- 1430 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
BİR ELMANIN YARISI
Kışın soğuk ve dondurucu havasının ardından sıcakla birlikte gevşemeye başlayan bir incecik dal… Ucunda günden güne kızaran ve güneşin şefkatiyle sonunda açan bir çiçek… Kırmızı, ince ve beyazın içine bir fırça darbesiyle dağıtılmış gibi duran birkaç çizgisi olan bir çiçek… İçinde sarı, şifa dolu polenleri olan bir çiçek…
Kıştan korkmuş, ama yaza sımsıcak bakan bir güneşten ve yıllar süren bir bekleyişle olgunlaşan köklerden beslenen bir çiçekti o. Bir türküde diyor ya hani;
Bahçalarda saz olur.
Gül açılır yaz olur.
Ben yarime gül demem,
Gülün ömrü az olur.
Çiçeğin ömrü de gülden geri kalmaz hani. Birkaç gün sonra kırmızılar koyulaşarak solmaya yüz tutar, çiçek yaprakcıkları kıvrım kıvrım kıvrılmaya başlar ve en sonunda kurur.
Her ölüm bir doğuma gebedir. Önceden bunu söyleyen oldu mu bilmem, ama ben söylüyorum işte. Dünya şartlarında bir şeyin yok olması başka bir şeyin varlığına sebeptir gördüğüm kadarıyla. Çiçek yaprakları da öylece kıvrım kıvrım kururken çiçeğin orta yerindeki polenlerin tam göbeğinde bir şişkinlik oluşmaya başladı.
Koyu yeşil ve üzerindeki tüyleri uç kısmında birleşen hoş bir meyve… Başka bir türküde diyor ya hani;
Bir elmanın yarısı;
Biri sensin biri ben.
İki ceylan yavrusu ;
Biri sensin biri ben.
Bir yarısı can, bir yarısı canan sayılan meyve: Elma… Yeşil, kırmızı, sarı elma… Tatlı, ekşi, mayhoş elma… Sulu, nişastalı sert elma… Sevmeyen de yoktur onu… Bizim köyde “alma” derlerdi büyüklerimiz ona… O tadı bilip de almamak olur mu hiç?
Henüz büyütmediğimiz bir elmaya çok mu takıldık ne? Belki de büyütemeyeceğiz… Bakalım hele bizim “alma”nın başına neler gelecek? Polenlerin arasından her geçen gün ileriye doğru uzanarak genişleyen elmamız bir başparmak seviyesine ulaşmış durumda. Üzerindeki tüycükler dökülmüş, polenler ve çiçek yaprakcıkları çoktan rüzgara kapılıp uçmuş başka diyarlara..
Yemeyi sevenlere henüz acı bir lezzet verecek büyüklükte bir elma düşünün… Tüycüklerin bazıları üzerinden kopmuş, fakat onu bırakıp gitmemişler. “Armudun sapı üzümün çöpü…” derler ya; elma da sapından asılı bir vaziyette aşağıya bakıyor…
Havalar ısındı artık. Toz toprak ortalıkta uçuyor. Baharın sembolü gibi dalda sallanan elmacık tozlarla kirlenmeye başladı. Eli yüzü çamur içinde evine gelen bir çocuk gibi düşünün onu. Gecenin huzurunu yaşaması için temizlenmesi lazımdır çocuğun. Ayağının altına cennet anahtarı konulmuş anneler temizler çocukları. Ya elmayı kim temizlesin? Eee, onu da bir düşünen vardır muhakkak! Yaratıp da ortada koyacak değil ya!
İkindi vakitlerine dikkat etmek lazım gelir kırk gün. Niye mi? “Kırk ikindi” diye tabir edilen bir güzellik var bu memlekette. Egeden memleketin en doğusuna varana dek zamanı değişir, lakin genellikle nisan-mayıs aylarının hesapsız misafiridir yağmur; tanrı misafiridir.
Birden bire gökten gümbür gümbür gelen bir ses… Kulakları patlatan bir şakırtı… Birden bire kızgın güneşin kaybolması ve havanın kızıllığı olmayan bir akşamüstüne dönmesi… Adını bir daha mı diyeyim? Yağmur yağacak işte. Tüyleri yapışmış ve tozlanmış elmaya ılık bir duş fırsatı işte…
Gök gürültüsünün ardından kilometrelerce öteden kopup gelen ilk öncü damla hızla yaklaşıyor elmaya doğru. Hızlı bir vuruş yaptı elmacığa. Aynı hızda bir toz zerresi çarpsa idi elmaya herhalde elmanın bir yanağından girer öbür yanağından çıkardı. İlahi hikmetin güzelliği işte; ona zarar vermedi, onu bu sert darbeyle yıkamaya başladı bu damla… Ardından damlanın diğer arkadaşları….
İkindiden akşama tertemiz kavuşan elma gecenin huzurunu tatmış ve sabahın ilk ışıklarını bereket sofraları için bağrına almaya başlamıştı. Bir gün evvelinde yaşadığı o yağmur heyecanı ikindiye kadar devam etti. İkindi vaktinde yine aynı sesler, gürültüler eşliğinde kararan hava elmaya aynı heyecanı bir kez daha yaşama şansı verdi.
Gürültüyle yerlere elektrik veren bulutlar ilk damlalarını yere doğru gönderirken bulutların alt kısımlarında buz gibi bir hava oluşuverdi. Buluttan kopan ilk damla bu havanın içinden geçerken anında donuverdi. Bunu diğer damlalar izledi…
İlk damlayla yıkanmanın heyecanı sarmıştı elmayı. Evvelki gün yaşadığı güzelliği bekliyordu yine. Bir kurşun hızıyla yaklaşıyordu ilk damla… Dolu tanesi yine kendisini temizleyecek düşüncesiyle dolmuş elmaya yukarıdan aşağı doğru öyle bir çarptı ki elmacığın bir yarısını parçalayıp yerlere savurdu…
Neye uğradığını şaşırmıştı elmacık. Bağrının derinliklerinden iki damla yaş acı acı süzülerek doluyla kaplanmaya başlayan toprağın üzerine düştü. Dili yok elbet, ama şunu der gibiydi elmacık:
Bir gülüşle geldin önce.
Bir yarımı mayhoş ettin.
Vurup bağrımı delince,
Bir yarımı aldın gittin…
Ahmet YAMAN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.