- 633 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 24
Ramazanların en önemli eğlencelerinden biri aslında Karagöz idi. Fakat o sene Ramazan’da değil de tam da bayramın üçüncü günü geldi Kurtköy’e Karagöz. Seyyar sinemacılar da Karagöz, Sihirbaz gibi oyunlar, hepsi de yolun alt başındaki üçüncü kahveye, Konyalı’nın kahvesine gelirdi. Yine öyle oldu.
Akşam üzeri, elindeki metal bir huniye benzer megafonla yaşlı bir adam Konyalı’nın kahvesinin önünden, o akşam ,o kahvede, Karagöz oyununun sergileneceğini duyuruyordu. Daha önce böyle bir şeyi ilk defa Pendik’teki okulunda yaşayan Fikret, bunu doğru dürüst hatırlayamıyordu bile. Heyecanla akşamın olmasını bekledi.
Akşam olduğunda , babasından gitmek için izin ve para istediğinde, hiç tereddütsüz izin ve para verip gönderdi adam adam. Koşarak, sevinçle, yolun karşısına geçip kahveden içeriye girdi çocuk. Kahvenin ocaklığının bulunduğu köşesinin tam da karşı köşesine beyaz bir perde kurulmuştu. Yaşlı bir adam perdenin bir önünde bir arkasında gezinip bir şeyler yapıyordu. Henüz gösteri başlamamış, üstelik masalardaki oyunlar da devam ediyordu.
Onunla birlikte bir çok çocuk daha kahveye doluşmaya başlayınca, kahveci dışarıdan getirdiği bir tahta kalası iki tane briket üzerine koyarak, çocuklara oturacak yer yaptı. Daha sonra tüm çocuklar oturdukları sandalyeleri boşaltıp buraya geçti. En önde oturmak, aslında hepsinin de hoşuna gitmişti.
İki tane de seyyar satıcı vardı kahvede. Biri macuncu : Yuvarlak, metal bir tepsi içindeki bölmelerde, hepsi ayrı birer meyveyi andıran renklerde, yarı sıvı, macun şeklinde şekerler. Hemen sıraya girdi çocuklar. Macuncu, eline aldığı ağaç çubuğa, kaşığı şekerlere batırarak sarıp çocuklara veriyordu. İştahla yalıyordu çocuklar bu rengarenk tatlı macunları. Aynı macuncuda ,isteyenler için hazır, çubuğa takılı horoz ve elma şekerleri de vardı.
Diğer satıcı ise leblebici idi. Tahtadan yapılı yuvarlak, bölmeli tepsisi ile, beyaz-sarı leblebi ve kuru üzüm satardı. Adı Satılmış olan, Çankırı’lı bu yaşlı adamı tanıyordu Fikret. Daha önce kahvelerine de leblebi satmaya gelmişti. Çay bardağını ölçü olarak kullanıp, her ölçüyü yirmibeş kuruşa satıyordu Satılmış dede. Zaten çocukların en doğal, standart harçlığı yirmibeş kuruş idi. Gazete kâğıdından yapılı külâhlara ya da çocukların ceplerine koyardı leblebileri.
’’Ne haber Küçük İncirli ? Karagöz mü izleyicen ?
’’İyiyiym Satılmış dede. Sen nasılsın ?
Biraz sonra gösteri zamanının yaklaştığı söylenip masalardaki oyunlar toplanmaya başladı. Bazıları bozuluyordu bu işe. Oyunların en heyecanlı zamanıydı. Kimisi bırakmak istemiyordu. Rica minnet, tartışma derken, tüm masalar yerlerinden alınıp, perdenin yanındaki duvarın önüne taşındı. Şimdi herkesin yüzü perdeye dönük, sandalyeleri sıra halinde diziliydi.
Tavanda asılı lüks lâmbası yerinden alınıp, kısılarak ocaklığa konuldu. Perdenin iki yanında mumlar yanıyordu. Tef sesiyle birlikte Karagöz oyunu başladı.
’’ Yar bana bir eğlence medeeeeeeet’’’
’’ HACİVAT - Hoş geldin sevgili Karagözüm!
KARAGÖZ - Hoş bulduk kel kafalı kara üzüm!
HACİVAT - Nereden gelip, nereye gidiyorsun bakalım?
KARAGÖZ - Bir yere gittiğim yok da, oğlumla kaç saattir okuma-yazma çalıştık Biraz gezeyim dedim
HACİVAT - Tabii iyi yaptın efendim, kafan balon olmuştur
KARAGÖZ - Hay hay, kafam balon oldu da uçmasın diye boynuma yapıştırdım
HACİVAT - Hemen yanlış anlama, yani uzun zaman ders çalışmaktan kafan şişmiştir
KARAGÖZ - Kafam pişti de soğutmaya çıktım’’
Arada bir Karagöz’ün Hacivat’a kafa atması gülmekten kriz geçirtiyordu çocuklara. Bir taraftan gösteri devam ederken, bir görevli seyircilerin arasında dolaşıp ücretleri topluyordu. Büyüklere bir lira, çocuklara elli kuruş. Bu ücret de standarttı. Sinemalarda, Hokkabaz-Sihirbazlarda ve Karagöz gösterilerinde.
’’ HACİVAT - Allah iyiliğini versin! Neyse, çalışmalar iyi gidiyor mu?
KARAGÖZ - Hem de nasıl iyi gidiyor bilemezsin Hacı Cavcav! Sen söyle de müdür benim ilkokul diplomamı hazırlasın
HACİVAT - Efendim sen hele hepsini iyi öğren de diploma işi kolay
KARAGÖZ - Şey, okuma yazma öğrenirsem diploma başka başka ne işime yarayacak?
HACİVAT - Bak, meselâ artık mühüre lüzum kalmayacak
KARAGÖZ - Yerine kimse bakmayacak mı?
HACİVAT - Kimin yerine Karagözüm?
KARAGÖZ - "Artık müdüre lüzum kalmayacak" dedin ya!
HACİVAT - Efendim müdür değil mühür! Hani imza yerine bastığın damga yok mu?
KARAGÖZ - Öyle söylesene köftehor! ’’
Gösteri bittiğinde büyüklerden zevk almayanlar, sıkılanlar bile olduğu halde çocuklar doyamamış, yerlerinden kalkmak istememişlerdi. Fikret, sabaha kadar sürse seyretmek ister gibiydi. Ne yazık ki, öncelikle çocukların kahveyi boşaltması istenince, mırıldanarak çıkmak zorunda kaldılar.
’’ Amca yine gelsene sen !’’
’’Bir daha ne zaman gelirsin ?’’
’’Ramazan’da niye gelmedin ?’’
’’Hastaydım çocuklar. Size yakında sinema getireceğim, söz.’’
Yaşlı ve sevimli bu adam, aslında çocukları çok seven Cin Ali amcalarıydı. Sinema sözü yeniden heyecanlandırdı hepsini. Sevinçlerini teşekkür ederek, elini öperek kanıtladılar adama.
Pendik’te oturduklarında sinema binalarını görmüştü Fikret. Fakat hiç gitmemişti. Nasıl bir şey olduğunu bilmiyordu. Kahveye döndüğünde babasına sorduğunda, onun da hiç gitmediğini öğrendi. Çocuklar ise daha önce köye Sinemacı Yılmaz diye birinin geldiğini ve Konyalı’nın kahvesinde seyrettiklerini anlattılar.
Bayram ziyaretine oğlu Ferruh’tan başka bir de kızı Nermin geldi annenin. Ferruh’a değil ama kızına anlattı kadın hamileliğini. Şaşırdı Nermin. O da hamileydi üstelik.
’’ Anne , ne biçim iş bu ? Bu yaştan sonra çocuk mu doğurulur ? Beraber mi doğuracağız yani ? ’’
’’Allah’ın takdiri kızım ! İsmail efendi çok istiyor üstelik. Adamın bana davranışı değişti. Bir dediğimi iki etmemeye başladı.’’
’’ Hoş geldiniz çocuklar !’’ İsmail efendi , hafif çakırlı geçirdiği akşamın ardından, ancak uyanıp kalkabilmişti.
’’Hoş bulduk İsmail amca!’’ deyip eline uzandı Nermin.
’’Bayramınız mübarek olsun!’’
’’Senin de kızım, senin de . Çok bayramlar gör.’’
Ferruh, başını öne eğmiş, adamın elini öpmek istemiyordu. Annesi, ayağıyla dokunup, işaret ile cici babasının elini öpmesini istedi. İsteksizce, ağır ağır, başı önde, yerinden kalkıp adamın elini öptü. Çok zor duyulacak, isteksizce olduğu belirgin bir şekilde ;
’’ Bayramın mübarek olsun .’’ dedi.
Aldırmadı adam. O ilk defa bir çocuk bekliyordu ve neşesini hiç kimse bozamazdı.
’’ Müjdeyi verdi mi anneniz ?’’
Utandı kadın. Nermin bile utandı, kızardı. Ferruh, pek bir şey anlayamadı.
’’ Bebek bekliyoruz biz ! Baba olacağım ben, baba !’’
Birden bire ne olduğunu anlayamadı Ferruh. Kulaklarına inanamamıştı. Tekrar etmesini bekledi adamın.
’’ Allah’ın takdirine bak sen be ! Durduk durduk, bu yaşta baba oluyoruz ! Helâl olsun annenize !’’
Gerçeği iyice anladığında hiddetle yerinden kalkıp kapıya koştu Ferruh. Hızla ayakkabılarını giyerken, kapıyı yumruklayıp, tekmeleyip öyle çıktı. Anne oturduğu yerden kalkamadı utancından. Tek bir söz bile söyleyemedi oğluna.
Yolda seslice ağlıyordu çocuk yürürken. Beddular, küfürler savuruyordu rast gele. Fakat, kimi suçlayacağını, küfürleri, bedduaları kime göndereceğini kendisi de bilmiyordu.
Suçlu kimdi : Erken ölen babası mı, annesi mi, Fikret ile Mukaddes’in babaları mı, kader mi, felek mi ? Kime sövmek gerekiyordu, kime beddular etmek, kime isyan etmek gerekiyordu ?
Devam edecek.
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Karaöz, sinema konuları güzeldi.
Ama,
çocuğun kardeşi olacağını öğrenmesi iyi olmadı.
Darbe üstüne darbe yiyor garibim.
Hadi hayırlısı.