- 627 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Annesinin Koca Ayaklı Kızı Bölüm 9
Dersimiz Cinayet”
İstanbul 2003,
Bir insanın hayal gücüne ne kadar inanabilirsiniz?
Tadı oldukça lezzetli yemeklerle zehirlendiğini söyleyen, güya her gün bordo renkli bir BMW tarafından izlenen, sabah akşam çekmecelerini sıkı sıkı kilitleyen birine ne kadar inanılabilirse bende işte o kadar inanmış ve zamanla yaşça büyük bu kadına saygısızlık etmemek için onun küçük oyunlarına katılır olmuştum. Tabldotları gizlice değiştirmem, çayları diplerine döktüğüm sayısız çiçekleri kurutmam işte hep bu yüzdendi. Yapmadığımda bana deli gibi bakma çocuk diyen gözleri görmeye dayanmıyordu kalbim. Okulun monotonluğundan kaçıp kurtulacağım diye sevindiğim bu yer okuduğum hiçbir macera kitabında olmayan sayısız aksiyonlarla doluydu. Birisine tüm bunların bir bankanın üst katında yaşananlar olduğunu söyleseydim akıl sağlığımı sorgulayacakları kesindi.
Bu zor zamanlarda en büyük destekçim Beyhan Hanım’dı. Meliha Hanım’ın benden istediği saçma sapan istekler karşısında kaş göz işareti ile idare et derdi hep. Kadının izinli olduğu günlerden birinde benimle uzun uzadıya konuşmuştu Beyhan Hanım. Ondan öğrendiğim kadarıyla Meliha Hanım zor bir hayat geçirmiş, eşi bir takım olaylara karışmış ve sonunda da onu terk etmişti. Ondan sonra kadın önce yaşadığı semti ve tüm çevresini değiştirmiş sonrada bu hayal ürünü hikâyeleri kurmaya başlamıştı. Beyhan Hanım buradan ayrılırsa başka bir yerde iş bulmasının çok zor olduğunu bildiği bu kadını emekliliğe kadar idare etmekte kararlıydı.
Dosyalama ile geçen bir günün sonunda banka boşalmış ve her akşam beşten sonra gelen sessizliğe bürünmüştü. Personel son dökümlerini alıp vezneler sayılırken bende günlük işlerimi tamamlamakla meşguldüm. Meliha Hanım acayip bir dilde kendi kendine anlamadığım bir şeyler mırıldanırken çantamdan hoşuna gideceğini umduğum bir şeyi çıkarıp ona uzattım. Kadın her ne kadar tuhafıma gitse de aynı ölçüde hoşuma da gidiyordu işte.
“Meliha Hanım, bakın bu benim en sevdiğim yazarın bir kitabı. Dün aldım.” dedim. İlgilendiği her neyse başını kaldırıp bana baktı.
“Öyle mi? Adı ne?” dedi. Söyleyeceğim şeyin onu güldüreceğini mi yoksa kızdıracağını mı bilemeyerek cevap verdim. “Dersimiz Cinayet”
Kadın koltuğun arkasına yaslanarak içten bir kahkaha attı. “Kızım bırak o kitapları okumayı asıl cinayet burada, yavaş yavaş öldürüyorlar beni.” dedi. “Kimler Meliha Hanım kimler öldürüyor?” soruyu sorarken masamdan kalkıp onun masasına yaklaşmıştım. Elimdeki kitabı masasına bırakarak yanına çömeldim belki biraz dertleşmek ikimize de iyi gelirdi hem bu kadar gizem de bence artık yeterdi.
“Her yerdeler, kim olduğumu biliyorlar.” dedi fısıltıyla.
“Beyhan Hanım dedi ki …”
“Bırak Beyhan Hanım’ı onun hiçbir şeyden haberi yok.” dedi aynı sessiz fakat bu kez sinirli ses tonu ile. Belki de kadının psikolojik bir yardım alması gerekiyordu. Yaşadığı zor günlerin etkilerinin hala bazı şeyleri yanlış anlamlandırmasına sebep olduğu muhakkaktı. Bunu ona benim söylememin haddim olmadığını düşünürken her zaman kilitli tuttuğu çekmecesinden bir tıkırtı geldiğini işittim.
“Meliha Hanım şuradaki çekmecelerden bir tıkırtı mı geldi? “ dedim elimle kadının diğer tarafında kalan masa altındaki çekmecelerini işaret ediyordum.
“Ne sesi kızım hadi sen işine bak.” diyerek beni yerime postaladı. Yerime geçip bozulmuş bir şekilde oturdum. Hem bana bir şey anlatmak istemiyor hem de küçük oyunlarına alet ediyordu. Karşımızdaki camlı ofisinde oturan müdür yardımcısı Nilgün Hanım ayaklanarak masasındaki özel eşyalarını toparlamaya başladı. Meliha Hanım o esnada konuşmaya başladı. Odada ki tek kişi olan bana mı söylüyor yoksa daha çok kendi kendine mi konuşuyor anlayamamıştım. “Yıllarca bir tek kişinin bana inanması için mücadele ettim. Deli dediler, sorunlarım olduğunu söylediler. Biliyorum sende öyle düşünüyorsun. İnsanlar benden uzaklaştıkça onlar üstüme daha çok geldiler.” dedi.
İçimden kim onlar lanet olası kim diye haykırıyordum! Nilgün Hanım ofisinin ışığını kapatarak merdivenlere doğru yöneldi. “İyi akşamlar bayanlar.” Hemen akabinde merdivenlerin başında durup “Aslıhan sende bizim tarafta oturuyordun değil mi? İstersen bırakabilirim yolumun üstü.” diye ekledi. Bu havada otobüs beklemekten kurtulan ben sevinçle çantamı kapıp Meliha Hanım’a iyi akşamlar diledim. Merdivenlere ilerlerken kadın bana seslendi. “Aslıhan?” Ağır çekim hareketlerle arkamı döndüm. Gözleriyle masanın ucunu gösterdi. “Kitabını unuttun.” Yavaş adımlarla ilerleyip masadan aldığım kitabı çantama attım.
“Hadi evlat git artık.” dedi. Başımı sallayıp merdivenlerden koşar adım indim. Bankanın kapısına çıktığımda yağmur çiselemeye başlamıştı. Geniş otoparktan çıkan bir araç gelip önümde durdu. Sürücü koltuğunda oturan Nilgün Hanım binmem için işaret ediyordu. Arabaya binip kapıyı kapattım. Yol boyunca benim okulumdan onunda uzun meslek hayatından keyifli bir sohbete girdik. Oturduğumuz semte girdiğimizde kadın ilgiyle sordu. “Meliha Hanım’la anlaşabiliyor musunuz? Kendisi malum biraz tuhaf bir insandır.” dedi. Gülümsedim “Öyle gerçekten ama çok iyi biri.”
Sonra bir sessizlik oldu sanki bunu konuşmak ikimize de iyi gelmeyecekti. Evime kadar bırakması karşılığında teşekkürlerimi sunup arabadan indim. Kadın camı açıp ağzına götürdüğü sigarasını yaktı. “Ben ilerideki Turkent sitelerinde oturuyorum. Her sabah işe şu sokağın başından geçerek gidiyorum. İstersen işe benimle gelip gidebilirsin.”dedi. “Çok teşekkür ederim.” dedim. Bu harika olacaktı.
*****
Artık geceleri uykularımı kaçıran bu cinayet düşüncelerini okulda en yakınım gördüğüm Ergül’e anlatmayı düşünmüştüm çoğu kez. Ama sonra arkadaşlığını kaybetmekten korkarak vazgeçiyordum her seferinde. Kendimi onun gözünde yarım akıllı kuzeni Serap’tan daha akılsız durumuna düşürmektense ölmeyi yeğlerdim. Hem artık Meliha Hanım’da daha normal davranışlar sergiliyordu. En azından kadının ağzından geçtiğimiz hafta beni öldürecekler gibi bir cümle dökülmemişti. Fakat tüm yiyecek ve içeceklerin yerleri değişmeye devam ediyordu.
Dün “Nisan aylarını işlemeye başlayalım.” demişti Beyhan Hanım’ın masasındaki çayı ile kendisininkini değiştirirken. Sınırda olan sabrım dile gelerek “Meliha Hanım madem bu çaylarda zehir var? Bizim çoktan tahtalıköyü boylamış olmamız gerekmez miydi? Ama gördüğünüz gibi hem ben hem de Beyhan Hanım gayet sağlıklıyız.”
Meliha hanım elinde kendince sağlıklı çayı ile masasına oturup “Sen kendini sağlıklı mı görüyorsun, şu haline bak belin kopacak kızım.” diyerek bir kahkaha patlatmıştı. Çok komikti gerçekten üstelik hiç güleceğim de yoktu. Pazartesi gününe kadar bankaya gitmeyeceğim için bu konuda kafa yormaya ara verecektim. Makine kaynamadan biraz kapatıp dinlendirmek fena olmazdı. İlk dersin başlamasına on beş dakika vardı. Kendi kendime konuşmaya devam ederken sınıfın kapısından kıpkırmızı yüzü ile Nurdan girdi. Hemen arkasından da okulun kapısında onu yakalamış olan Nilay.
Nurdan hemen arkamda kalan sırasına oturup sırtından çantasını çıkardı ardından paltosunu en son da boynundan kravatını çekip masaya fırlattı. Tüm bunları yaparken bir kez bile kafasını kaldırmamıştı. Nilay daha fazla dayanamayarak sorularını peş peşe dizmeye başladı. “Nurdan ne oldu? Ağladın mı? Biri bir şey mi dedi?” Nurdan uzanıp paltosunun cebinden çıkardığı buruşuk bir mendile burnunu sildi. Ağlamamak için kafasını tavana kaldırdığında onun bütün gece boyunca ağlamış olduğunu fark ettik. Ergül sınıfa girip “Günaydın canlar, a aaa ne oldu?” diye telaşla yanımıza gelip Nurdan’ın yanına oturdu. Nurdan daha fazla tutamayacağını anladığı gözyaşlarını serbest bıraktı. Ağlayarak bize akrabaları olan Caner’in nişanlanacağı haberini verdiğinde hepimiz sus pus olduk. Tanıdık birine karşılıksız âşık olmak ne kötü bir şeydi. Kalbinden bir gün çıkarsan bile hayatından bir türlü çıkaramayacaktın. İşte bu yüzden ne yazık ki Caner denilen çocuğun mutluluğu ile Nurdan’ın acısı aynı gün yaşanacaktı hem de tüm ailenin gözü önünde.
Nilay bile bu acıya kayıtsız kalamayarak kızın elini tuttu. Bahtiyar bu kızda bazen var olmadıklarını sandığım duygularını gün yüzüne çıkarmıştı demek. “Söyle” dedi Nilay. “Git sevdiğini söyle.” İşte tam onun tarzıydı ve adım gibi emindim ki gidip yapardı fakat Nurdan onun bunu yapmaya cesareti var mıydı? Tabii ki yoktu.
“Saçmalama. Ömrümün sonuna kadar tüm aileme rezil olmamı mı istiyorsun? Babam ne der hiç düşündün mü ?” Evet, birde bu konu vardı. Babaların ne tepkiler verdiğinden pek haberi olmayan ben belki bir fikri vardır diye Ergül’e baktım.
“Onsuz ölürüm ben ölürüm gözümü açtığım ilk günden beri onu sevdim. Bir tek onu sevdim. Eğer evlenirse yaşayamam, ölürüm, öldürürüm kendimi.” Son günlerde ölmek kelimesini ne kadar da sık duyar olmuştum. Nilay az önce su yüzüne çıkan duygu kırıntılarını tek hamlede boğarak “Eminim her konuda fikri olan Aslıhan’ın bunun için de bir sözü vardır.” dedi. Ergül “Kes şunu Nilay.” diye çıkıştı. Karşımda oturan ölmek için çok genç kıza gözlerimi diktim. Zaten zayıf olan bedeni tüm gecenin yorgunluğu üzerinden geçtikten sonra iyice çelimsiz gözüküyordu. Şişmiş gözlerini sakınmadan dikkatini bana vermiş Nilay’ın aklına soktuğu üzere benden bir çözüm yolu bulmamı bekliyor gibiydi. Aşk benim çözüm yolu bulabileceğim son konu olsa da aşkı bilen birinden alıntı yapabilirdim.
Ergül ile yer değiştirip onun yanına oturdum. Bir kolumu omzuna atıp onu kendime çektim. “Benim bir sözüm yok bu konuda biliyorsun zaten kafa göz patlatmaktan öteye gidemedim.” Nurdan ağlarken gülmeyi başararak burnunu çekti. “Ama bildiğim bir üstadın sözü var ki ilaç gibi gelir. Mevlana Celaleddin Rumi demiş ki.” Nurdan omzuma koyduğu başını hafifçe kaldırıp yüzüme baktı. “Ne demiş?”
“Allah der ki; kimi benden çok seversen onu senden alırım ve ekler; onsuz yaşayamam deme seni onsuzda yaşatırım.” Nurdan’ın dindiğini sandığım ılık gözyaşları gömleğime akarken devam ettim.
“Ve mevsimler geçer, gölge veren ağaçların dalları kurur, sabır taşar, canından saydığın yar bile bir gün el olur, aklın şaşar, dostun düşmana dönüşür, düşman kalkar dostun olur. Öyle garip bir dünya olmaz dediğin ne varsa oldurur.” Başına küçük bir öpücük kondurup sesimin titrememesine çaba sarf ederek devam ettim. “Düşmem dersin düşersin, şaşmam dersin şaşarsın en garibi de budur ya öldüm der durur yine de yaşarsın.
Kalbini sağlam tut arkadaşım.”
*****
Pazartesi günü bir yandan sınavlar, bir yandan ÖSS, bir yandan da Nurdan’ın üç gündür arkamdaki boş yeri kafamın çatlarcasına ağrımasına sebep olmuştu. Yoğun geçen bir ayın son günü Beyhan Hanım Meliha Hanım’la kasa sayımına gitmişlerdi. Nilgün Hanım’da ofisinde yoktu. Fırsat bilip başımı masaya koydum. Bir süre sonra geçmeyeceğine emin olduğum ağrıya daha fazla direnmemeye karar verip çantama ağrı kesici almak için uzandım. Yanımda ağrı kesici olmadığını fark ettiğimde Meliha Hanım’ın kullandığı ilacı aklıma geldi. Acaba yan etkisi falan var mıydı? Sonuçta tuhaf bir kadındı ve pekâlâ ilaçlarının da kendisi gibi tuhaf yan etkileri olabilirdi. Kadının masasına doğru ilerleyip sandalyesine oturdum. Kalemliği ve masasının üzerindeki kutusunda yaptığım araştırmalarda ağrı kesici bulamasam da kutunun dibinde ufak bir anahtar yığını gözüme ilişti.
Biliyorum bunu yapmamam gerekirdi. Bu yanlıştı, suçtu hatta günahtı. Ben gelgitler yaşarken elimdeki anahtar beni sok şu kilide der gibi bakıyordu. “Sadece ilaç bakacağım, özel hiçbir şeyini karıştırmayacağım. Söz veriyorum.” diye kendime sesli söz vererek anahtarlardan ilkini masanın sağ tarafındaki çekmecede denemeye başladım. Hafif bir tıkırtı duyduğumu sanıp gelen gidenin olmadığını kontrol etmek için başımı kaldırdım. Masanın arkasındaki radyonun kapama düğmesine bastım. Oda sessizliğe gömülürken merdivenlerden biri çıkarsa sesini duyabilecektim ve bu benim kendimi yan tarafta duran masama atmama yeterli zaman sağlardı. Anahtarlardan denemediğim bir tanesini daha çekmeceye sokmaya devam ederken yine aynı tıkırtıları duydum. Duydum ve anladım ki tüm o sesler merdiven tarafından gelmiyordu. Azimle açmak için çaba sarf ettiğim çekmecenin içinden geliyordu. Aklıma bundan üç hafta önce yaptığımız bir konuşma geldi.
“Meliha Hanım şuradaki çekmecelerden bir tıkırtı mı geldi?”
“Ne sesi kızım hadi sen işine bak.”
Anahtar yığınını masaya bırakıp sandalyeyi masadan uzaklaştırdım. Aklımdan korkuyla kendi kendine ses çıkaran şeylerin neler olabileceği geçiyordu. Çekmeceden uğultulu bir ses geliyordu. Sanki kaset gibi bir şey sarıyordu. Ya da birisi kalemle tahtayı çiziyordu. Acaba ses kayıt cihazı falan koymuştu. Bu her şeyi açıklardı doğrusu. Bu kadın tam bir kaçıktı. Biz de sesimizi çıkarmadan bakarız dedim içimden gülümseyerek.
Anahtar yığınını masadan bu kez oldukça kararlı olarak alıp anahtarları süratle denemeye başladım. Üçüncü anahtar kilide girerken merdivenlere son kez göz gezdirip derin bir nefes alarak çekmeceyi açtım. Çekmecenin açılması ile attığım çığlık arasında bir saniyeden daha az bir süre geçmiş olmalıydı.
“Aaaaa! Aman Tanrım. Tanrım.” Sandalyeden düşercesine kalkarak kendimi arkadaki duvara yapıştırdım. Görüntü her insanın midesini kaldırabilecek boyuttaydı. Bu nasıl bir şeydi bunu nasıl bir insan yapardı? Bir çekmece dolusu bazıları ölmüş hamam böceği insanın içini dışına çıkaran bir görüntü ile oynuyor ve dolabı aşındırıyordu. Lanet olsun duyduğum ses kayıt cihazı falan değil o küçük şeylerin sürtünme sesiydi. Çekmeceden çıkmaya çalışanları görünce hızla ayağımla kapattım. Bayılmak ya da kusmak arasında sesler çıkardığım sırada bankanın yarısından fazlası yukarı kata gelmişti. Beyhan Hanım telaşla sordu. “Ne oldu kızım niye bağırıyorsun?” Vücudumdan ter boşanırken bayılmamak için son gücümle cevap verdim. “Yok, yok bir şeyim dolaba parmağım sıkıştı da.” dedim parmağımı inanmaları için göstererek.
Beyhan Hanım başını kaldırıp ellerini açarak Allah’ım sen bana yardım et derken Nilgün Hanım yanıma gelip elini omzuma koydu. “Rengin bembeyaz oldu senin. Hadi ben çıkıyorum seni de eve bırakayım yürüyecek halin yok.” Başımı evet anlamında sallarken göz ucuyla yere böcek düşmüş mü diye çaktırmadan bakıyordum. Beş dakika sonra Nilgün Hanım’ın peşi sıra merdivenlerden inerken gözlerim Meliha Hanım’ı arıyordu. Kadın onca gülütü patırtıya rağmen ne hikmetse ortalıklarda görünmüyordu. Bankanın kapısında her zaman ki gibi Nilgün Hanım’ın aracını çıkarmasını beklerken bankanın camına yaslanıp içeriye baktım. Kafamı kaldırdığımda üst katta korkuluklara dayanmış o tanıdık yüzü gülümseyerek bana bakarken buldum. Benden yeterince uzakta olmasından cesaretle gözlerimi çekmeden bende uzun uzun Meliha Hanım’a baktım. Nilgün Hanım arabanın kornasına basınca bakışmamız zamansız bölündü. Araca doğru ilerlerken anlamıştım ki benim bu bankadan alacağım çok ders vardı ama tezim cinayet olacaktı.
Gözümün önünden silmeye çalıştığım o manzarayı kovalamaya çalışırken Nilgün Hanım’ın sesini duydum. “Bende senin yaşlarında ÖSS’ye hazırlanırken bir gün yorgunluktan bindiğim otobüste uyuyakalmışım. Gözlerimi açtığımda İstanbul’un bir ucundaydım. Sizin işiniz daha zor haftanın üç günü iş iki günü okul insanın çalışma düzeni de bozulur.” dedi. Bende düzen falan kalmadığı suratımın şeklinden fazlaca belli olurken Nilgün Hanım paketten bir sigara alıp dudaklarına götürdü. “Evet bu günlerde biraz fazla yoruldum, dalgınlıkta var, tabii sakarlıkta.” dedim gülümsemek için ağzımı zoraki yayarken.” Araç daha önce olduğu gibi evimin önünde durdu. Teşekkür edip araçtan indim. Kısa bir süre içinde olsa kurtulmuştum o bankadan, ölümden ve iğrenç hamamböceklerinden.
Araç hızla uzaklaşırken daha önce nasıl olup da fark etmediğim bir şey dikkatimi o anda çekmişti. Kadının kullandığı araç bordo renkli bir BMW idi.
Aklım bu tesadüfü idrak etmeye çalışırken annem ödümü patlatırcasına camdan bağırdı. “Aslıhan eve girmeden ekmek al.“
“Ya of anne!”
Söylesenize hangi cinayet romanı kahramanı gidip bakkaldan ekmek alırdı?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.