü duyguyu hiçe sayıp evlatlarını ateşe atanlar, makam ve varlığına güvenip gönülsüz biriyle evliliği tercih edenler; görsünler işte nelere sebep olabileceklerini. Sözün özü; zorla güzellik olmuyor işte…
Kendini baştan sona ilgiyle okutturan yazınızı bütün samimiyetimle tebrik ederim…
Mücella Pakdemir
Mücella Pakdemir
Mücella Hanım harika yüreğine gönlüne sağlık ...Ayrıca seni burada gördüğüme çok sevindim.Defterde görmek çok güzel sevgilerimle...Kelami AKDEMİR Sarıkaya Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanı...YOZGAT
Mücella Pakdemir
Mücella Pakdemir
Değerli arkadaşım.
Olay kurgu mu yoksa gerçek bir yaşanmışlıktan mı alınmış bilemiyorum ama anlatım oldukça sade, duru ve anlaşılırdı. Böyle lafı dolandırmadan anlatılan öyküleri çok severim ben.
Aysel ve Yusuf'un aşklarının ve sonlarının benzerlerine maalesef bizim toplumumuzda oldukça sık rastlamak mümkün.O bakımdan da şu anlayışı yıkmak lazım '' Kızı kendi haline bırakırsan ya davulcuya varır , ya zurnacıya '' Onun yerine '' Gönülsüz yenen aş, ya karın ağırtır ya baş '' Anlayışını hakim kılmak lazım sanırım.
Bu hikayede gönülsüz bir aş yenmiş ama sonuç baş ağrısından çok daha feci olmuş.
Beğeni ve tebriklerimi bırakıyorum sayfanıza.
Selam ve saygılar.
Mücella Pakdemir
Allah katında canına kıyanların yeri olmadığını bile bile,aşk demek ki öyle bir şeymiş.Tebrik ederim saygılarımla.