- 787 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
İntiyâs
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
hiç düşünmüyoruz. varoluşumuzu aşmış cılızlık, şiir, müzik, resim kutularında evrene fırlatılmış. yıldızların uzaklığını hissederken, varlığın sahibine ait uzaklıkla doluyoruz. derisi yüzülmüş ruhlarımızın bunaltıları dünyayı bir beşik gibi sallıyor. uyuyan yine biziz.
Neden bahsettiğini bilmiyorum. Duyamıyorum seni, kimse duyamıyor. Bir şeyler demişsin ve benim ona inanmamı istiyorsun. İnanıyorum ama dayanamıyorum. Neden cevap vermiyorsun? Bütün sorularımın cevabını yoksa bir anda mı vereceksin? Ne zaman? Neden bu kadar büyüyor gözümde yalnızlığım ve neden bu kadar çaresiz hissediyorum? Aklımın sınırlarında dolaşıyorum. Akıl, içinde seni bile hayal edebildiğim yegâne şey! Gönül ile kimi zaman hislenip, özlem duyuyorum. Ama dedim ya çok zor. Karnesinde bütün notları kırık olan bir çocuğum. Nereye baksam arkadaşlarım sevinç içerisinde! Nasıl bir komedi içerisindeyim ve bu trajikomik hikâyenin sonunda ben ne olacağım?
Güzel kitaplar var. Onları okuyorum sıkıldığımda. İçimde her şeyi bilme duygusu bir anda parlarken, diğer bir yanda çok geç kaldığımı hissediyorum. Bildiğin zaman mesul oluyorsun. Peki, sen, nasıl bir duygu içerisindesin? Her şeyin sahibi olmak nasıl bir duygu? Yine de insanların sana koştuğu ve seninle beraber olmak istediği özel saatler oluyor. Sonsuz cehaletim içerisinde kendimi bir taş gibi dahi hissedemiyorum. Bu akıl, bu kalp, beden ve diğerleri… Bu acıya dayanmak için ne tür bir ceza işledim bilemiyorum ama bu günahı işletecek mühlet mi veriyorsun bana? İçgüdülerimi yıpratan insanlardan sıkıldığımda, neden beni kendi tarafına çekmiyorsun? Aslında görmesem de şu an seni, duyamasam da sesini, sesinin dahi nasıl bir şey olduğunu bilemesem de, hissediyorum. Şimdi kesin olarak hissettiğim bir şeye inanmadığımı söylemeyeceğim. Karbon, gaz ve öksürük üçgeninde seni aradığım için kim azarlayabilir ki beni? Şu an bu dumanın içerisinde görülebilecek bir sima, bir ses, bir inilti duysam, daha mı farklı olacak her şey?
Biliyor musun dememe gerek yok, biliyorsun, çok acı çekiyorum. Bu acının sebebi seninle dahi paylaşamıyorum. Küfür veya acı bir söz kullanmak ruhuma aykırı. Hem hiç yokken var edildiğimi bilecek kadar şanslı hissediyorum kendimi ama bu acımı yok edecek çareyi de bulamam beni delirtiyor. Yoksa delilik bu mu? Ama hiçbir deli, kendisinin deli olduğunu bilemeyecek kadar şanslıdır. Hâl böyleyken gereksiz bilgilerin etrafımı sardığı bu zamanda, kendimi her şeyden ayırıp, tek parça, boğulmadan ermek istediğim makamın hayalini bile kuramama sebep ne? Her şey elimin altında. Bilginin ve aklın altın çağında nasıl oluyor da bu açlığımı doyuramıyorum. Sınırı bilemediğim için mi es noktalarını kaçırıyorum? Etrafım yalan dolan, insanlar kandırıyorlar beni. Bir tek senin beni kandırmayacağına inanıyorum. Böyle yaşamak birazcık da olsa bana yaşama gücü veriyor. Ama sınırı bilememin ıstırabıyla doluyum. Mayınlar önce ayaklarımı, bacaklarımı, sonra ellerimi, kollarımı ve başımı uçurdu. Bin bir parçaya bölündüm. Işığı olmayan ateşine razı parmaklarım kırılmış, tırnaklarım etime batıyor. Özümdeki cehalet çölünde seraplar görüyorum. Bu serapları yaratan kim? Sen misin?
Nezaket istiyorum. Yalanların çağında bilgimin pespaye olduğu, icazı mümkün olmayan gizemin içinde ruhumun vergisi olan acılarımı takas edebileceğim pazar zamanını bekliyorum. Ama benim için işin en tehlikeli yalnız, tek ses olarak içimdeki çukurların derinleşmesi. Buna sunduğun çarelerden vazgeçip, o çukurlar içerisinde oyalanmakta pek akıllıca gelmiyor. Hangi aptalın dölünde bu kadar içgüdü yaşamaya devam eder ki? Eğer yanlışsam, doğrusunu öğrenerek mutlu olacağım ama bildiklerimin doğruluğunu senden aldığım güçlü onaylarken, ruhumun derinliklerinde çürüyen tohumların çöplüğüne ait kokuların yayılmasını engelleyemiyorum. Bu soru işaretlerinin varlığı meseleyi canlı tutmak mı? Bu meselenin sonunda kârlı çıkacak olan yoksa zayıfça yok olmanın ne mahsuru var? Bunları kimse sorsam basit sorular deyip, beni geçiştirecekler. Ben, yarattığın insanlara değil de sana geliyorum her defasında. Biliyorum ki başkalarının basit dediği sorularıma cevap verebilecek kimse yok. Seni namını duydum çokça ve her defasında seni arıyorum, sana sormak istiyorum. Artık zarf da kullanmıyorum. Mektup yazmıyorum insanlığa ve beyaz kâğıtlara dökmüyorum kötülüğümü. Ellerimde, yüzümde, dişimde, gözümde sana sormak istediğim şeylerle dopdoluyum. Bahtsız bir kabilenin bulvarlarında duygu fahişeliği yaptığı şehirlerden yaşadım. Sana kusmak, dökülmek, belki de küle dönüşüp kendi varlığımın acısını hepten tatmak istiyorum. Biliyor musun, bir seçenek olarak sunduğun ölüm bile senin bize hazırladığın son kadar gerçekçi değil. Ölümün soyut sevgisi kadere aşkla alakalı ve ben âşık değilim kaderime. Bu seçenek derime kadar nüfus etmiş mikroptan beni uzak tutamayacak.
Azrail’i de tanımam. Bu yüzden onu gördüğüm zaman heyecanlanacağım. Kendime benzeyen acılara sahip bir melek tarafından ruhum bedenimden çıkarken, gözlerim parlayacak. Bu duyguyu hiç kullanmıyorum. Evet, hayatı boyunca gözleri parlamamış biri olarak, ölürken gözlerimin parlayacağına inanıyorum. Üzülüyorum, ölüm gibi sade bir törene ait suçun sana değil de, Azrail’e yüklenmesi, o meleğin acısını da artırıyor. Şükür mü etmeliyim halime? Azrail acısıyla kendi acımı bir tutma gibi yanlışın içerisine düşüp, zehirlemiyorum ruhumu. Yağmurun yağmasını da beklemiyorum. Üzerime yapışmış bir kan var. Her gün rengi kararıyor. O kan derime işlemiş. Elimi burnuma götürdüğümde, o kanın kokusuyla ruhum feryat ediyor. Derimi çekip çekiştiren, ruhumun yeşilliklerine azot yağdıran karamsarlığın payıma düşen bir sayıklama olduğunu biliyorum.
Beynimdeki kazanlarda pişen tanrıların et kokuları sarıyor etrafımı. Sen bile cehaleti yüce insanlığa karşı tüm gücünü kullanmıyorsun. Biz bizeyiz, seni hakkıyla övemediğim için, ruhumdaki acıyı övmeyi hayal ediyorum. Kendimi övdüğümde tüm insanlığın içinde cılız bir karınca kadar çaresiz oluşumu hatırlıyorum. Kalbimle gökyüzü arasında boşluk genişlerken, tevazu kulübelerine odun taşıyıp, tek tek her insanı yakmak istiyorum. O büyük yangın içinde kendi yanışımın zevkine erip, kaprisleri tanrılaşmış insanların iniltileri arasında kahkaha atacağım. Ama bu benim bayağılık zindanın ilk mahcubiyetim değil! Ucu bucağı olmayan ümitsizle beraber, kendine hayrı olmayan haşerenin acizliğiyle bölünüyorum. Şimdi, mekanik bir çaresizlik her bir yanımda, aptallığım raf ömrünü tamamlamış, hazırım özgürlüğümün etiği iç etmiş şeytan kılıklı gölgelere!
Kendi cenaze merasimim için kartvizit hazırlıyorum düzyazıyla. Dualar daha çok şiirsel… Bu inleyişin bir nazmı olsaydı, belki hatırı sayılabilirdi uzunca. Yavaşlayan, varlığın var olma hatasıyla keskin çelişkinin köreldiği safhada, su alıyor gemim. İtecek ve gidecek yalnızca benim.
YORUMLAR
HakkınSesi
Öncelikle yazı altına yorum yaparken, yazıyla alakalı olmayan her yorumu tasvip etmediğimi belirtmek istiyorum.
Burada yazış amacı konusunda hep tereddütte kalmışımdır ve bakıyorum ki bu genel anlayış hiç değişmemiş. Madem eser adına bir şey konuşulmayacak, alakasız bir şekilde profil resmi ile alakalı şakalar da hiç eğlendirici olmuyor..
Cevabım hoşunuza gitmeyecek farkındayım ama edebiyat konusunda bari biraz ciddiyet istemekte yazmaya çabalayan her insanın hakkıdır diye düşünüyorum.
Ayrıca hemşehri de değiliz. Hemşehrilik de insanlar arasındaki birliği bozar.
Saygılar..
yok,sul
kusura bakma
yanılan benim
hoşcakalınız...
Neredeyse sansürsüz diyebilecegimiz,soyunuk bir zihin ve ruh fotoğrafı..
Muhatabı 'var'dan da var,en var'ken en gizli olması nedeniyle,dialog değil
azap'lı bir monoloğun yazısı..
Bu soy entelllektüel kurcalama sorgulamalar çoğu kez yoktan yaratana inancı
pekiştirmiş,O'na dahada yaklaştırmıştır.
Pusulası doğruyu gösteren bir kalb'i hissettiğimi de söyleyecegim!
Selamlar olsun HakkınSesi'ne.