- 575 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Köpük ve Kar 2
Suzan KUYUMCU
Köpük’le ilk mücadelemiz tuvalet sorunuyla başlamıştı. Dairenin iki kat aşağıda yer alan dar bahçeye her yarım saatte bir koştura koştura iniyorduk. Buna rağmen sağa sola kaçamakların önüne geçemiyordum. Ev terliklerini kaçırma, görmediğim yerde onları lime lime yapma, çorapları bulduğu yerde parçalama, hiçbir şey bulamazsa üzerinde yattığı yolluk tarzı küçük halıyı delik deşik etme gibi daha pek çok olumsuz davranışları vardı ve ben şaşkındım. Ona sesimi yükselttiğim zaman o bana daha güçlüsüyle karşılık veriyordu hatta bununla da yetinmiyor kimi zaman saldırılarına maruz kalıyor; dişleriyle canımı acıtıyordu.
Onunla olan çabam beni kimi zaman düşündürmeye başlamıştı.
“Gözünde ne çok büyütüyorsun” diyordum, “sonuçta karşında ufak bir çocuk var”
Köpekler her yıl insan yaşına göre yedi yaş fark ediyordu üstelik karşımda sadece beş aylık bir yavrucuk vardı. Görüntüsü ve gücü bunu yalanlıyor gibi görünse de gerçek buydu ve ben yaklaşık üç yaşındaki bir çacukla başedebilmeyi abartıyor olmalıydım. Ona ne zaman kızsam:
‘Kızgınlığının ne olduğunu, neden olduğunu anlamış mıdır?” Soruları beni ona karşı daha sabırlı ve sevecen kılıyordu.
Huysuz, saldırgan, inat ve suç işlemeye meyilli bir çocuk…
İnadını kırmakla işe başlamalıydım bunun için öncelikle karşımdakinin çocuk olduğunu aklımdan çıkarmamam gerekiyordu. Bahçeye her indiğimizde onunla top oynamaya başladım. Tuvaletini her yapışında kendi ödülünden vererek okşuyor ve tatlı sözler sarf ediyordum. Köpük bu taktiğe bayıldı. Bir iki gün sonra tuvaleti olsun olmasın kapıya giderek aşağıya inelim mesajları vermeye başlamıştı. Her defasında indik. İner inmez bacağının birini kaldırarak gözlerini elime dikmeye, ödülünü beklemeye başlamıştı. Yaklaşık bir hafta sonra tuvalet sorunu sorun olmaktan çıkmıştı.
Saldırganlığıyla baş edebilmek oldukça güçtü. Yasakları asla dinlemiyordu. Her defasında pes eden onu sakinleştirmek zorunda kalan ben oluyordum. Doğrusu bu iyi bir eğitim değildi. Şimdi yaşı küçüktü fakat böyle kalmayacaktı ve sonunda kendi canavarımı kendim yaratmış olacaktım. İnternetten onu nasıl eğiteceğim konusunda bilgiler edindim ve veterinerinden yardım istedim. Böylece karanlık oda cezasına başladık. Artık her terlik kaçırışında onu yakalayıp karanlık odaya kilitliyordum. Tam on beş dakika; on dört değil… Artık kızmıyordum, yüzgöz olma endişem ortadan kalkmıştı. Cezası bittikten sonra terliği özellikle gözünün önüne koyuyordum. Ve zavallıcık aynı hataya yeniden düşüyordu. Henüz çocuktu tabii, on beş dakikalık süre onun için uzun olabilirdi. Sonunda neden ceza aldığını unutmuş olabileceğini düşündüm.
Çıkardıktan sonra terliği gösteriyor, onun neden ceza aldığını hatırlatmaya çalışıyordum. ‘Hayır’ ın olumsuzluğunu da böylece öğrenmiş oldu. Üst üste gelen ceza beni çoğu kez üzüyordu.
Böyle dönemlerimizde çalan kapının zili beni hiç tahmin etmediğim bir olayla karşılaştırmıştı. Köpük beni hızla iteklemiş ve olanca gücüyle soluğu sokakta almıştı.
“Tamam, onunla olan serüvenim böylece bitti” demiştim. “Umarım hayvanları ticari amaçla kullanan zalim insanların eline düşmez…”
Üzerime bir şeyler geçirip dışarı çıktım. Onu arayacaktım. Birkaç çocuğa sordum, gören olmamıştı. Bir süre ara yollardan binaların içine baka baka dolaştım. Seslenemiyordum, zira biliyordum ki sesimi duyar duymaz bulunduğu yerden uzaklaşacaktı. Çünkü küstük ve bana kızgındı. Kırgınlık yaşamamış olsak bile ona göre her davranış her eylem oyundu. Ve onu bir binanın içinde ufak kedi yavrusunu köşeye sıkıştırmış şekilde gördüm. Kediciğin çevresinde tuhaf sesler çıkararak onunla oynamaya çalışıyordu. Sağa sola ufak hamlelerle koşuşturup kendini yerlere atıyordu. Sırt üstü uzanıp ayakları yukarıda, kulakları yerde gözleri yavru kedide kendi kendine adeta şov yapıyordu. Kediciğin ödü kopmak üzereydi ve Köpük’ün keyfi yerindeydi. Anne kediyle karşılaşmadan Köpük’ü oradan çıkmalıydım, ama nasıl…
Binanın kapısını kapattım. Benim oğlanı görmezden gelerek yavru kedinin yanına doğru yürümeye başladım. Köpük’ün şaşkın bakışları arasında yavruyu elime alarak okşamaya başladım, aynı zamanda köpüğü severken kullandığım tatlı sözlerle onu yatıştırmaya çalışıyordum. Köpük çok şaşırmıştı. Hemen yerinden doğrulmuş, kulaklarını dikmiş, başını hafirçe eğerek meraklı bakışlarını yüzüme dikmişti. O kare resmedilmeye değerdi doğrusu. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Anında yanıma gelerek kucağımdaki kediye doğru atılmaya ve havlamaya başladı. Ona aldırmıyor görünmeye gayret ettim. Yavru kediyle beraber evin yolunu tuttuk, tabii köpük’te bana arkamdan eşlik etti. Onu başka türlü eve asla getiremezdim. Daha sonra yavru kediyi aldığım yere bıraktım.
Bu yüzden kapı ne zaman çalmaya başlasa korkularım oluyordu. O an ki heyecan ve telaşta onu yakalayıp başka odaya kapatmak adeta imkansızdı. Suçluysa ya da suçlu olduğuna inanmışsa bir köşede tırsarak kendisini kucaklamama izin veriyor, yaptığı eylem çok çok öfkeleneceğim bir şeyse kendini karanlık odaya gönüllü hapsederek sözüm ona benden kurtuluyordu. Kurnaz mıydı, yoksa çok mu zekiydi henüz ayrımında değildim. Başka zaman yani aramız iyiyken onu yakalayabilmem oldukça güçtü. Sonunda bu duruma çözüm bulduk. İşi olanlar önceden telefon edip benden randevu almaya başladılar.
Ben onu bir şekilde, ‘Bu ne?’ sorumla şaşırtıyordum. Önce şaşkınlıkla yüzüme bakıyor sonra suç işledim düşüncesiyle kendini karanlık odaya atıyordu. Ben de böylece kapıya gelen kargo, sucu ya da komşuyla işimi hallediyordum.
Şu an aklıma gelen soruya cevap vermem gerekiyor.
“Bu durumda kurnaz olan kim? Hem de hak edilmeyen cezayı çektirerek!”
Evet içim acısa da bunu kabul etmem gerekiyor. Biz yetişkinlerin ürettiği çözümler kimi zaman haksız ve acımasız olabiliyordu.
Köpük, cinsi gereği zor bir köpekti. Yavaş yavaş durulacaktı elbette. Onun enerjisine ayak uyduracak genç birileri gerekiyordu. Her gün iki kez yürüyüşe çıkmaya başladık. Küçük çocuklar hariç gördüğü herkese saldırıyordu. Zamanla şunu fark etmiştim. İnsanlar onunla ilgilensin, okşasın ve güzel sözler söyleyerek sevsin istiyordu. Korkup kaçanlara, kağıt toplayanlara, yanından geçenlerin onu okşamadan gitmelerine, inşaat işçilerine, özellikle paket taşıyan motosikletlilere illet oluyordu.
Fakirleri, işçi sınıfını sevmiyordu, benim cinsi zengin sıpa!
Bu yorumum aklıma Turgut Özal’ın, ‘Ben fakirleri sevmem’ sözünü getiriyor. Belki içeriği insanları iyi bir yaşama doğru sürüklemek olsa da, cümle olarak kulakları tırmalıyor.
Ve parkta birkaç büyük çocukla dost olduk. Parkın içinde voleybol oynayan çocuklar Köpük’ü görür görmez:
“Köpüük, köpük geldi!” nidaları ortamı aniden hareketlendiriyor Köpük’ü coşturuyordu. Köpük mutluydu. Kendi yaşına yakın olan çocukları çok sevmişti.
Sanırım ikimiz de birbirimize alışmaya başlamıştık. Bunu, yoğun kar yağdığı geçen hafta içinde daha çok fark ettim.
Veleybol sahasının içi karla kaplıydı. İçine girip kapısını kapattım. Tasmasını çıkartıp onunla kartopu oynamaya başladım. Yuvarladığım kartopunu çemberden içeri atmaya çalışıyor o da anında yükselerek havada kapmaya çalışıyordu. Eve dönüşümüzde sık sık yüzüme bakarak bana adeta gülümsüyordu.
Aslında biz birbirimizi eğiterek mutlu olmayı öğreniyorduk.
YORUMLAR
suzan Kuyumcu
teşekkürler hocam.
Selamlar saygılar.