- 724 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İnançsız
Belki inkâr etmek en kolayıydı. Zor olan inkârın kendisine inanmaktı aslında; derinlerinde barındırdığı o çelişkinin derin hazzı, işte o haz için bile kendime inanabilirdim! Nisan ayıydı ve yağmur yağıyordu. Bir genelevde bir hayat kadınıyla iki kişilik bir yataktaydık. Hayır, sevişmiyorduk ya da masaj yaptırmıyordum. Sadece tavla oynuyorduk. Çünkü sevişmeyi inkâr edeli uzun zaman oldu. Tenlere olan inancımın neden kaybolduğunu hatırlamıyorum. Önemli olsaydı muhtemelen anımsardım, diye düşünüyorum. Sigaramı yakıyordum ki her ayın ikinci haftası ziyaret ettiğim hayat kadını uzun uzun bana baktı;
- Seni anlamıyorum. Dedi
- Çok mu önemli beni anlaman, dedim.
Zarları elinde tutmuş bana bakıyordu.
- Değil elbette ama buraya insanların neden geldiği belli... Hem bana o kadar para veriyorsun. Sırf tavla oynamak için mi?
- Hayır, zar tutmadığın için...
- Yani benimle hiç yatmayacaksın!
- Mesleğini ve insanları çok büyütüyorsun gözünde. Seninle yatmıyorum, çünkü sana inanmıyorum. Sana inanmazken nasıl sana dokunabilirim!
- Ama tavla oynuyorsun! Öfkeliydi bunu derken sesi...
- Tavlaya saygı duyuyorum çünkü... Zarlar lütfen...
Genel evden çıktığımda sokak normalden biraz daha boştu; bir kedi kuyruğunu öldürmeye çalışıyordu, sokak lambasının altındaki bir birikintide bir kuş kanadını boğmaya çalışıyordu, oldukça iri olan bir köpek camları kırık dükkânın içinde simsiyah tüylerini taşlıyordu. Caddeye inip bir taksiye bindim; dinlediği müzikten genç olan biri vardı direksiyonda. Saçları ve bıyıkları adamdan yaşlıydı. Aynadan belli aralıklarla beni süzüyordu. Bir sigara daha yaktım. Kendisine de uzatacaktım ama sonradan vazgeçtim.
- Ayakkabıları çaldılar mı? Diye sordu bana. Dumanı üflerken "hayır" diye cevapladım. Kafası karışmıştı.
- O zaman yırtıldılar... Diye sordu. Anlamaya çalışıyordu ama bunu yaparken şimdiye değin yaptığı tüm kayda değer anlamalarla yapmaya çalışıyordu. Cevabım yine olumsuz gelince birkaç fikir daha öne sürdü. Hepsini olumsuzlayınca merakı daha da arttı..
- Ayakkabılara inanmıyorum. Dedim. Yüzünde o an bir gülümseme belirdi.
-Neden?
- Bir nedeni olsa inanırdım. Burada ineyim...
Taksiden inip birkaç adım attıktan sonra hep oturduğum cafeye gittim. Her zaman oturduğum masa boştu. Birileri kapmadan hızlıca oturdum. Çay söyleyip "onu" beklemeye koyuldum. Gece yarısı oluyordu ve birazdan geçecekti. Çayı yudumlarken bir sigara daha yaktım. O anda yağmur yağmaya başladı. Elimi uzatıp yağmuru hissetmeye başladım. Seviyordum bu hissi... Gözlerimi açtığımda onu gördüm. Çayın parasını bırakıp peşinden gitmeye başladım. Adımları değişmişti, ritmik değil de evrimleşme kaygısıyla yürüyordu. Sanki daha hızlı yürürse daha çabuk üstinsan olacağına inanıyor gibi hali vardı. Derken bir sokağa girdi. Tabii ben de peşinden... Birden şemsiyesini kapattı. O an hızlanıp "evrime bir katkı da ben yapayım" dedim. Yanına geldiğimde "Şemsiyenizi açar mısınız?" diye sordum. Şaşkın bir halde terliklerime baktı. Yüzünde küçümser bir ifade vardı.
- Neden? diye sordu...
- Çünkü şemsiyeyle daha güzelsiniz.
- Eğer yanımdan uzaklaşmazsanız bu şemsiyeyi kafanıza yersiniz.
Hiçliğe bile verebilecek cevabı olan ben, öylece durup o tehdite baktım. Korktuğumu düşünmüş olmalı ki yüzünde bir rahatlama ifadesi belirdi. Bir anda "onu" yokuştan aşağı inerken gördüm. Hızlıca peşinden yürümeye başladım. Yokuşu bitirip de az önce oturduğum cafenin önünde geçerken garson bardağımı daha yeni alıyordu. Otobüs durağına geldiğinde şemsiyeyi kapattı. Hızlıca yanına gidip;
- Şemsiyenizi açar mısınız, diye sordum. Durakta bizden başka iki kişi daha vardı. Hepsi şaşkın gözlerle bana bakıyorlardı.
- Durağın üstü kapalı neden açayım ki? Diye sordu.
- Duraklara inanmıyorum...
elinde çanta olan biri "ona" yaklaşıp
- Rahatsız mı ediyor hanımefendi? Diye sordu.
Sonra durağın arkasından "onu" gördüm yeniden. Adımları, telaşsız ve dingindi... Hızlıca duraktan ayrılıp peşinden gitmeye başladım. Arada şemsiyeyi çeviriyordu. O an heyecanlandığımı hissettim. Peşinden gitmek bir amaca hizmet etmek hissi veriyordu bana. Caddenin sonundaki sokağa girip yokuşu çıkmaya başladığında ben sigaramı yeni yakmıştım. Kadın şemsiyeye çok yakışmıştı. Kadın şemsiye ile müthiş bir uyum içindeydi. O şemsiyeyi taşımıyor da benimsiyor gibi bir hali vardı.
Evet, kendimden başlayarak inanmıyordum insanlara ama bu şemsiyeler... Bu şemsiyeler benim gibi umutsuz bir insanı bile umutlu kılabiliyordu. Neden olduğunu, niçin olduğunu hiç bilmiyordum. Belki de şemsiyenin yağmuru inkâr edişidir ona karşı olan zaafımın nedeni. Ama ne olursa olsundu o kadın o şemsiyeyle çok güzeldi. Ve belki bir gün inanabileceğim bir insan olan "onu" aramaya değerdi...
YORUMLAR
Büyüleyici bir edebi dil; ne işle uğraştığınızı bilmiyorum, tanımıyorum sizi ama bir edebiyatçı olarak söyleyebilirim ki; imrenilesi, özenilesi bir dil; sağlam, ayakları fazlasıyla yere basan... Öyle ki; dikin tılsımına kapılıp öyküye, ne anlattığına odaklanamadım bile ilk okuyuşta!
Keyif aldım gerçekten; doyurucu...
Saygımla..
Ve mutlu yıllar elbette...