- 691 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
HZ. MUHAMMED'İN (SA) ÖRNEKLİĞİ / MEDİNE'DE 11 YIL (10)
Her şeyin başına İslam patenti yerleştirmek
Geçmişten günümüze gelen en büyük yanlışlardan biri de “her şeyin başına İslam patenti yerleştirmektir”
İslam’ın Allah’ın dininin ismi olduğunu biliyoruz. İslam’ın, Allah’ın insanlara sunduğu, barış, huzur, esenlik dini (düzeni) olduğuna ilişkin bundan önceki bölümlerde açıklamalar yapmıştık. Allah’ın dinine ilişkin, bilgiler, hükümler, Allah tarafından gönderilen ayetler ile belirlenir. Ayetlerin dışında insanlığın barışı, huzuru, esenliği için ortaya konulan, bilgilerin, hükümlerin İslam sayılması zordur. Yani, insanlar, insanların barışı, huzuru, esenliği adına, aklıselim duygularla, akla, mantığa, insanlık fıtratına uygun düşünceler, hükümler üretseler, üretilen bu düşüncelerin, hükümlerin İslam dinine ait olduğu düşünülemez. İnsanlık tarihinde insanların barışı, huzuru, esenliği için dünyanın çeşitli ülkelerinde fikir üreten, bu yönde mücadele veren insanlar vardır. Onların mücadeleleri, insanlığın gelişiminde mükemmel örnekler olmuştur. Çağımıza en yakın mücadele örneği, Amerika’da siyah beyaz arasındaki farklılıkların giderilmesi üzerine olmuştur. İkinci sınıf insan sayılan siyah insanın mücadelesine katılan beyaz insanlar da, insanların hangi renkten, hangi ırktan olursa olsun, birlikte barış, huzur, esenlik içinde yaşamaları için üretilen düşünceler, hükümler tarihin satırları arasına girmiştir. Doğudaki kast sistemleri, Ortadoğu’daki aşiret sistemleri, kadın erkek eşitliği üzerine geliştirilen düşünceler, insanların insanlık üzerine geliştirdiği insani değerlerdir. Bu değerler, insanın yaratılış fıtratı üzerine yürüyen köleleştirici anlayışlara karşı verilen en büyük mücadeledir. Hemen herkes bu tür mücadelelerin yanlış olduğunu iddia edemez. Bugün kapitalist sistemin sömürdüğü toplumların özgürlük arayışlarına destek veren insanlar vardır. Devletleri toplumları sömürse de, devletlerine karşı çıkarak, sömürülen ülkeler lehine hareket eden, mücadele veren, hatta bu uğurda canını veren insanlar vardır. Ortadoğu’daki hakları elinden alınan Filistin halkının yanında, onlara katılan nice batılı insan vardır. Halkın üstüne yürüyen tankların önüne durup hayatını kaybedenlerden tutunda, yazdıklarıyla, çizdikleriyle sömürgeci devletlere karşı çıkan insanların, insanlık mücadelesi göz ardı edilemez. Ancak, insanların huzuru, barışı, esenliği adına yapılan bütün bu mücadeleleri, İslam patentiyle vurgulamak farklıdır. Barışa, huzura, esenliğe yürüyen her türlü düşüncenin, mücadelenin değeri elbette büyüktür. Fakat insani değerlerle yapılan bu mücadeleleri, İslam’la bütünleştirmek, İslam mücadelesi olarak nitelemek ayrı bir şeydir.
İnsanlığın adına bilimin ürettiği tüm gelişmeler. Felsefe, edebiyat, sosyoloji, siyaset adına üretilen düşünceler, hükümler insanlığın kazanımları olarak tarihimize geçmiştir. Yaratılışının gereği insan, düşünme, mantık kurma, iradesiyle karar verme, duygularıyla hayal kurma haklarına sahiptir. İnsanın yaratılışındaki bu özellik, insanların oluşturduğu düzenlerle engellenmiştir. Eğitim düzenleri, yasal düzenler, din, felsefe, ideoloji üzerine yapılan eğitimler, insanların tekelci düşünceler üzerine yetiştirilmesini esas almışlardır. İnsanın yaratılışındaki özellikler doğrultusunda özgürce düşünmesinin önüne geçen bütün sınırlamalar, insanlar tarafından, insanlar için üretilmiştir. İnsanların ürettiği sınırlamalara karşı, insanların mücadelelerinin özünü, ruhunu, yapısını oluşturan tüm düşünceler, insan aklına, mantığına, iradesine karşı yapılmış, akli, mantıki, iradi gelişimlerin sonucudur. İnsanlık tarihimizde insanların insanlara karşı mücadeleleri sonucu bugüne kadar gelen düşünceler dünyadaki düşünceleri oluşturmuştur. Bilimde, felsefede, sosyolojide, ideolojide, teolojide (din bilimlerinde), siyasi egemenlikleri oluşturan devlet anlayışlarında, devlet uygulamalarında günümüzde oluşan her şey, ayrıntılarıyla incelendiğinde, doğru da, yanlış da görülebilecek unsurlar taşır. İnsan üretimlerinin, mücadelesinin sonucunda oluşan değerlerinin, Allah’ın insanlara gönderdiği bilgi ve hükümlerle özdeşleştirilmesi mümkün değildir.
İnsan üretimlerinin hepsi, insanın yaratılış özelliklerine sahiptir. İnsanın yaratılış özellikleri, acelecilik, eksiklik, yanlışlık, duygusal tatminlik taşır. Hiçbir insan aklıselim düşündüğünde, yaptığı üretimlerin kesin sonuç olduğunu iddia etmez. Edindiği kültürel, bilimsel gelişmeler sonucuna göre ürettiği tüm düşünceler, kültürler, bilimsel bulgular geliştikçe değişecektir. O nedenle insanın ürettikleri mutlak, kesin sonuçlar, fikirler, hükümler değildir. Zaman içinde kendini yenileyen, öncesinin yanlışını ortaya koyan gelişmelere sahiptir. Bu durum insanın gerçeğidir. Ancak Allah’ın insanlara gönderdiği bilgiler, eksiklik, yanlışlık, duygusal tatminlik taşımaz. İnsanların yaşamına, barışı, huzuru, esenliği esas alan Allah’ın gönderdiği bilgiler, hükümler, eksikliklerden, yanlışlıklardan, duygusallıklardan uzaktır. Hâlbuki insan, ürettiği düşüncelerin eksikliğinin, yanlışlığının farkına varmadan, aklının, mantığının yattığı fikirlerle, hükümlerle duygusal tatminliğe ulaşır. Bu uğurda inancı doğrultusunda gerekirse canını verir. Duygusal tatminkârlığa ulaşan insan, ürettiği fikirleri, hükümleri tartışmak istemez. Ulaştığı sonuçları doğru kabul ederek hayatını veren insan, bazen istemese de yanlış yollara sapar. Ama yanlış yolda olduğunu düşünmez. Fikirden, mücadeleye, mücadeleden savaşa doğru yürüyen insanlık mücadelesi, Allah’ın koyduğu ilkeler, kurallar çerçevesinde olmazsa zulme sapabilir. İnsanın aklına, mantığına, duygularına hakim olan nefret, intikam hissi, ne yaparsa yapsın haklılık payı doğurur. Düşmanının zulüm adına yaptığı her şeyi yapma hakkını kazandığını düşünmeye başlar. Zulme karşılık, zulmün başvurduğu yollarla adalet arayışına girer. Böylece görünürde adalet, barış, hak, hukuk için yapılan mücadele, derinliğine incelendiğinde zulüm içinde olur. Ama mücadele verenler bunu göremez.
Dine inanan insanların geçmişten beri yaptıkları şey, ürettikleri fikirleri, hükümleri dinine ait bilgilerle, hükümlerle birleştirmeleri, özdeşleştirmeleridir. Hıristiyanlığın tarihi, Yahudiliğin tarihi, Budizm’in tarihi, Ateizmin tarihi denildiğinde, insanların inançları adına ürettikleri fikirler, hükümler gündeme getirilir. Allah’ın gönderdiği dinin uzantıları olduğunu iddia eden, Hıristiyanların, Yahudilerin, Müslümanların insanlık adına ürettikleri, felsefi, sosyal, ideolojik, edebi, bilimsel, hukuksal olguların, Allah’ın gönderdiği hükümlerle birlikte değerlendirilmesi, ne yazık ki insanların temel yanlışıdır. Bir yanda, eksik, yanlış olmayan Allah’ın bilgileri, hükümleri, diğer yanda, eksikliği, yanlışlığı söz konusu olan insanların ürettiği bilgiler, hükümler vardır. Bunların birleştirilmesi, eşleştirilmesi dahi söz konusu olamayacak iken, ne yazık ki insan, benini ortaya çıkarır ve ürettiklerini Allah’ın bilgileriyle birleştirir. Böylece Allah’ın dinine ortaklığını ilan eder. Bunu neticesi ne olur? Bunun neticesi insan, insana dair bütün değerlerine İslam patenti almış olur. Ürettiklerine İslam patenti alan insan, artık ürettiği fikirleri, hükümleri tartıştırmak istemez. Ürettikleri bilgilere, hükümlere İslam’ın bilgisi, hükmü olarak bakan anlayış, kendini dolaylı olarak kutsar. Kutsama insanın kendisini ilahlaştırılmasıyla (tanrılaştırılmasıyla) sonuçlanır.
Müslümanların kültüründe çokça zikredilen şu deyimler, insanın Allah’ın dinine ortak olma, insanlık sınırlarını aşma, kendini (ilahlaştırma) tanrılaştırma eğiliminin uzantısıdır. İlahlıkla (tanrılıkla) hiçbir ilgisi olmayan insanın, ilahlık iddiasını öne çıkaracak bu tür gelişimi çoğu zaman bilinçle yaptığı iddia edilemez. İnsanların yetişme kültürü gayri ihtiyari olarak insanı bu tür söylemler içine iter. İnsanı direkt veya dolaylı olarak Allah’ın dinine ortak edinme eğilimine neden olan deyimleri gözden geçirelim.
İslam tarihi, İslam kelamı, İslam fıkhı (hukuku), İslam edebiyatı, İslam sosyolojisi, İslam devleti, İslam müziği, İslam tıbbı, İslam bilimi, İslam ülkeleri, İslam ekonomisi gibi, örneklerini çoğaltabileceğimiz başına İslam ibaresi yerleştirilen bütün üretimler, ne yazık ki insanın Allah’ın dinine ortak olma eğilimini taşır. Günümüzde sıkça kullandığımız bu tür deyimlerin ne anlama geldiği konusunda yeterli bilince sahip değilizdir. Farkında olmadan insani değerlerimizle, Allah’ın değerlerini birleştirmişizdir.
İslam tarihi, Müslümanların yaşamlarına ait bilgilerdir. Müslümanların kurduğu devletleri, toplumları inceler. Müslümanlar arasından yetişmiş değişik dallardaki bilim adamlarının tarihini inceler. Düşüncede, hukukta, sosyolojide, edebiyatta, bilimde, müzikte, değişik sanat kollarında yetişen Müslümanların hayat hikâyelerini inceler. İslam’ın bizatihi tarihi olmaz. Ama İslam dinine inanan insanların yaşamlarını inceleyen bir tarih olur. Doğrularıyla, yanlışlarıyla İslam’ı yaşamaya çalışan Müslümanların yaşamlarına ait aktarımları İslam patenti ile sunmak doğru değildir. Peki, niçin Müslümanlar, Müslümanların hayatına ilişkin tarihi bilgilerinin adına İslam ismini yakıştırır? Bunun altında yatan nedenleri kesin olarak çözmek zordur. Çoğu zaman farkında olmadan bu tür birikimleri ele alan çalışmaları İslam patentiyle sunmak, çalışmalara kutsallık vermek anlamına gelir. Verilen kutsallıkla insanların yaşamları İslam ile bütünleştirilmiş olur. İslam’la bütünleştirilen Müslümanlar, Müslümanların yaşamları Allah ile ilişkilendirilmiştir. Bu gelişimin sonucu, Müslümanlar İslam dini diye, Müslümanların tarihini, Müslümanların yaşamlarından gelen özellikleri öğrenmeye başlar. Böylece tarihi bilgileri İslam ile bütünleştirmek, Allah’ın gönderdiği bilgilerle, hükümlerle oluşan din bilgilerinin yerini, tarihte anlatılan bilgiler, hükümler alır.
İslam kelamı, İslam felsefesi diye de tanımlanır. Zira Müslümanların tarihinde kelam, Müslümanların inançlarına (itikatlarına) ilişkin düşünce yapısına ait çalışmalara denilmiştir. Temelde, Müslümanların inanç yapısını Allah’ın ayetleri belirlemektedir. Müslüman bilim adamları itikatta zan olmaz. İtikat kesin hükümlerden oluşur. İnsanların zanna dayalı düşünceleri itikat olamaz denilse de, Müslümanların tarihine kelam diye bir tarih eklenmiştir. Kelam ilmiyle, Müslümanların inanç yapılarına birçok inanç kurallarını oluşturulmuştur. Günümüze kadar gelen, Caferi, Şia, Alevi, Maturidi, Eşari, Mutezile, selefi inanç yapıları, insanların düşünce yapısındaki ayrılıklardan kaynaklanmıştır. İslam kelamı veya İslam felsefesi isimleriyle incelenen bu konuların, Allah’ın dini İslam’la ilgisinin olup olmadığı üzerinde durulmadan, İslam’la bütünleştirilmesi söz konusudur. Bu tür gelişimleri, yani insanların itikada yönelen düşüncelerini İslam patentiyle sunanlar, Allah’ın gönderdiği dininin inanç yapısına ortak olmuşlardır. Böylece tartıştıkları konulara kutsallık kazandırarak, küfür boyutundan çıkarmışlar. Kendilerinin de İslam’ın inancına ait kurallar konabileceğini vurgulamışlardır. Onlar ve onları takip edenler için Allah’ın ayetlerinde, dininin hükümlerini koymada tek yetkili olduğunu belirtmesinin bir anlamı yoktur. Caferilerin yaşayan bir Müslüman’ın mutlaka bir Ayetullah’ı taklit etmesi inancı… Ki, Ayetullah, Allah’ın ayeti, yani Allah’ın delili demektir. Caferilerin Ayetullah namıyla nitelendirdikleri insanları Allah’ın ayeti olarak lanse etmelerinin doğruluğu tartışılacaktır. Allah’ın ayetlerinde eksiklik, yanlışlık yoktur. Ama Caferilerin Ayetullah namıyla nitelendirdikleri insandır. İnsan olarak eksiklik, yanlışlık yapma fıtratına sahiptirler. Sünnilerin Eşari ve Maturidi inanç sistemiyle ikiye ayrılan mezheplere tabi olmaları… Osmanlı iktidarlarının Mutezile, selefi düşüncelerini küfür saymaları… Tarihte tartışmalarını sürdürürken, günümüz Müslümanlarının çoğunluğu da, ne yazık ki, mezhebi inançların gölgesinde yaşamak zorunda bırakılırlar. Bazı konular var ki, usulde doğru söylense de, mesela, itikat zanna dayamaz… İtikadi düşünceler kesin delillere dayanır, zanni delillere dayanmaz. Tatbikatta bu kurallara uyulmamış, inanca ait kurallar, kesin olmayan delillere, insanların doğruluğu tartışılır zanni görüşlerine göre oluşturulmuştur. Oluşturulan düşüncelerin önüne İslam patenti eklenerek, insanların düşünceleri İslam olarak vurgulanmıştır. Hâlbuki İslam’ın görüşü olmaz. İslam Allah’ın insanlara gönderdiği bilgilerden, hükümlerden oluşur. Allah ayetlerinde Müslümanların neye, nasıl inanacaklarını, neyi nasıl yaşayacaklarını bildirmiştir. Tartışılan tüm konular ayetlerin dışında veya ayetler tevil edilerek yapılmaktadır. Ayetlerin dışında, ayetler tevil edilerek yapılan bütün yorumların İslam’dan sayılması mümkün değildir. Böyle olmasına karşın, yazık ki Müslümanların tarihine insanların yorumları İslam dininin hükümleri olarak yazılmıştır.
İslam hukuku, Allah’ın insanlara ayetleriyle belirttiği farz, haram, helal hükümlerinden oluşur. Kur’an-da bunların sayısı çok azdır. Ancak tarihte Müslüman hukukçular, yani fıkıhçılar, çıkan sorunlara çözüm bulmak için birçok hukuki hüküm koymuşlardır. Hukuk usulü veya fıkıh usulü konularında, metodik yapılanmaları anlatılan, Müslüman hukukçuların hüküm koymaları, Allah’ın hükümlerinin olmadığı yerlerde hüküm koymak olarak ifade edilir. Allah’ın hüküm koymadığı konular, sorunlar, alanlarda Müslüman hukukçuların hüküm koymasını, İslam’a bağdaştırma, İslam’dan sayma anlayışı, insanın Allah’ın dinine ortak olma eğiliminden ibarettir. İşin aslında Allah gönderdiği hükümlerle, Müslümanların uyacakları konuları belirlemiş, belirlemediği konularda insanları serbest bırakmıştır. Müslümanlar Allah’ın hüküm belirlemeyip insanları özgür bıraktığı alanlarda, sorunları kendisi çözecektir. Allah Müslümanlara bu hakkı vermiştir. Müslüman’ın Allah’ın özgür bıraktığı alanlarda, düşünmesi, hükmi sonuçlara ulaşması neden İslam’la bütünleştirilir? Neden Müslümanlar ürettikleri hukuki kararların başına İslam hukuku diyerek, kendi insani görüşlerini, Allah’ın hükümleriyle eşleştirir? Böyle bir durum insanın Allah’ın dinine ortak olması olarak değerlendirilmez mi? Sorularına karşılık Müslümanlar yeterli netlikte cevap sahibi değillerdir. Bir yanda geçmişlerinden kendilerine aktarılan, mezhepleri vardır. Mezhepleri Allah’ın hüküm koymadığı alanlarda Müslüman hukukçuların oluşturduğu usulü ve hükmi kurallardan oluşur. Bir yanda, atalarının din adına kendilerini şartlandırdığı, mezheplerin din sayılması vardır. Bugün Müslümanların İslam kelamı, İslam fıkhı dedikleri bilimler, itikatta veya amelde bir mezhebe bağlanmayanları Müslüman kabul etmez. Onlara göre, insanların görüşlerine göre inanmayanlar, amel etmeyenler İslam’ın dışına çıkmışlardır. Bir Müslüman ben Allah’ın ayetlerinde bildirdiği konulara inanırım, hükümlere uyarım dese, onlar bu yetmez derler. İllaki inançta ve amelde bir mezhebi taklit etmeyi öne çıkarırlar. Taklit kavramı içinde insanları insanlara kul yaparlar. Belki de, mezheplerin kurucuları olduğu söylenen ilim adamlarının böyle bir olguyla ilgisi yoktur. Onların sırtından çıkar sağlayanlar, onların görüşlerinin önüne İslam ismini takarak, mezhebi görüşlere, dokunulmazlık, tartışılmazlık, sorgulanamazlık olgusu kazındırmak istemişlerdir. Ne var ki mezheplerin tarihi gelişimi incelendiğinde, mezheplerin taraftarlarına veya tabilerine, inandıkları mezhepleri sorgulattırmayan, tartıştırmayan, dokundurmayanlar, diğer mezheplerin her görüşünü tartışmada, sorgulamada sınır tanımamışlardır. Onların bu tutumu, Müslümanların tartışmayacağı Allah’ın ayetleri gibi mezheplerin görüşlerini algılamaları, mezhebi görüşlerle ancak dini algılamaları, Allah’ın dinine ortak olmaları sonucu doğuruyor. İnsanların görüşlerini İslam patentiyle sunup, İslam hukuku diyenler, sanki mezhebi görüşlerini İslam ile güçlendirmek istemişlerdir. Güçlendirme isteğinin altında, görüşlerine güvensizlik olabilir. Eğer kendi görüşlerine güvenselerdi, İslam’ı doğru anlasalardı, insanların hukuki görüşlerini İslam ile sunmazlardı. Ancak burada asıl sorun onlar bu yargılarıyla hükümde Allah’a ortak olmaktadırlar. Bugün İslam fıkhı (hukuku) diye belirlenen hükümlerin yüzde doksanından fazlası insanların görüşlerinden oluşur. İnsanların görüşleri günümüzdeki Müslümanların inançlarına, yaşamlarına ambargo koymuş… Dün kendi görüşlerini rahatça söyleyebilen insanlar gibi, günümüzde Müslümanlara rahatça görüşlerini sunma imkânı verilmemiştir. Bu durum insanın insanı köle kılmasından ibarettir. Bunu sonucu “kulun kullara kulluğu” olarak niteleyebiliriz. Hâlbuki İslam insanları Allah’a kullara çağırır. Kulların kulluğunu ret eder.
İslam edebiyatı, İslam’da müzik, İslam bilimleri, İslam’da tıp gibi tabirler ne demektir? Düşünebiliyor musunuz? Bir Müslüman çıkıyor, hikâye, şiir, roman, kaside, naat yazıyor. Adı İslam edebiyatı oluyor. Bir Müslüman çıkıyor, içinde Allah, Muhammed geçen müzik yapıyor adı İslam müziği oluyor. Bir tıp doktoru çıkıyor, tıp üzerinde araştırmalar yapıyor. Bazı buluşlar yapıyor. Hastalıklara çözüm buluyor. Bütün bu gelişmeler İslam tıbbı oluyor. Yine bir Müslüman çıkıyor. Fizik, kimya, matematik konularında kendini geliştiriyor. Bazı buluşlar yapıyor. Bütün bu çalışmaların adı İslam bilimi oluyor. Böyle bir şey olabilir mi? İslam ile bunların ilgisi nedir? Niçin insanlar yazdığı şiiri, hikâyeyi, romanı, yaptığı müziği, bulduğu buluşları İslam ile bütünleştirirler? Niçin Müslümanlar bu tür gelişmelerin başına İslam patenti yapıştırır?
Olayın özüne bakıldığında insanın ilahlaştırılması (tanrılaştırılması) vardır. İnsan sanki bilinçaltında bir türlü yaratılmışlığı kabul edemez. Allah gibi yaptığı her şeyi, bulduğu her buluşu, ürettiği her üretimi yaratılıcılıkla eşleştirmeye çaba gösterir. Bu yönde kendini destekleyecek ayetlerden yorumlar üretir. Resulü Hz. Muhammed adına hikâyeler, sözler uydurur. Yaratılmış sınırlarında kalmak istemeyen insan, yaptıklarına İslam patenti ekleyerek, bütün üretimlerini Allah’ın gönderdiği dinin kapsamında gösterir. Haddini bilip, benim ürettiklerim eksiğiyle, fazlasıyla bana aittir. Allah ile Allah’ın diniyle ilgisi yoktur demez. İnsandaki bu hırs ne yazık ki hesap günü başını yakacaktır.
Müslümanlar, Allah’ın ayetlerinde anlattığı yolu anlayacaklarına, ayetlerden, tıp, müzik, edebiyat, bilim çıkarmaya çalışırlar. Kimi elinde sondaj, ayetler arasında petrol arar. Kimi, matematik, fizik, kimya arar. Kimi hastalıklara çare olacak ilaçlar arar. Ama bir türlü, dünya yaşamını Allah’a göre nasıl yaşacağız sorusunu sormaz. İslam adına bildikleri, namaz, oruç, abdest, haçtır. Bunun dışındaki konularda imtihanlar kaybolur. Neden? Çünkü Allah’ın ayetlerinde dolaşırken amaç bir yaşam düzeni çıkarmak değildir.
Günümüzdeki en tehlikeli gidişatlardan birisi, artık ayetler insanların görüşlerine destek için okunuyor. İslam adına Müslümanların ayetlerden anladıkları, ayetlere dayandırılarak, aynı fikirde olmayanlara karşılık silah olarak kullanılıyor. Neredeyse hemen herkes, bir ayeti okuyup anladığını, kesin olarak o ayetin anlamı olarak vurguluyor. Ayetten benim anladığım demiyor. Hemen ayetin anlamı budur. İslam budur. Allah böyle diyor, diyorlar. Biraz alçak gönüllü olup, bugünkü kültürümle ben bunu anlıyorum. Belki yanlış anlıyorumdur. Belki daha doğru bir anlayış vardır demiyor. Kişilerin kendi yorumlarına İslam patenti yapıştırmaları… Yorumlarını Ayetlerin anlamı olarak insanlara sunmaları doğru değildir.
Öncelikle şunu kavramamız gerekir. İnsan olarak bizim, ister ayetlerin mealinden okuyalım, ister Arapça aslından okuyup Arapçamızla anlayalım, anlayışlarımız insanidir. İnsani olan anlayışlarımızı İslam olarak vurgulamak yanlıştır. Anladıklarımızı, ayetlerin direkt, Allah’ın ayeti gönderdiği anlamındaki anlam olarak vurgulamak yanlıştır. Aceleci tavrımızı bir kenara bırakıp, “benim bu ayetten anladığım budur” demekte yarar vardır. Anlayışlarda ısrarcı olmayı bırakıp, başka anlayışları dikkate alacak kapıları açık tutmakta yarar vardır. Hayatımızın kavşaklarında, önceden yanlış anladığımız, yanlış bildiğimiz nice şeyleri değerlendirdiğimizde, yarın bugünkü anlayışlarımızın da değişebileceğini düşünmemiz gerekir. Anlayışlarımızda ısrarcı, kesin tavırlı olmak, öncelikle kendimize zarar verdiği gibi, anlayışlarımızı ayetlere, İslam’a hâkim kılmak olarak sonuçlanır.
Allah’tan gelmeyen hiçbir şeye İslam patentini yapıştırmamak gerekir. Müslümanların görüşleri Müslümanlara aittir. Hatta okuduğumuz ayetin aslının Allah’tan, anladığımız anlamın bizden olduğunu vurgulamamız daha doğrudur. Müslümanların hukuki görüşleri Müslümanlara aittir. Müslümanların inanca dair görüşleri olamaz. İnancın ilkelerini Allah “muhkem ayetleriyle” bildirir. Bunun ötesine geçmek yanlıştır. İnsanların ürettikleri, sanat, edebiyat, bilim konuları insanlara aittir. İslam ile bütünleştirmek yanlıştır. İnsanların yaşamları insanlara aittir. İnsanların yaşamlarını İslam ile bütünleştirip kutsamak yanlıştır. Müslüman hukukçular… Müslümanların tarihi… Müslüman şairler. Müslüman hikâyeciler… Müslüman romancılar… Müslüman yazarlar… Müslüman tıpçılar… Müslüman bilim adamları… Müslüman müzisyenler diyebilirsiniz. Müslümanların her alandaki düşüncelerini, üretimlerini Müslümanlara mal ederek anlatabilir. Tarihini yazabilirsiniz. Ama bütün bunları İslam’a mal edemezsiniz. Zira bunların İslam ile hiç bir ilgisi yoktur.
İslam devleti diye bir şey olmaz. Kur’an-a bakınız. Bir tane devlet kurmayla ilgili ayet olmadığı gibi, “ey Müslümanlar birinci göreviniz devlet kurmaktır” diye de bir ayet yoktur. Ancak Allah iktidar’dan, iktidar nimetinden söz eder. Allah Müslümanlara devlet kurmayı nasip edebilir. Müslümanlar böyle bir sonuca ulaştıklarında, Müslüman olarak nasıl davranacaklar, Allah bunun kurallarını ayetlerde belirtir. Müslümanların kurduğu devlette her şey Allah’ın istediği gibi olmayabilir. Yöneticilerin zaafları, eksiklikleri, yanlışları olabilir. Böyle bir durumda bizler Müslümanların kurduğu devleti, İslam devleti tanımlamasıyla tanımlarsak kutsamış oluruz. Müslümanların kurduğu, kuracağı hiçbir devlet, İslam patentiyle şereflendirilmez. Bunu yaparsak, o devletin bütün zaafları, eksiklikleri, yanlışları İslam ile bütünleştirilmiş olur. Bu bağlamda, İslam ekonomisi, İslam sosyoloji gibi tabirler de yanlış olur. Allah’ın koyduğu yasalar çerçevesinde, Müslüman toplumlarda ekonomi, sosyoloji gelişir. Ancak İslam Ekonomisi, İslam sosyoloji alanlarında kitap yazanlara baktığımızda, İslam’ın hükümlerinden çok, Müslüman ekonomistlerin, sosyologların görüşlerinin tartışıldığını göreceğiz. Müslüman ekonomistlerin, sosyologların görüşlerinin İslam’la ne ilgisi vardır? Aynı şekilde İslam’da siyaset başlığı açıp, bir Müslüman yöneticinin nasıl olması gerektiğini Ayetlerden yapacağımız alıntılarla anlatacağımıza, Müslüman yöneticilerin hayat hikâyelerinden örneklerle yaparsak ve adına İslam’da siyaset dersek olmaz. Elbette tarihimizde Müslüman yöneticilerin güzel örnekleri vardır. Ama onları İslam diye sunma yerine, Müslümanların güzel örnekleri diye sunmakta yarar vardır.
Konuyu genişletebiliriz. Ancak işin özü, insani değerlerle, Allah’ın gönderdiği dini bütünleştirmek yanlıştır. İnsanın ilahlaşma eğilimi olan bu tür davranışlardan sakınmak Müslümanların temel düsturu olmalıdır. Ne yazık ki, Müslümanlar yenik düştükten sonra, geçmişlerini kutsamak adına, tarihlerinin, bilimlerinin, hukuklarının, felsefelerinin önüne İslam kelimesi getirmişlerdir. Dışarıdan gelen her türlü saldırıya karşı, içte kendilerini üstün tutabilmek için İslam kelimesine sarılmaları yanlıştır. Müslümanlar ancak, Allah’ın ayetlerini doğru anlayarak, saldırılara karşı kendilerini koruyabilirler.
Allah bize dinini anlamayı, haddimizi bilmeyi öğretsin inşallah. Kul olduğumuzun bilinciyle hareket ettiğimiz müddetçe, huzurdaki hesabımızın kolay olacağının bilincinde olmayı nasip etsin inşallah. Kendi üretimlerimize İslam dememeyi nasip etmesin inşallah.
YORUMLAR
Çok güzel bir makaleydi. Emeğinize teşekkür ederim. Hakkında sarih nas olan hiçbir şeyi hiçbir Müslümanın tartışmasız kabul etmesi ve uygulaması zaten farzdır. Bunun dışında kalan meseleler ise "Bism. Ulaike ulil elbab" ayeti kerimesi çerçevesinde düşünülür ve çözülür. Her soruna İslam bir çözüm önermiştir bu bakımdan.
" İnsan üretimlerinin, mücadelesinin sonucunda oluşan değerlerinin, Allah’ın insanlara gönderdiği bilgi ve hükümlerle özdeşleştirilmesi mümkün değildir." cümleniz çok anlamlı. Bu uzun makalenin özeti gibi. İnsan üretimi düşünce ve yaşama biçimleri İslam ile çelişebilir. Özellikle de bu ideoloji ise, İslam'a alternatif bir yaşam biçimi öngörüyorsa bu küfürdür. Müslüman "Elhamdü Lillah" dediğinde kendini her bakımdan ifade eden insandır. İslam'ın kendini tanımlamak için insan üretimi bir ideoloji, öznel düşünceye ihtiyacı yoktur.
İslam'a katma davranışının bir de tam tersine "İslam'dan Çalma" davranışı da var. Örneğin "Şehit" kavramının başına türlü türlü sıfatlar, ideolojiler eklenerek kullanılıyor. Oysa şehit "Allah'ın yolunda mücadele ederken katledilenler için" Kur'an'da kullanılan bir tabirdir. Bunun dışında Allah'ın şehit kabul ettiği bazı istisna ölüm durumları da vardır ancak; bakıyorsun adam Marksist mücadelesi için hayatını kaybedene "Devrim Şehidi" gibi çarpık bir tabir kuruyor. Keşke bir de bunu akademik bir çerçevede yazsanız. Çok memnun olurum.
MEHMET ÇOBAN
Akademik çerçevede yazmam zor. Zira Akademisyen değilim. Halkın anlayacağı şekilde, anlam, duygu yüklü yazmayı yeğlerim her zaman.
Akademik yazılanlar ders kitabı gibi oluyor.