- 725 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
Kimliksiz
İnsanın bir kayboluşa, kayboluşun bir kimliğe, kimliğin bir yokoluşa dönüştüğü zamanları anlatıyorum. intihar duasına çıkmış ölümsüzlerin boş mezarlarına benziyorum; işlevsiz, amaçsız... Benim seçimim değil bu hayat, aslında ben onun bir sonucuyum; şuan olduğum şeye bakıyorum da bunun kim olduğunu ben de bilmiyorum. "Bunun" demek doğru değil aslında, "onun" kim olduğunu ben de bilmiyorum. Sadece varolmak adına sahip olduğum tek şeyi, yokoluşumu yaşatmayı biliyorum; göğüs kafesimdeki her kemiği basamak yapıp tırmanan o sonu, o sonun kimliğim haline dönüşmesini biliyorum! Gerisi zaten önemsiz...
Doğduğumda bir kadındım; en azından toplumun tanımlaması o şekildeydi. Pembeler gidirilip, uzun saçlarla kendime zincirlendim... Ben ne kadın olmayı ne pembeler giymeyi, ne saçlarımın uzatılmasını ne de doğmayı istemiştim; hiçliğimle mutluydum... Ne zaman büyüdüğümü hatırlamıyorum. Her şey bir anda olup bitti; anne, baba, kardeş, kutsal ruh diye bilinen herkes de o büyüme ânında belirdiler. Aslına bakılırsa bana verilen fotoğrafsız kimliğin, yüzü olmayan birine ait olması icap ediyordu; "bu işte bir hata var" diye defalarca söyledim ama dinletemedim. Halbuki yüzüm, suretim, sesim, söyleyeceklerim vardı; kimlikte görüleninse yüzü, sesi hiçbir şeyi yoktu. Sanırım kimliğimdeki o olmayan yüze benzememi istediler. Başardım da...
Herkesin cinsiyetim ve bacaklarımın arasına atfettikleri benliğim hakkında konuşması da bu dönemlerde oldu; olmayan bir çocuğu okul yıllarında doğurup, bacaklarımından sızan kana bakarak "artık kadın oldu" diyenlerin; giydiklerimin altında beliren göğüslerime bakıp bıyıklarını, saçlarını düzeltenlerin arasında kim olduğumu nereden bilebilirdim ki? onlar için bedenim büyüdükçe içindeki ben küçülüyordum. Onların diledikleri her şeydim! Ya ben neyi diliyordum?
Zar zor gönderildiğim üniversiteyi bitirdiğimde artık evlenme çağımın geldiği söylendi. Kendi hayatımda bir yaptırımım olmayacaksa neden doğdum ki? Kendi hayatında söz hakkı olmayan birinin tasarrufudur susmak... Ama ben susmadım, kaçtım... Çok büyük bir şey değildi benim için; kendim de dahil hiçbir şey almadan uzaklaştım... Kaç kent, kaç sabah ve gece geçtiğimi anımsamıyorum ama gittim... ki gitmeseydim başkalarının imrendiği bir mezar olan herhangi bir hayatın içine itilecektim!
Birkaç başarısız iş başvurusundan, insanların çeşitli biçimlerde beni aşağılamalarından bunaldığım için ilk cinayetimi işledim; kendimi öldürdüm! O kadar da saf olmayın, mecazi anlamda öldürdüm kendimi; intihar edecem kadar hiçbir şeyi ciddiye almıyorum. Buradaki "ilk cinayetim" asıl önemlisi, çünkü kendimi öldürdükten sonra pek çok cinayet işledim. Sayısını anımsamıyorum; çünkü benim için önemli değil... Ben onları öldürmedim aslında, sadece yaşamadıkları hayatlarına samimiyet olarak kendimi kattım. Kendi katlettikleri hayatlarını onlardan kurtarıp katilleri olarak yine o hayatların kurtarıcısı oldum...
İlk iki cinayette iş rutine binmeye başlayınca bir değişiklik yapmak geldi içimden... Çünkü sürekli öldürmek de sıkıcı bir hal almaya başlamıştı. Bu yüzden öldürdüklerimin yerine geçtim. Yani erkeklerin... Zaten kısa olan saçlarım sayesinde bunu yapmak hiç de zor olmadı. Hatta bir keresinde öldürdüklerimden birinin hayatını tam beş yıl devam ettirdim. Evlenme zamanına gelince, birden kayboldum ortadan... Yapılmak istenen şey çok basitti aslında; benimle evlenmek isteyen kıza güvensizliği öğretmekti amacım...
Şimdi teslim olmaya gidiyorum. Bunu yapmadaki maksadım anladığım bir şey aslında... Sizin kim olduğunuz çevrenizdeki insanlar için hiç de önemli değil... O insanları kim olmadıklarına inandırdığınız ölçüde, o insanlara köleleri olduğunuzu hissettirdiğiniz ölçüde anlamlısınız. Kimliğe sahip olmak mı istiyorsunuz? Köle olun...