- 511 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Son [Harabe]
Duman altındaki şehrin kül olmuş yapıtları, ölü insanları, ölmüş her türlü canlısı cansızı yanık kokusu yayıyordu etrafta. Büyük büyük binalar, düzenli yollar, insanoğlunun kusursuz bir yaşama alanı yapmaya çalıştığı her yer çöplükten ibaretti şimdi. Sanki en küçük parçasıyla dahi çarpışılmış, en küçük parçasıyla bile savaşa girilmişti bu şehirde. Yangınlar sürüyor, insan eli değen her yere ilerledikçe ilerliyordu alevler. Güneş son haftalarda görülmemiş derecede kararlı açmıştı bu sabah. Sıcaklığı, şehirde yanan alevleri körüklercesine inatçıydı. Doğanın elleri bile insana acımıyordu, doğanın rüzgârı bile küçük bir alevi söndürme çabasında değildi.
Çamurların kurumaya başladığı zaman üzerinde katılaşan tabakayı hissedip uyandı Reiner. Gözlerini açışı dehşet duygusuyla acı verici oldu. Kendini belki de rüyada sanıyordu, fakat üstüne giysi gibi yapışan çamurun sertliğini, katılaşmakta olan çamurun ağırlığını hissedince anladı. Korku duygusu sanki düne ait gibiydi. Ağlamalar, duygu karışıklığı, ahmaklık, gereksiz yere kendini yorusu; aç karna çektiği bir uykudan sonra anlamsız ve bir o kadar boş gelmişti. Her yerinde koştururken yaptığı yırtıklar, düştükçe, yuvarlandıkça oluşturduğu deri deşilmeleri vardı. Vücudunun neredeyse bütününü kapsayan acı duygusu karnındaki açlık halini bastıramıyordu. Çamurdan ıkınarak ve bedenini sıyırarak zor bir halde çıkardı. Bitap düşüyor, açlıktan gelen göz kararmaları yaşıyordu. Şehirde artık hiç bir şeyin olmadığından o kadar emindi ki; küçücük bir korku yaşamadan dimdik doğruldu. Bu saçma ön yargı, bu saçma altıncı his, bu müneccimlik olayı tam olarak nereden geliyordu bunu Reiner de bilmiyordu. Şehrin boğucu kokusu aç olan midesine feci şekilde oturmuştu. Eğer midesinde küçücük bir şey dahi olsaydı oracığa kusabilirdi. Harabeler içine iyice girmişti, burnu kokuyu duymazdan geliyor gözleri ise cesetleri görmezden geliyordu artık. O kadar çok leş, o kadar çok vahim ölüm olayı vardı ki ortada; hangisine bakıp acıyabilirdi, hangisine bakıp hüzünlenebilirdi, hangisine bakıp çaresizliğini pekiştirebilirdi. Ortalığa buğday taneleri gibi saçılmış o kadar insan vardı ki; bu insanların hangisine bakıp haklarında bir şey düşünebilir, hangi toplu mezar hayali şuanda gördüğü tabloyu bastırabilirdi. Reiner, tam olarak yaşam mücadelesi içindeydi; yanmamış bir yiyecek, akıp tükenmemiş bir su kaynağı, yıkılmamış bir market, alış veriş merkezi arıyordu gözü. Aslında gözü başka şeylerde arıyordu karşısına çıkmayacağını bildiği halde. Koca bir gecenin yalnızlığı, koca bir şehrin; insanlar ile dolu bir şehrin yalnızlığını sırtlamıştı. Gözleri canlı bir varlık; leş yiyen karga bile görmek için can atıyordu. Kan gölüne dönüşmüş yığınların üzerinde bir kaç sıçan arıyordu gözleri. Reiner, anlamıştı ki; önünde yığılmış duran bu harabenin bütün yalnızlığı onundu artık. Paha biçilemeyecek bu insan yapımı yerleşim yerinin tek hazinesi yalnızlıktı ve Reiner, bütün yalnızlıkları topluyordu taşıyamayacağını bildiği halde. Binaların şekillendirdiği sokaklar, caddeler, düzlükten ibaret çayırsız, çimensiz ve en küçük canlıya dahi hayırsızdı. Beklendik, bilindik bir sahne değildi bu; "Ben ne yapacağım" demiyordu Reiner. Yıkıntıları takatinin el verdiği yere kadar inceliyor, her şeyi iyice örseleyip yaşamak için yiyecek arıyordu.
Bedeni çamur değildi artık Reiner’in, bedeni kandı, elleri, ayakları. Ayakkabısında insan işkembelerinin, organlarının parçaları vardı. İki, üç saat boyunca aramasına rağmen hiç bir şey bulamayışı çileden çıkarmıştı. Yıkıntı bir binanın elli metre gerisindeki insan leşlerinden uzak tozlu zemine bırakıverdi kendini. Düşündü, düşündü, bir saat kadar karnının ağrısıyla düşündü. Bu şehri biliyordu fakat bildiği şehir değildi artık burası. Çöpten, yıkıntıdan ve leşlerden oluşan bir şehirdi. Böyleyken hatırladığı kaldırım taşı bile yoktu. Aslında yiyecek aramaya başladığı ilk dakikalardan beri aradığı bir ambar vardı, büyük bir mağazanın deposuydu. Yerin altına doğru uzanan bodrum gibi bir yerdi bu depo. Çaresizdi Reiner, mağazanın bulunduğu yeri tespit etse, tozla dumana karışmış depoya nasıl ulaşacaktı. Zar zor ayaklanıp aramaya devam etti. Halen alev alev olan bir yere geldi, alevlerin karşısına geçip:
—Şimdi kendimi atsam bu çile sona erer mi? Keşke arkadaşlarımın yanında ölseydim. Ben korkak biriyim; aç, aciz, olabildiğince çaresiz, tabiatımca bencil ve düşüncesizim. Şimdi bu koskocaman yıkıntı benim fakat hiç bir şeye sahip değilim. Ateş! Al ve bedenimi zevk ile yak. Al ve bu şehrin son yaşayan canlısını ateşinle doyur. Al ve beni kurtar!
Sanki dedikleriyle hırslanmıştı Reiner’in önündeki alev. Reiner, tüylerini yakacak seviyede ateşe yaklaşmış, derisi sızlayacak kadar ısıyı hissetmişti. Kendini ateş yuvasına atıyordu ki; arkasından beklenmedik büyük bir patlama sesi geldi. Birden ateşten uzaklaştı üzerine toz bulutu yığıldı. Atlayıp kendini yakacağı ateş söndü, toz ve duman arasında etrafa bakmak istedi bütün alevler sönmüştü...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.