Bir yaşam, bir öykü ve bir hikâye:
Işıklar sönmüştü koşup mumu getirdi ve yaktı
kadın.
Hayat arkadaşı kanepeye oturdu ve
kadınıda yanına çağırdı. “gel dedi, gel otur nasılsa elektrikler yok. Otur dinlen” ve
kadın usulca kocasının yanına oturdu. İkisi de suskundu. “hadi dedi
kadın hadi bir oyun oynayalım. Bana beni, beni anlat. Seninde gözünde, senin dilinde, senin yüreğindeki beni bana anlat.” Adam çok şaşırdı hiç beklemiyordu. Kadın: “evet dedi seni dinliyorum.” Adam Sustu uzunca sustu. Kadın bu arada zihnindeki sayfaya suskunluk noktalarını koyuyordu. Uzunca bir nokta kuyruğu oluşmuştu zihninde. Adamın dilinden düşen birkaç cümle…
“nasıl anlatılırsın ki bilmem,
Mutlaka diyeceksin öyle miyim ben.
Tarifi tarifsizsin sen, işte bilemiyorum ki nasıl söylesem…
Bu kadar mı” dedi
kadın bu kadar mı? Adam
kadının elini tuttu ve: “seni anlatmaya cümle bulamıyorum ama seni çok seviyorum.”
Adam
kadına döndü peki sen anlat dedi beni bana anlat:
Ve
kadın başladı:
“sen sol yanımda bir şeysin işte,
Çırpınıp duran, damarlarımda kansın dolaşan,
Bende bensin ve bedenimle bütün gibi bir şeysin işte…
Suskunsun beni incitmeye korkan,
Ve göz
bebeklerime bakan, nasılmışım diye meraklanan,
Dünyamsın
dünyada mekân, örtüsün bana beni ısıtan.
Duygularımsın şiirlerde
aşkı anlatan ve eşsin bana eşsizliğimi paylaşan…
Yalnız yollarda elimi tutan, üşüdüğümde üstümü örten, susadığımda suyumu getiren…
Sen duamsın benim her sabah,
Ve beş
vakitte âmin dediğim dileklerimde,
Akşama dön diye.
Sağlığına mutluluğuna ve varlığına adaklar adadığımsın,
Ve iyi ki varsın…”
Kadın daha anlatacakken elektrikler gelmişti bile. Adam
kadına döndü ve keşke hep mum ışığında kalsak ve hep bize bizi anlatsak…
DUDU BAYRAM EYEOĞLU