Kendime mektuplar (III)
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bu günümün adı çocukluğum…
Dedemi anlatmakla başlayacağım yazıma. Benim için harika bir yürek olan dedemi. Motorcu Osman’ı…
Dedem çok çalışkan bir insandı. Hayatı zorluklarla geçmişti. Kemikli bir yüz yapısı, koyu kahve gözleri, gür saçları ve kaşları vardı. Kaşlarını Atatürk’ün kaşlarına benzetirdim. Güçlü kolları vardı bir de… Etrafında sevilen yardımsever bir insandı. Hoşgörülüydü aynı zamanda. İnsanları severdi. İnsancıl yanını çok severdim . Sorunlara hep sıra dışı ve kimsenin üzülmeyeceği çözümler bulması gözümde büyütmüştü dedemi. En çok bu yönünü seviyordum.
Ailemin üçüncü çocuğuyum. Benim erkek olacağımı umut etmişler hep annemin karnındayken… Ama bir hayal kırıklığı; üçüncü kız çocuğu olarak dünyaya gözlerimi açmışım. Hayal kırıklığına uğrattığım halde dedem bana eşinin yani ninemin adını koymuş. Gerçi babaanneme çevresinde “Güllü “derlerdi. Otoriter bir Osmanlı kadını… Dedemin ikinci eşi. Birinci eşinden çocuğu olmamış ve babaannemle evlenmiş. Babaannemin ise üçüncü eşi. Ninemin birinci eşi askerde iken ölmüş. Hiç çocuğu yok ondan. İkinci eşi ise askerden döndükten kısa süre sonra veremden. Ondan bir erkek çocuğu var. Amcam. Son eşi olan dedemden de babam.
Çocukluğumun ilk güzel anıları dedemle olanlardır. Belki de dedemle aramdaki özel ilişkide benim adımın da bir ilgisi vardır kim bilebilir ki. Geniş bir ailemiz vardı. Bu geniş aileye çoğunlukla komşularda katılırdı her akşam. Eski tip Anadolu evlerinde ocak bulunur. İşte o ocakta ısınılır kış mevsiminde. Yemek yapılır, yemekten sonra da mısır patlatılır ya da fıstık kavrulur. Ve en sonun da közde kahve faslı… Çocuklar içemezdi kahveden. Özellikle kış gecelerinde dedemin masalları çok ünlüydü. Bazı günlerde de babam bizimle oyunlar oynar, bilmeceler sorar ve hikâyeler anlatırdı. Annem her daim çalışır bize yemekler hazırlardı. Çok çalışkan bir kadındı annem.
İki ablam var demiştim ya aralarında hep kavga ederlerdi. Ben genelde aralarında kalırdım. İşte günlerden bir gün yine aralarında kaldım ve kahvaltı sofrasında burnuma aldığım bir darbeyle burnum kanamaya başladı. Ağlamaya başladım. Dedem elimden tutup beni bahçeye çıkardı ve beni konuşmalarıyla yatıştırdı. Dedemle bahçede yürüyüşlerimiz ve sohbetlerimiz böyle başladı işte. Ve devam etti. Öfke duymuyordum ablalarıma. Sadece canım acımış ve korkmuştum. Onların kavgalarına karışmazdım ve onlar gibi isteklerde de bulunmazdım. Ama onların arasında bir rekabet olduğunu anlardım. Ben daha çok kendi halimde biriydim. Canım sıkılınca bahçeye, ağaçların dibine gider oralarda vakit geçirirdim. Ya da evimizin yakınındaki ormana. Bazen ineklerimize ot toplar onları beslerdim. Bazen de çalı çırpı. Dedem çok sevinirdi benim böyle şeyler yaptığımı görünce. Hep şöyle derdi böyle zamanlarda “bir gün büyüyüp yuva yaptığını da görsem “.çok hoşuma giderdi. Artık dedem hep beni yanında götürür oldu bahçeye giderken. Keçiboynuzu toplamaya, erik toplamaya, üzüm toplamaya, odun kırmaya… Dinlenme anlarındaki sohbetleri çok sever olmuştum. Onun yanında günler geçerken ablalarımın gereksiz kavgalarından ve arada kalmaktan da kurtulmuş oluyordum.
Çok fazla ağacı vardı dedemin. Her çeşit ağaç. Üzüm, armut, elma, erik, zeytin, keçiboynuzu, badem vb. zeytin ağaçlarının dipleri açılmalıydı toplanmadan önce. Ve süpürülmeliydi. Her yıl bu işlemler tekrarlanırdı. Ben genelde süpürme işlerini yapardım. Çok zahmetli bir işti zeytin toplamak. Hep birlikte toplardık. Bir defasında zeytinleri sattığında harçlık ta vermişti dedem… Önce Almak istememiştim. Ama ısrar edince aldım. Her pazara gittiğinde bize hediyeler alırdı o yüzden almak istememiştim.
Bir gün babam tüm aile tarlada çalışırken beni eve göndermişti su götürmem için onlara. Ben eve gitmiş fakat ilerde bir karaltı gördüğüm için korkmuş geri dönememiştim. Uzunca bir zaman geçince merak edip arkamdan ablamı göndermişler. Bakmış ki ben oturup taş oynuyorum. Bu olay oldukça çok söylendi ve alay konusu oldu. Ama itiraz da etmedim. Sesimi çıkarmadım. .korktuğuma inandıramazdım ki. Ama sadece dedeme söyledim bir şey gördüğümü ve korktuğumu. Dedem bunu masala çevirdi. Ve böylece alay konusu olmaktan çıkarıp mizahi bir durum halini almıştı. Bana sorular soruyordu:
—Rengi karamıydı?
—Evet karaydı.
— Kolu vardıydı?
—Vardı
—Kaç kolu vardı?
—Üç
Sorular devam edip gidiyordu. Cevaplar da… Böylece bir garip canavara dönüşmüştü karaltı. Bir masal kahramanı yaratmıştık dedemle. Bu artık her akşam eğlencemiz olmuştu. Bana anlattırıp hep birlikte gülüyorduk. Dedemin sorularıyla her gün biraz daha farklılaşıyordu kahraman. Ben de artık bunun oyun olduğunu kavrıyor ve hiç zorlanmadan katılıyordum. Oldukça da eğleniyordum.
Okul zamanı gelmiş, ablamlar okula başlamışlardı. Bazen bende okulun yanına gidiyor ama içeri giremiyordum. Çok canım sıkılıyordu. O yüzden hep okulun etrafında olmaya başladım. Nasıl başladığını bilmiyorum ama şöyle bir şey hatırlıyorum öğretmen benimle ilgileniyor, sohbet ediyor ben de ninemin cebime doldurduğu mısır patlağından ikram ediyordum ona. Bir yıl böyle geçti. Çok mutluydum.
Yaz geldi. Sonra okullar yine başladı. Ben de okula gideceğim diye tutturdum
Babam öğretmenle konuştu. Yaşı küçük alamam demiş. Kayıtsız gitsin demiş. O dönemlerde kayıtsız bir yıl gidilebiliyordu. Bu defa da sıra yok demiş. Ama ben sürekli evden kaçıp okula gidiyorum. Okula gideceğim diye tepinip sorun çıkarıyordum. O uysal hiçbir şeye karışmayan kendi halinde ki kız hırçınlaşmıştı. Babam da bunun bir çaresini buldu. Dedem, babam ben birlikte ilçeye geldik. Ve koluma bir damga vurdular. Yaşımı büyütmüşler. Öyle dedi babam. Okula gidebilmen için. Ben havalarda uçuyordum. Okula başladım. Tabii öğretmenim bu durumdan hiç hoşlanmamıştı. Benim sıram yoktu. Pencereyi gösterdi. Oturacak yer yoktu. Sadece masa gibi pencereyi kullanabilecektim. Ve bir yıl pencere de yazdım. Sıramın olmamasını hiç sorun etmedim. Benim için önemli olan okula başlamamdı ve bu gerçek olmuştu.
Öyle çok çalışıyordum ki, bütün ödevlerimi yapıyordum. Hiç aksatmıyordum. Öyle ki büyük ablamı uykusundan uyandırıp “g” harfini nasıl yazacağımı göstermesini sağlamıştım. Kızmıştı ama yine de gösterdi.”g” harfinin yazımında zorlanmıştım nedense. Dedem de mısır taneleriyle bana yazı yazmayı öğretiyordu. Dedemin ve babamın çok katkısı olmuştur. Annemden de resim dersinde yardım alırdım. Çok başarılıydım. Özellikle babam çok mutluydu. Her işi biraz yavaş yapıyordum ama en iyi şekilde yapmaya çalışıyordum. Babam bu yönümle gurur duyar bunu hep söylerdi. O yıl okula başlayanlardan ilk ben okumaya geçmiştim. Hızlı da okuyordum
Öğretmenim hiç onore etmemişti beni. Dert etmiyordum ama bana da kızgın olduğunu düşünüyordum babamla birlikte. Okulların kapanacağı son hafta okul pikniği yapılırdı. Bir kamyon bulunmuştu. Kamyonun kasasında gidecektik. Bir gün önceden yemekler, çörekler hazırlandı. Sabah kamyona binmeye gelmişti sıra. Ama o kadar çelimsizdim ki kamyonun merdivenine yetişmiyordu ayaklarım. O zaman öğretmenim kucaklayıp bindirdi. Kucağına aldığında kulağıma fısıldadı. ‘’Ben seni okula almak istememiştim küçük olduğun için ama sen çok başarılı oldun. Aferin “. Dünyalar benim olmuştu. Piknikte de herkesin sofrasına geldi. Her sofradan bir lokma aldı. Bu onur verici bir durumdu.
Deniz kenarına gitmiştik pikniğe. Bizim oralarda feslikanlı denilen bir yer var oraya. Ve o gün deniz kenarında bir denizyıldızı bulmuştum. Götürüp öğretmenime hediye etmiştim mutlulukla…
.
Dedemle ilişkilerimiz hep iyi oldu. Ama hastalandı sonra dedem. O kara hastalık kanserdi. Ona hiç söylemesem de o benim koruyucu meleğimdi. Hastalığı gün geçtikçe ağırlaştı. Altı ay yatmak zorunda kaldı.
Annem hastalık konusunda çok titizdi. Ben dedemin karyolasının yanına oturur. Sohbet ederdik. Bundan çok haz alırdık ikimizde. Bir gün annem çok yaklaşma dedene demişti. Ben de öyle yapmıştım sanırım. Dedem farkına vardı ve açıklama gereği duydu. Şöyle demişti:””benim hastalığım bulaşıcı değil” Sonra ellerini tutup yanağına bir öpücük kondurup eskiden olduğu gibi yaklaştım dedeme. Çok üzülüyordum ama bunu hissettirmek istemiyordum. Öyle geçti günler. Günler günleri kovaladı.
Okula başladığımın ilk yılıydı dedemin hastalanması. İkinci sınıfa başlamadan da kaybetmiştik. Kaybettiğimizin ilk günü bizi odadan çıkarıp diğer odada yatağımıza yatırmıştı annem. Gözlerimi kapattığımda dedem merdivenlerden çıkıyordu şalvarı ve ona çok yakışan çizgili gömleğiyle. Bu görüntü o gün hiç gitmedi gözümün önünden. Rüya değildi. Sadece görüyordum. Özlem giderir gibi. Sanki bir daha göremeyeceğimi hissetmiştim.
Ve gitmişi. Yoktu. Hep dolandım bahçede onunla gezdiğimiz yerlerde. İkinci yıl biraz derslerimi de bırakmıştım. Anlamıyordum derslerimi. Çünkü Kafam hep dedemin yokluğuyla meşguldü. Sonra babama verdim dedeme olan ilgimi.
O yıl fırtına da Zeytinlerimizin hepsi yıkılmıştı. Şöyle düşünmüştüm. Dedemin zeytinleri de ağlıyor yaşamak istemiyorlar. Zarar çoktu zeytinlerde .geçimimizi sağlamak için babam şoförlük yaptı bir süre. Ben hep babamı beklemeye başladım özlemle. Köyün ortasından bir dere geçerdi. Kışları taşardı. Bir gün babam için “ Rıfat’ı sel almış dediler.”okulu bırakıp eve gittim. Anneme sordum. Hayır dedi ama gözlerinde kaygı vardı. Sonra selin babamı almadığını, ama aracının kaldığını öğrendim. Babam sağdı yani bir şey olmamıştı. Ama öyle çok korkmuştum ki dedem gibi babamı da kaybetmekten.
Hep uysal biri olmuştum. İnsanların yaşam alanlarına müdahale etmek istemedim. Üzülüp incindiğimde ağaçlara, ormana, çiçeklere böceklere sığındım. Ve dedeme, babama ve bana değer veren diğer insanlara. Onlara öyle bağlandım ki kaybettiğimde de o kadar derinimde hissettim yokluklarını. İşte ne zaman birini kaybetsem ya da bir ağaç yıkılsa veya bir orman yangını olsa ben en derinimde hissederim yokluklarını…
İşte hep bu kaybetme korkusu etkilemiştir en çok beni. Öyle ki kaybettiğimle birlikte ben de kaybolmayı istemişimdir çoğu zaman.Sadece insanlara mahsus bir şey değildi bu. Tuhaf gelebilir başkalarına bu durum belki. Beni anlayan anlatan her şeye karşı bağlılıktı bunun adı.
Sevgili dedem hala özlüyorum seni. Sohbetlerini, beni korumanı, hoşgörünü, sevgini. Ve senin yanına sürekli sevdiklerimi gönderiyorum. Ninemi, kardeşimi, en son da babamı gönderdim. Şimdi hepinizi öyle çok özledim ki.
Bazen gözlerimi kapatıyorum ve köydeki evimizin bahçesinde görüyorum hepimizi. Ben yine küçük bir kızım, ablalarımın arasında kalmışım. Sen beni yanına çağırmışsın ;sonra da bahçeye inmişiz. Hemen gözyaşlarım dinmiş ,kahkahalarla gülüyorum. İkindi vakti olunca ocağın başında ninem en çok sevdiğin akıtmadan yapıyor, afiyetle yiyoruz yanında çayla. Babam geliyor pazardan elleri dolu. Akşam yemeğinden sonra oyunlar, bilmeceler ve masallar…
Ertesi gün hep birlikte bademleri topluyoruz. Güle oynaya… Bir taraftansa kırıp taze taze yiyoruz. Ben taze bademi daha çok severim bu arada.
Küçük kız hala çocukluğunu özlüyor ve çocukluğundaki hayatını…
Ben diyorum ki; gelsem oraya orada da yapabilir miyiz bunları? Çocukluğumu bulabilir miyim?
gülsüm öztomurcuk
22 aralık 2013/ 20.08 manavgat
YORUMLAR
Mektup da olsa, bir öykü tadı aldım. birinci tekil formuyla ve yazar kendi yorumunu da katarak öyküyü sarıp sarmalamış. Tabi eksik yanı diyalogların az olmasıydı. Çocukluk yılları, çok kimselerin unutamadığı anlardır ve/veya sahnelerdir. Dil hakimiyeti sade, anlatımı doğaçlamaydı; anlık ve içinde geldiği gibiydi.
Öykünün teması çocukluk ve hayata çocuk gözleriyle bakmaktı, finali güzel bir vurguyla bitirmiş ve bence öyküyü bu vurguyla, herkesin çocukluk yıllarına özlemi olduğunun hikayesiydi bir bakıma...
Kutluyorum... Gayet başarılı bir çalışmaydı
maviege
Yazıyı okurken
seninle birlikte çocukluğuna giden
küçük bir kadın var şimdi burada
Nasıl yorum yapacağını
Hatta bu yazıya yorum yapamayacağını düşünen...
Garip bir duygunun içinde kaldım
Yazmakla yazmamak arasında
Kalmakla gitmek arasında
Susmakla konuşmak arasında...
Ama en çok da yazıyla birlikte gittiğim
çocukluğumdan dönüp dönmemek arasında...
Çok güzel bir paylaşımdı, teşekkürler...
Dostça , hep...
maviege
dostlukla.
keşke
bu kadar içten
kendinizi yazmasaydınız
keşke bu kadar duru anlatmasaydınız
sözcükleri çocukluğunuzu anımsatan anılardan seçmeseydiniz
gizli bir hüzün eklemeseydiniz anlattıklarınızın üzerine şemsiye niyetine
akşam akşam keşke okuru
O Ses Türkiye'ye adapte olmasını engellemeseydiniz
ne diyeyim ki
kalem diyor
ben
ben
ben
tebriklerimle
inanılmaz bir yazıydı
düş'lerinizin her dam yeşil olması dileğiyle
maviege
merhaba,
siz demiştiniz ya hani dedeni yazmakla başlayabilirsin diye .
öyle işte ...
yazdım. çok mu içli olmuş ki
ama sizin yorumunuzu okuyunca tekrar okudum yazıyı ve birkaç damlacık kendiliğinden usulca aktı gözlerimden...
işte böyle sevgili arkadaşım denize sevdalı yürek