- 675 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Kuyudakiler
- İyi günler, dedi telefonun diğer ucundaki.
- İyi günler efendim, nasılsınız? Yüzü bir anda bu son sorunun yersizliğiyle irkildi ama telefondaki kayıt altına alınmış erdemiyle devam etti.
- Hava çok soğuk bu aralar...
Başını kaldırıp göğe baktı bir süre;
- Cidden çok soğuk, üşümüyorum yine de...
Bir süre susup telefonun diğer ucundaki sesin bir şey demesini bekledi.
- Yarın ne yapmayı düşünüyorsun? diye sordu o ses...
- Bilmiyorum, herhalde bugün yaptıklarımın aynısı... Ya siz efendim?
Yine yüzü ekşidi... Bu soru sorma huyundan nefret ediyordu.
- Birazdan televizyonda güzel bir program var, kaçırma derim.
- Nasıl emrederseniz efendim.
- Şimdi kapatmalıyım. Başka bir şey diyecek misin?
- Yarın kaç gibi arayacaksınız?
telefonun kapanma sesiyle cevabını alınca telefonu kapatıp koltuğuna oturdu. Televizyonu açıp sesini sonuna kadar kısıp arkasına yaslandı...
Kuyunun derinlerinde tekilde halde biriken bu şeyin adı ne su ne ot ne de başka bir şey; insan... Bir koltuk, bir telefon, bir sehpa, ayağının altına bir halı, oturduğu yerin tam karşısına ve üç metre yüksekliğe konulan kameralar ve de karşısına konulan bir televizyonla hayatını rahatlıkla idame ettirebiliyor. Şikâyet etmiyor, bir şeyi eleştirmiyor, sadece boyun eğiyor ve izin verildiği ölçüde insan oluyor. Sözler izin verildiği ölçüde anlamlı; anlamlar belirtilen manaların ötesine geçemiyor.
Televizyonda başka bir kuyudaki insan vardı o akşam da... Oturmuş televizyondan bir başkasını izliyordu. Hareketsizce oturuyordu. "Ayakları uyuşmuyor mudur" diye düşündü. Kendi ayaklarına bakındı bir süre... Başını kaldırıp yeniden televizyona baktı. Kumandayı alıp kanalı değiştirdi. Ekranın üzerinde "Kuyu altmış beş milyon" yazıyordu. O kanalda da bir hareket yoktu. Oturmuş televizyonu izliyordu. Yeniden kumandaya uzandı. "Kuyu altmış altı milyon" yazan kanala geldi; bir kadın sakladığı akşam yemeğini yiyordu. "Olsaydı ben de yerdim" diye düşündü. Etrafına bakındı, yiyecek bir şey bulamadı, televizyonu kapattı.
Ayağa kalkıp bir süre gökyüzüne baktı. Kıpırtsızca duruyordu ay... Canı sıkıldı televizyonu açtı. Rastgele kanalları dolaşırken birinin daha göğe baktığını gördü, gülümsedi. "Çok sıkıcı değil mi?" dedi kendi kendine... Kanalı değiştirdi. Uyuması için izin verilen saate az kalmıştı. Koltuğu yatırıp kenarda duran yastığı ve yorganı aldı. Işıkları kapatıp yatağın içine girdi...
Sabah olup da yukarıdan aşağıya indirilen kovayı gördüğünde, kahvaltı zamanının geldiğini anladı. Yerinden doğrulup inen kovadaki yemeğini aldı. Sehpanın üzerine koyduktan sonra televizyonu açtı; haberler başlayacaktı... Ekrandaki sunucu olan bitenleri anlatıyordu. Pek değişen bir şey yoktu. Başbakanları yeni bir kuyunun daha açılışını yapmıştı. Ve yetmiş altıncı vatandaşları diğer kuyulardan gelen alkışlarla o kuyuya indirilmişti. Hiç bir kuyunun açılışına ve o kuyudakilerin alkışladığına tanık olmamıştı. "Nasıl alkışlıyorlar ki acaba" diye düşündü. Televizyondaki sunucuya baktı yeniden. Başbakanları yaşadıkları kuyuların erdemli insan yetiştirme konusundaki başarısından bahsediyordu. Suç oranının nasıl düştüğünü de övünerek anlatıyordu. En sonunda da başbakanla bütünleşen o sözle konuşmasını noktalıyordu;
"Tüm bu insanlar bizim asıl hizmetimizdir"
Kendi kendine "neye hizmet ediyorum acaba" dedi. Sesinin yüksek çıkmamasına sevindi. Çünkü yerli yersiz sorular yüzünden kuyusunun üzerine parmaklıklar eklenebilirdi. Bu da o kuyunun bir hücreye dönüşmesi demekti. Bir mahkûm olarak yaşayamayacağından adı gibi emindi. Adını düşündü "Kuyu iki milyon yedi yüz altmış dört bin iki yüz kırk dört" Kısaltmayı çok istemişti ama nasıl yapılacağını bilmiyordu.
Kahvaltısını tamamladıktan sonra duvardaki düğmeye bastı. Kova yeniden aşağı indi. Tabakları, arta kalanları içine koyduktan sonra yerine oturdu. Başını çevirip duvarda rakamları alınmış saate baktı. "Saat kaç olsa acaba" diye düşündü. "Dört? Hayır, dün de dörttü... Bugün yedi olsun" Gidip saatin sol çeyrekliğindeki dört yazısını silip, sağ çeyrekliğe "yedi" yazısını yazdı. Seviyordu bu saatleri, huzur veriyordu ona...
Yorganı, yastığı kenara koyduktan sonra koltuğu yeniden dik duruma getirdi. Kanalı değiştirip ülkenin tüm kuyularındaki insanların acaba neler yaşadığını izlemeye koyuldu. Yatağını toplayanlar, saatlerini ayarlayanlar, kahvaltılarını yapanlar, Televizyon izleyenlerden başka bir şey yoktu. Ekranın altından geçen yazıyı okumaya başladı.
"Kuyudaki vatandaşlarımızdan biri bugün vefat etmiştir. Başbakanımız tüm programını iptal edip cenazeye katılacağını açıkladıktan sonra ağlamaya başladı"
Gözleri doldu o anda...Açtığı kanaldakilere de altyazı yeni gelmişti ki okumaya başladılar. Onlar da ağlamaya başladılar. Televizyonu kapatıp gökyüzüne bakmaya başladı. Bulutlar vardı. Masmavi bir boşluk vardı... Kıpırtısızca duruyordu. Birden telefon çaldı. Heyecanla yerinden kalktı.
"Bu bir ses kaydıdır" dedi karşısındaki ses; hiçbir şey demeden, üstüne çekidüzen vererek beklemeye başladı...
- İyi günler, dedi telefonun diğer ucundaki.
- İyi günler efendim, nasılsınız? Yüzü bir anda bu son sorunun yersizliğiyle irkildi ama telefondaki kayıt altına alınmış erdemiyle devam etti.
- Hava çok soğuk bu aralar...
Başını kaldırıp göğe baktı bir süre;
- Cidden çok soğuk, üşümüyorum yine de...
Bir süre susup telefonun diğer ucundaki sesin bir şey demesini bekledi.
- Yarın ne yapmayı düşünüyorsun? diye sordu o ses...
- Bilmiyorum, herhalde bugün yaptıklarımın aynısı... Ya siz efendim?