kalamayanlardan giidemeyenler.
bitikti, yitikti, kırıktı, yorgundu kadın. ne canının çektigi sigarayı yakacak takati vardı ne önünde açık duran kitaba bakacak hevesi. tek bir resimle o günkü planları rafa kalkmıştı. karşısında duran bilgisayarının ekranından ona bakan adama adanmış milyonlarca anı geçti gözlerinin önünden. onlu onsuz yaşanan günler geceler geçti içinin mevsimlerini öldürerek aklından. biliyordu kaçınılmazdı bu son. ayrılığın kaderidir yeni başlangıçları beraberinde getirmesi. ama şimdi olması bugün bu saat olmasının bir hikmeti olmalıydı. yoksa dayanamazdı. gittiği günden beri hep içinde tuttuğu ’o geri gelir, bensiz yapamaz ki, bitiremez ki hemen o kadar yaşanmışlığı’ umudu yerle bir olmuştu tek resimle. elini tuttuğu o kadın bendim bir zamanlar. o benim gözlerime böyle bakar, o bana böyle susardı başkasına bakamaz öyle dedi.
kalk dedi kendine. kalk bir sigaa yak bir kahve yap hırkanı al üstüne çık balkona onun seçtiği minderlere otur. onunla seyrettiğin muazzam torosların karlı zirvelerine bak. onun uğruna geldiğin şehirde onun uğruna yaşadığın hayatı bir tat dedi. biliyordu pişman olmadığını ve olmayacağını. bu sevgi daha çoğunu haketmişti onun gözünde.
gitti mutfağa onun kupasının yanında ki renkleri solmuş kupasını aldı onun sevdiğini bildiği kahvesinden koydu, doğum gününde aldığı hırkayı giydi ve ona doğru ondan uzklaşarak balkona gitti. ne manzarayı gördü ne soğuğu hissetti. buz kesen elleri değil kalbiydi. ve bilirdi en geç kalp ısınırdı.. .
-------
onu ilk arkadaşının yanında görmüştü. o anı hatırladıkça yıllar sonra bile anlam veremediği bir bütünlenmişlik tamamlanmışlık hissetmişti. hatta kızmıştı kendine ilk gördüğü adama aşık mı olurmuş insan canım diye. daha sonra her karşılaşmalarını heyecanla beklemişti onunla yanyana oturmaktan bile keyif almıştı. zamanla ayrılamaz olduklarında onun yani ’çınar’ ın varlığından bile mutlu olmaya başladığında anlamıştı artık hayatının eskisi gibi olmayacağını. ilk elini tuttuğu günü hatırladı. sonbahardı ve klasik kasımda aşk başkadır filmine benzeyen bol yapraklı bol sarı bir yoldalardı. elinde sıcaklığını hissettiğinde tamam dedi. tamam oldum artık. kalbim, aklım, hayatım bu elin içinde. öyle de oldu devam eden her güne onunla uyanıp her geceyi onunla sonlandırdı. bulut denen bişey yeryüzüne inip onu binlerce mutluluğa sevince boğup havalanmış ve onun gerçeklikle ilişkisini kesmişti. kavgalarında bile çok güzel bir haz vardı. kendini kıran parçalayan yeni birine dönüşen bir hale bürünmüştü artık kadın. teninde kaybolduğu, sıcaklığında kendini bulduğu bir bedendi bu adam. karşı koyamadığı. koymak istediğinde hep daha çok yaklaştığı bir miknatisti biliyordu. herkesin yaşadığını söylediğinde evet biliyorum dediği hissi aslında bilmediğini yeni yeni keşfettiğini farketti. iki yıl böylece geçti. 21 kasımdı günlerden. yeni kendinin ve hayatının birinci yılıydı. kalktı hazırrlandı en sevdiği bordo elbiseyi giydi. bordo rujunu sürdü siyah deri ceketini giydi ve çınar ı aradı. . . ilk defa telefonu kapalıydı. inanamıyordu. şarjı bitmiştir dedi. bir sigara yaktı tekrar aradı. . hala kapalıydı. bir daha hiç çalmadı o telefon. hiç açılmadı övgüler düzülerek. öylece aniden, sessizce, sebepsizce gitmişti. . kabullenmesi zordu tabi ki. her kadın gibi bakmadığı yer bırakmadı etmediği hakaret bırakmadı. ağladı, içti, saçmaladı, onunla olmak için geldiği bu şehrin her sokağına onun için bir gözyaşı bir hüzün bir acı bıraktı. gitmediği her sokakta o var sandı. evde ki her eşyasını olduğu gibi bıraktı. terliklerini çıkardığı gibi tuttu. kupasını rafta en öne koydu. kıyafetlerini her ay yıkadı ütüledi. ve beklemeyi sabretmeyi onsuz onunla yaşamayı öğrendi. büyüdü. hayali olan ’edebiyat’ bölümünü bitirdi. ve o evden hiç taşınmadı. karşısına çıkan her insanı ona ihanet edemem diyerek reddetti. her iş fırsatını geri tepti ve onunla ve onsuz gezdiği bütün sokaklarını ezbere bildiği bu yerde yaşamaktan hiç vazgeçmedi. deliliğin hangi hali olduğunu bilmediği bir boyutunda sevdiği herkesi kırarak üzerek yürüdü. yaşı artık arkadaşlarının çocuklarını sevip teyze denmesine müsaade edecek yere gelmişti. 34 her kadın için kabustu. ama o kadınlığını unutalı çok olmuştu.
-------------
kahvesi bitmişti. arka fonda tekrar tekrar çalan evgeny grinkoyu bile duyamayacak kadar çok dolmuştu zihni geçmişle.. bunca yıl onu yaşamaya değmiş miydi sorusuna cevap bulamıyordu. elinde kalanları ve gidenleri hesaplamaktan olmayan matematiği bile çıkmaza girmişti. içeri girdi. onun ve eşinin resmi açık olan bilgisayarını kapadı. montunu aldı çıktı evden. içindeki cevapsız soruları boğuyordu onu. her cevapsız sorusunu danıştığı bir büyüğe ihtiyacı vardı. gitti sahilde ki en köhne en eski masaya ilişti ve bir büyük yeni rakı istedi. yanında sadece kavun ve peynir. tek buz koydu kadehine. ne su koydu ne şalgam istedi. bugünkü acısını serinletecek hiçbir şey onu mutlu etmeyecekti. evi gibi ömrü gibi yalnızca oturup arka fonda ki müzeyyen senar’ı , neşe karaböcek’i dinledi. ne kelime kalmıştı içinde ne his. donmuşluk haliydi. yıllardır yaptığı neydi ki sanki ?
ne yazmıştı mail de fotoğrafın altına? gitmeme değecek nedenler biriktirdim senden sonra.. . peki ben dedi kendine kadın durup bir an. peki ben kalmama değecek hangi nedene sahibim ? kendinden tiksindi bir an. evli çoluk çocuğa karışmış bir adama mı aşıksın sen ? 12 yıl beklemene hangi anı neden oldu? hangi yaşanmışlık senin hadi yeni baştan demene engel oldu? bu sorular uzadı gitti. şişede ki rakı da su gibi bitti gitti. masadan kalkarken sanki artık kendisi değildi. tanımadığı bir yabancı gibiydi. hadi eve gidelim dedi. yastığında sıcaklığımı hissedemezse korkar. beni bekler dedi. usulca sallanarak yalnızlığının başkentine yürüdü. evde bekleyeni zaten hiç olmamıştı. peki beklediği, ümit ettiği kalmış mıydı ?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.