- 590 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Annesinin Koca Ayaklı Kızı Bölüm 8
“Kısayollar”
İstanbul 2000-2002,
Hayatta bazen başkalarının kestirme diye tarif ettiği o kısa yollar bizim için çıkmaz sokaklara dönüşebilir. Geriye dönüp aynı yollardan geçemeyecek kadar ilerlediğinde yaşımız çaresizce en yakınımızdaki duvar dibine çökeriz. Aklımızda başkalarının yüklediği anlamlar, omuzlarımızda taşımak istemediğimiz sorumluluklarla…
İnsan en çok başkalarının kararlarına boyun eğdiğinde pişmanlığı en derinlerinde yaşar. Kendi hatalarını kader diye geçiştirirken başkalarının hatalarını kabullenişimiz bizim akılsızlığımız olarak sonsuza kadar içimizde kalır.
2000 yılının son yaz günlerinden birinde annemle tesadüfen sokağından geçtiğimiz bir lisenin önünde durup arabadan indik. Pembe boyalı okul binasının ana giriş kapısının üzerindeki tabelada birçoklarını cezbeden o iki kelime yazmaktaydı. ”Meslek Lisesi”
Hayata kısa yoldan atılsın diye kararsız küçücük beyinlerin kapatıldığı bu okullar bizi o çıkmaz sokaklara sürüklerdi. Bizim gibilerin artık seçme şansı yoktu. Ne olacağımız daha başından belli olan bu yolda acaba on dört yaş karar vermek için çok mu küçük kalırdı?
İlk bin kişi içinde üçüncü sırada girdiğim bu okul benim için zekâma yapılmış bir hakaret olsa da bunu elimi sıkı sıkı tutan anneme söyleyemezdim. Ben liseyi bitirip hala ne olmak istediğine karar verememiş gençlere hep özenmişimdir. Onların karar vermek için önlerinde uzun zamanları ve istedikleri okulları seçtiklerinde kırılmayan okul puanları vardır. Onlar aileleri tarafından ne olmak istediğine kendisi karar versin denilen şanslı çocuklardır.
İlk senem işte böyle o çıkmaz sokağın duvarında yediğim simit ve içtiğim tuzlu ayranlarla geçti. Dört kişilik ufak bir kız grubumuz vardı. Nilay, Nurdan, Ergül ve Ben.
Nilay haftanın beş günü okula gelmeyi dert etmediği gibi okula yeni gelen yakışıklıların listesini tutan hercai bir kızdı. Bizim için hep su gibi geçen teneffüslerden birinde koşar adımlarla bahçeye yanımıza gelip nefes nefese konuşmaya başladı. “Kızlarrr! Okula bugün bahtiyar adında bir yakışıklı kayıt olmuş. İster misiniz bizim sınıfa versinler. Ah! İşte o zaman ben olurum asıl bahtiyar.” diyerek ellerini çırpmaya başladı. “Kayıt defteri gibisin Nilay” dedi Nurdan bıkkınlıkla. Nilay’ın her yeni gelen erkek öğrenci üzerinde oluşturduğu potansiyel erkek arkadaş kurgularından hepimiz fazlasıyla sıkılmıştık.
“En azından senin gibi ömrümü gelmeyecek birini beklemekle geçirmiyorum.” dedi yürek burkan bir hainlikle. Nurdan yakın bir akrabalarının oğluna uzun zaman önce âşık olmuş ve sabırla fark edilmeyi beklemişti. İşin aslı halada beklemekteydi. Ne Ergül ne de ben bunun olmayacağını bilsek de söylemeye cesaret edemezdik. İnsanları zaaflarından, acılarından ve yaralarından vurmak hainlerin işiydi. Onlar canınızı bile bile yakarlardı. “Sen öyle san.”diye ağlamaklı bir ses karşılık vermede gecikmedi. Nurdan koşar adımlarla yanımızdan uzaklaşırken elimdeki simitten hırsla bir ısırık aldım. Bir insan kravatla boğulabilir miydi? Yaklaşık elli kilo olan bir kızı boğmak için bedenim çok mu sıska kalırdı? Hâlbuki şuan kendimde o gücü hissedebiliyordum. Bakışlarımdan bunu kafamda tarttığımı hissetmiş olacaktı ki saldırı yönünü bana çevirdi.
“Ne! Ne var? İlk o başlattı. Hem artık şu kızı eğlemekten vazgeçin, vazgeçin de gerçekleri görsün biraz. Büyüsün artık biraz!” Elini konuyu değiştirdiğini belli edercesine salladı. “Hem onu bunu bırakında ne dersiniz gelir mi bu çocuk bizim sınıfa.” dedi kedi gibi duvara sürtünerek. Bir insan hiç mi lafını esirgemezdi. Bu kızın ağzını kullanması için kesinlikle kılavuza ihtiyacı vardı. Susması gereken yerde susmuyor olmadık yerde pat diye kanal değiştiriyordu. Arkadaşlıkta olamasa da ilişki konusunda kendi deyimi ile tam bir profesyoneldi. Yaklaşmakta olan her ilişkinin kokusunu havada dağılmadan alırdı. Tıpkı aynı gün bizim sınıfa verilen Bahtiyar’dan aldığı gibi. O günden sonra Nilay’ın etek boyu bir karış daha kısalmış ve okulda yapılan aramalarda çantasından kitap defterden çok kozmetik yığını çıkar olmuştu. Havalıydı, alımlıydı tamam bu kız tam bir fettandı. Ama en önemlisi istikbaline giden bu yolda yürümekte kararlıydı ve ben ilk kez o zamanlar hayran olmuştum işve yapma kabiliyetine sahip kızlara. Birkaç kez denemeye çalıştığımda sakatmışım gibi duran hareketler başkalarının üzerine nasılda güzel yakışıyordu.
*****
Birbirinden sıkıcı geçen iki yılın son günlerinden birinde Ergül kafamdan geçenleri okumuşçasına bahçede dolaştığım sırada gelip koluma girdi. “Söyle bakalım neyin var senin?” dedi. “Hiç yok bir şeyim, biraz canım sıkılıyor, hala staj yeri bulamadım ona taktım kafayı.” dedim.
“Sıkma canını hani annenin şu bankada çalışan arkadaşı vardı ya, bak görürsün en kısa zamanda haber gelecek” dedi. İyi ki varsın demek ister gibi kolumdaki elini tuttum. Tam o esnada Serap merdivenlerin başından bize doğru seslendi. Serap Ergül’ün yan sınıfta okuyan kuzeniydi. Kızın teneffüse çıktığında yaptığı ilk iş bahçeye koşup etrafa bakmak ve bizi radarına alınca ders zili çalana kadar sakız gibi yapışmaktı. Arkadaşlığımızı kıskanıp iyi vakit geçirdiğimiz zamanları bozmak için elinden geleni yapıyordu. Bazen merdivenlerden deli gibi yanımıza koşarken takılıp düşmesi için dua ederdim.
Görünen o ki gün yine formundaydı son üç merdiveni zıplarken Ergül’e dönüp teneffüsün kaç dakika olduğunu sordum. “On beş” dedi çaresizce. İki güçlü kol bizi hızla ayırıp aramıza girdi. “Ne yapıyorsunuz kızlar?” dedi tüm ağırlığını bize verirken. “Hiç gördüğün gibi dolaşıyoruz” dedi Ergül. “Bu gün eve hangi yoldan gidiyoruz sevgili kuzenim?” diye devam etti susmak bilmeyen şahsiyet. Evlerine çıkan her sokaktaki çeşitli dükkânları olan yakışıklı mahalle esnaflarının hikâyelerini artık ezberlemiştim. Ergül kurtar beni diye bana bakarken çaresizce araya girdim. ”Biz bugün son derse girmeyeceğiz o yüzd… daha lafımı bitiremeden “Yaşasın okuldan kaçacağız çok heyecanlı” dedi zekâ özürlü. Ve biz o son derse girmeyi daha az sıkıcı bulurken Serap okul kapısında azimle kırk beş dakika bizi bekleyecekti.
*****
İki hafta sonra son elli yılın en şiddetli mali krizlerden biri yaşanırken dönemin önemli bankalarından birine kısa yoldan girip çalışmaya başlamıştım. Okuldaki monoton ortamdan kurtulup iş hayatına atıldığım o ilk günlerde kumaş mini eteğim ve rugan ayakkabılarımla boy gösteriyordum. Cinsiyetimi ilk kez hissetmeye başladığımdan mıdır bilmem hafif makyaj bile yapmaya başlamıştım. Bankadaki personel çok sıcak karşılamıştı beni. Annemin arkadaşı Beyhan Hanım bankanın muhasebe müdürüydü. Beni de kendi bölümüne aldırmış ve yardımcı memuru Meliha Hanım’a teslim etmişti. Meliha Hanım eşinden ayrılmış, ilerleyen yaşına rağmen yaşam enerjisinden hiçbir şey kaybetmemiş, hayatın attığı tekmeler karşısında bence daha iyisini yapabilirsin diye kafa tutmuş bir kadındı. Onu gördüğüm ilk andaki bakışmamızda anlamıştım kadında tuhaf bir gizem vardı ya da ben mi bu aralar Agatha Christie dozumu arttırmıştım? Sebebi ne olursa olsun sevmiştim onu. O da beni sevmiş olacak ki masasının yanındaki boş masayı bana tahsis etmişti. Dönen koltuğa oturup sallanmaya başladım çaktırmadan sırıtırken kısa yolla bir yerlere gelmek ne güzel şeymiş diye düşünüyordum. Bankanın yemek çay işleri ile ilgilenen Erkan Bey çay servisi yapmak için yukarı çıktı. Onunla da tanıştıktan sonra bana hoş geldin olarak tavşankanı çayından ikram etti. Zevkle kabul ettim tabi. Masamdan kalkarak küçük çalışma ofisimizi gezmeye başladım. Masamın karşısındaki korkuluklara kollarımla yaslanarak aşağıya baktım. Muhasebe bölümü bankanın aşağıdaki hengâmesinden ayrılmış üst katta ufak ve şirin bir yerdi. Diğer iki stajyer aşağıda kalabalık içinde çalışırken ben yukarda zevki sefahat yapacaktım. Ah! bir çay hakikaten iyi giderdi. Tam arkamı dönüp masama ilerleyecekken onun yaptığı şeyi görüp durdum. Meliha Hanım önce etrafı kolaçan ederek masanın üzerindeki iki çayın yerini değiştirdi. Ne yaptığını görmüştüm fakat anlamak için önce çay bardaklarına sonrada tekrar yüzüne baktım. Yerime geçip oturdum sessizce önümdeki çay bardağına bakarken Meliha Hanım’ın da bana baktığını biliyordum.
Ofis sandalyesini benimkinin yanına sürüp burnumun dibine kadar girdi. Kadında onu ilk gördüğümde fark ettiğimi sandığım gizemin benim hayal dünyamın bir parçası olmadığını o an anladım. Son kez etrafa göz gezdirip saçımı elleriyle kulağımın arkasına koyarken kadının dudaklarından kanımı donduracak o cümle dökülüverdi. Hayatta hiç bir şeyin kısa yoldan hazıra konmamak olduğunu öğreten boğucu bir cümle.
“Yardım et bana. Öldürecekler beni kızım. Yalvarırım yardım et bana.”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.